Emek-Ekoloji Meselesi: Fuat Ercan’ın Ekolojik Emek Değer Teorisine Bir Derkenar (1)

0

Fuat Ercan’ın kibirli olmayan, ekoloji hareketine sosyalist bir aşı yapma çabası asla değersiz değil, Ercan’ın diğer Marksistlerden farkı bu tevazusunda ve mevcut saldırıya karşı çoğulcu bir siyasi hat oluşturma çabası başlı başına değerli. Ancak Sanayi İdeolojisinden de sanayi toplumundan da doğan Marksizm’le, sanayicilik ötesi bir ideoloji olan ekolojizmi uyuşturmak zor hatta imkânsız, bu bakımdan bir doku uyuşmazlığından söz etmek mümkün.

Dilaver Demirağ

Ekolojik kriz olarak adlandırılan ve temelde yeryüzünün yaşam destek sistemlerindeki bozulmanın bir göstergesi olan hadise bir veri. Bu verinin nedenlerine kafa yorup bunun politik sistemle olan bağına değinen anlayışlara da politik ekoloji deniyor. Derin ekoloji ya da saf ekolojizm olgusunu saymazsak tüm politik ekoloji akımları belirli politik akımların politik sistemle olan bağını kendi meşrebince ele alıyor ve buna dayalı teşhis ve çözümler öneriyor. Yeşil Politika dediğimiz ve bir ölçüde saf ekolojizm, sosyalist ekoloji ve anarşizmden beslenen (bugünkü yeşil enternasyonal üyesi yeşil partiler bu üçlü sentezden uzaklaşıp sisteme eklemlendiler) eski Alman Yeşiller Partisi dönemini hariç bırakırsak militan düzeyde anarşist ekolojizm, teorik yönden ise iddialı bir biçimde yer edinen Marksist Ekolojizm bir dönem ekolojizm olgusuna damga vurmuştu. Bugün de sistem karşıtı ekolojik muhalefet büyük oranda bu iki siyasi akımdan besleniyor.

Ekolojik Anarşizm bu makalenin konusu dışında yer alacak (elbette eleştirilerim benim siyasi meşrebim gereği bu akımdan beslenecek)  odakta esas olarak ekolojik Marksizm ve o bakış açısından yazılarıyla bilinen Fuat Ercan olacak.

Tüm alt ekolojik Marksizm ekollerini birleştiren temel olgu ekolojik krizin kapitalist sistem tarafından yaratıldığı ve buna dair kimi imaların Marksın eserlerinde olduğu tezi Ekolojik Marksizm’in adeta alamet-i farikası. Bu temel ortak nokta dışında ekolojik marksizmi Ortodoks ve Ortodoks olmayan biçiminde ayrımlaştırabiliriz. Ekolojik Marksizm’in en saf halini bugün John Belamy Foster ve Paul Burket oluştururken Marksa daha az sadakat gösterenlerin başında Michael Lövy Geliyor. Ancak bu Löwy’in bu daha mütevazı tutumuna rağmen Marksa olan sadakati Marks’a olan sa Marksizm’in Ekoloji hareketinden yola çıkarak ya da ona ayak uyduracak bir reformdan geçerek ekoloji hareketiyle uyumlanma önerirken bile Burket ve Fostere benzer biçimde Ekoloji hareketin Marks’ı hesaba katmasının gerekliliğine de değinir. Burket ve Fosterin Marx’ın kapitalin birinci cildinde değindiği metaboloik çatlak kavramından yola çıkarak Marks’ı yeşile boyamak yerine Marksın eserlerinde ekolojik temalar olsa da Marksın Ekolojik krizi öngördüğü tezine katılmaz ve Marx’ın döneminde ekolojik krizin henüz başat bir sorun olarak görülmediğini söyler ki kısmen haklıdır. Kapitalizmin yaratmış olduğu ekolojik yıkım Marksın döneminde ete kemiğe bürünmesi söz konusu olsa da meselenin önemli bir sorun olarak karşımıza çıkması ikinci dünya savaşı sonrası dönemdir. Çünkü krizin adeta bir füze gibi önümüze çıkacak hıza kavuşması bu dönemle başladı. Şu pasaj Marksist ekolojinin ılımlısının da Ortodoks’unun da en nihayetinde Marksist bağlamdan çıkamadığının bir kanıtı

Marksizm’i ve onun meta fetişizmi eleştirisini görmezden gelen ya da küçümseyen bir ekoloji, kapitalist üretimciliğin ‘aşırılıklarını’ düzeltmekten öteye gidememeye mahkûmdur.” [1]

Bu iddialı cümle ekolojizmle Marksizm’in doku uyuşmazlığının temel nedeni bence. Marksistlerin krizi salt kapitalizmin sırtına yüklemesindeki açmazın kendisini, ekolojik krizin kökenlerini anlamaktaki zorluğu gösteriyor.

Bu yazı genel olarak ekolojik Marksizm’in ekolojist eleştirisi yazısı değil daha çok bir ekolojik Marksist olarak Fuat Ercan’ın tezleri ve hassaten onun emek-ekoloji ve ekoloji hareketiyle emek hareketinin bağlantılanması üzerine.

Fuat Ercan’ın Ekolojik Krize Bakışı.

Fuat Ercan’ın ekoloji krize yönelik bakışı da diğerleriyle benzer, sorunun kaynağı kapitalizm ve kapitalizmden çıkılmadıkça ekolojik krizi aşamayız. Ona göre temel eksiklikte burada. Can Hamamcı ve Ruşen Keleşin Ekoloji ve Ekolojik krize ilişkin berbat bir Türkçeleştirme biçimiyle Çevrebilim adlı kitabının eleştirisine dayanan makalesinde şu saptama ile başlıyor

B.M’in çevreye ilişkin analizlerinde açığa çıkan ve daha sonra gerek çevreci analizlerde gerekse yeşil hareketinde sorunun ele alınışı, son 30 yılda artarak hız kazanan insan ve insanında bir parçası olduğu yaşam ortamının yıkım sürecini tarihsel ve toplumsal karakterde olduğunu göz ardı etmeleridir. Bir adım daha atacak olursak, yaşam ortamının tahrip edilmesini tarihsel ve toplumsal bir çerçevede ele alınsa bile bu yöndeki analizlerin yoğunlaştıkları alan, tüketim alanı oluyor.”[2]

İlerleyen sayfalarda Ercan temel teşhisi koyuyor.

“Bu öncüllerden hareketle çevreye ilişkin yapılacak ilk vurgu, çevre sorunun ontolojik temelinin, kapitalist toplumsal ilişkiler olduğunu söylemekten geçiyor.”[3]

Tüm Marksist ve Eko-Marksist vurguların özü bu teşhiste yatıyor. Ancak burada şu temel soruyu sorup bunu ileride derinleştireceğim ya Marksizm de aslında kapitalist paradigmanın içinden konuşan onun bir biçiminin yaratmış olduğu hasarları düzelten restoratif bir siyasi ideoloji ise. O zaman tüm Marksist ekolojilere şunu demek mümkün olabilir kendi himmete muhtaç dede kime himmet ede. Bu soruyu dönmek üzere buraya bırakıp Fuat Ercan’ın ekoloji hareketi bakımından merkezi önemde gördüğü Emek meselesine dair tespitlerine bakacağım sonra da hem emek meselesini hem de emek değer teorisini ekolojik eksende ele alacağım.

Eleştirilerime geçmeden önce Fuat Ercan’ın kitaba yönelttiği eleştirilerin çok doğru olması. Kullanılan teknisist dil çevre malları gibi resmen doğanın sömürüsünü meşru kılan terimlerin kullanımı kitabı tıpkı ekolojiye çevrebilim anlamını vermesi gibi kötü yazılmış bir kitap özelliği katıyor.

Ercan’ın kitaba yönelttiği en önemli eleştirilerin başında emeğe yönelik hiçbir şey söylememesi geliyor.

Çevrebilim adlı çalışma, çok yüzeysel sorunlar etrafında örgütlendiği için, kapitalizmi tanımlayan temel değişkenlerden biri olan üretim ve üretimin temel öznesi (nesnesi) emeğin, ekolojik kriz karşısındaki konumunu analiz alanı içinde görmemiştir.

Oysa ekolojik kriz karşısında işçilerin yani emekleri metalaşan kesimlerin ve bu kesimleri temsil eden sendikaların alacağı konumun/ konumların özel bir önemi vardır. Ya da şimdiye kadar aldıkları tavır/tavırlar oldukça önemlidir.”[4]

Bu gerçekten de önemli nokta, emek meselesi ekoloji hareketinde eksik boyut gibi görünüyor genel olarak pastoral bir ekonomik dönüşüm düşünüldüğü için emek, sendikalar ekoloji hareketinde kayıp halka gibi kaldı. Ancak bunun nispeten anlaşılır yönleri de var çünkü yeşil/ekolojik hareket büyüme karşıtı politikalar ve büyük ölçekli sanayi tesislerine yönelik olumsuzlayıcı tutumu, dahası sıfır emisyon gibi politikalarla işçi sınıfının güvenceli iş, dolgun ücret gibi “orta sınıf” temelli denecek politik yaklaşımlarıyla tezat oluşturuyor. Yeşil Sendikacılık gibi yaklaşımlar olsa da bunlar pek yaşama geçmiş gibi görünmüyor. Bu bakımdan Fuat Ercan bu önemli eksikliğe dikkat çekiyor.

““Diğer yandan kapitalist toplumun, ilk ve en önemli etkisi ile karşılaşarak kendilerinin enerjilerine yabancılaşan işçiler, yıkım sürecinde, insanın doğaya egemen olma aşamasında egemenlik altına alınan önemli bir toplumsal kesim olmuştur. Doğanın metalaşması, emeğin metalaşmasından sonra hız kazanmıştır. Üretim ile tüketim birbirinden ayrılmış, temel ihtiyaçlarının dışında piyasa için/sadece kâr için üretime harcayan işçiler, bu sürecin özneleri iken nesneleri haline gelmişlerdir. Yabancılaşma ve hiyerarşik varoluş, biçiminin sorgulanmasında yabancılaşan ve disiplin altına alınan emek kategorisi ile yaşam ortamının yok edilmesi arasında bu anlamda çok anlamlı ilişkiler vardır. Bu ilişkilerin açığa çıkarılması ise doğanın tahribatı ile emeğin tahribatını önleme yönündeki ipuçlarını bize sunacaktır. Son zamanlarda moda olan bir değimle “hepimiz aynı gemide yer alıyoruz”, ama bu geminin batmasında en çok emeği geçen kesim hiç kuşkusuz emeği metalaşan ve metalaşan emeği ile yaşam ortamını dönüştüren işçilerdir. Burada sendikaların sermaye ile olan ilişkilerinde belirleyici olan ücrete dayalı mücadele (ya da uzlaşma) anlayışının belirleyici olmasıdır. Biz işçiler üretken enerjimizi, belirli bir parasal ücret verildiğinde hizmetinize sunabiliriz” gibi bir yönelime sahip bu anlayışın, öncelikle emeğin yabancılaşan, disiplin altına alınan uysal konumunu eleştirme gibi bir çıkış noktası zaten mümkün değildir. Bu yöndeki her çaba, karşı çıkmanın ötesinde sistemin mantığı içinde kalarak karşı çıkma anlamına geliyor. Son dönem kendilerinin de içinde olduğu geminin battığını görmeleri halinde ekolojik kriz belki insanın tarihsel olarak süregelen baskı altında olma konumlarının da tersine çevrilebilmesine olanak sağlayacaktır. Öze ilişkin olarak, ekolojik krizin temelinde meta üreten mekanizmanın olduğunu söyledikten sonra, üretim sürecinin özneleri iken nesnesi konumuna düşen işçilerin, nesnel konumlarının yıkım sürecinin devam etmesinin en önemli nedeni olduğunu belirtmemiz gerekiyor. İlk olarak ekolojik krizin gündeme gelmesi ile sorunun sadece ekonomik olmadığı, içinde yaşadığımız yaşam ortamının sürekli olarak imhası olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Burada sermaye adına da olsa, kendi emeğine yabancılaşmış da olsa, emeğin, emekçilerin sorumluluğu büyüktür. Sorumluluktan kurtuluş, süreci anlamaktan geçer. İkinci olarak, güç kaybeden sendikalar sorumluluklarının bilincine vardıkları an, ekolojik kriz gibi bir soruna el atarak ekonomik sendikacılıktan biraz olsun uzaklaşarak, sosyal sendikacılık diye tanımlanacak bir sendikacılığın ilk adımını atmış olacaklar. Üçüncü ve sonuç olarak, sermayenin aşırı hareketli olduğu, uluslararasallaştığı günümüzde kirli endüstriler hızla gelişmiş kapitalist ülkelerden çevre azgelişmiş ülkelere aktarılmakta. Ekolojik soruna meta-emek ve sosyal yaşam açısından bakan sendikalar açısından bir ölçüde de olsa uluslararası düzeyde bir ittifak olanağı doğacaktır. Bu olanağı kullanmak anlamlı olacaktır.[5]

Diyen Fuat Ercan önemli noktalara temas ediyor. Ancak beklentilerinin gerçekleşmesi kendi adıma zor görünüyor. Çünkü belirttiğim gibi sendikalar kendilerini sorgulamaktan uzak olduğu gibi işçi sınıfı da 19 yy hatta 2o yy başlarındaki sınıf profilinden uzak bir profil değişimi ortaya koymuş durumda.

[1] Michael Löwy, Karl Marx and Ecology: An Interview with Michael Löwy

[2] Fuat Ercan, Ekolojik Kriz- Meta ve Emek Üzerine Bir Okuma ÇEVREBİLİM, 1999 İFMC-İktisat Dergisi Kitap İnceleme / Eleştirisi

[3] agm

[4] agm

[5] agm

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın