Emek-Ekoloji Meselesi: Fuat Ercan’nın Ekolojik Emek Değer Teorisine Bir Derkenar (2)

0

Emek hareketinin ekoloji hareketine yönelttiği eleştiriler çok değerli olsa da işçi sınıfı son tahlilde emek olarak doğaya karşıt bir konumlanışı ifade eder. Son tahlilde belki şirket patronlarının talebine direnerek yaşlı bir ormanı tümden yok etmese de kereste işçisi için ağaç işinin bir parçasıdır ve o ağacı kesecektir, tıpkı bir kombine et fabrikasındaki herhangi bir kasap gibi. Bu nedenle emek hareketi ile ekoloji hareketi arasındaki çatlak yeşil sendikalizm gibi hareketler ile aşılmaya çalışsa da kapatılamaz

Fuat Ercan işçi hareketiyle ekoloji hareketinin birlikte çalışma çabalarına dair düşüncelerini bir başka makale de daha derinlemesine ele alıyor. Bu çerçevede bir ekolojik-emek değer teorisi inşaa ediyor ve emek hareketi ile ekoloji hareketinin birlikte akan iki nehir gibi olmalarının önemini bir kez daha çiziyor. Ercan’a göre kapitalizm doğaya müdahalesini onun yıkımını emek ile gerçekleştirirken emeğinde tahribatını gerçekleştiren bir çifte tahribat mekanizması gibi işlemekte. Bu nedenle Ercan çapraz bağlantılar üzerine kurulu kesişimsellik içeren birbiri ile ilişkilenmiş ortak mücadele alanları oluşturan bir çerçeve çizer.

“Tarihsel insan oluş hâllerinin kendine ait dil, kültür özellikleriyle emek gücü ve insan dışı doğayı tahrip eden bu Borromean tarzı halkaları birlikte düşünmeden yol alınması mümkün mü? Geleceğe yönelik olasılıklar, bu mücadelelerin ve daha da önemlisi aralarında kuracakları bağlantılar sonucunda belirlenecektir. Farklılıkları göz ardı eden “merkezi” bir örgütlenmenin başarısız olduğunu, ama aynı zamanda hem farklılıkları koruyarak hem de yerel kalarak verilen mücadelelerin de art arda başarısız olduğunu deneyimledik. Tüm bu yaşanmışlıklardan sonra zaman içinde çelişkilerle beslenerek varlığını koruyan işleyişe karşı, farklılıkları da içine alan “esnek” ama “merkezi” bir örgütlenme ihtiyacını konuşma/düşünme zamanı gelmedi mi? Mücadelenin teorik yönelimi için, birbiriyle bağlantılı ya da birbirine bağımlı olan ve fark yaratarak varlığını sürdüren “ulus devlet destekli endüstriye dayalı sermaye birikiminin” insan dışı doğayı da içeren bir emek değer teorisine ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum.[1]

Fuat Ercan bu doğrultuda bir şema ile ekolojik-emek değer teorisini inşaa eder şemanın en üst katmanında fark yaratarak genişleyen kapitalist toplumun bileşenleri altında da o bileşenler yer alır buna göre bileşenler patriyarka-ulus devlet-sermaye birikimi-endüstri yer alır sonra yeniden üretimin kaynakları olarak görülen unsurlar sayılır, emek gücü ki bunu karşılığı ödenmemiş emek zaman altta da insan dışı yaşam yer alır. Bunların yanında bileşenlerin açıklaması yer alır. Bu şema ekolojik emek değer teorisidir ki temelini emek, emeğin yeniden üretimi ve ekoloji oluşturuyor. Patriarkal aile içinde emeğin yeniden üretimini sağlayan görünmezleştirilen kadın emeği vardır kadın yemek yapar çamaşır yıkar çocuğa bakar yani emekçi erkeğin yaşamsal enerjisinin devamlılığını güvenceye alır. Erkek kadın yemek pişirmese, çamaşır yıkamasa geleneksel anlamda erkek için yaşanabilir bir yuva hazırlamasa emekçi buna da zaman ayırmak zorunda olacaktır ve bu onun dinlenerek bedeninin emeğini sarfedecek enerjiyi toplayamayacak bu da emek verimliliğini ciddi olarak düşürecektir. Yeniden üretim adı verilen şey budur. Emek zaman ise emekçinin işverene kiraladığı zamandır. Ve emekçi bu emek zaman ve bedensel performansla kapitalist işletmenin doğayı sömürmesini sağlar.

1844 el yazmalarında yer alan doğayı dönüştüren güç olarak emek olgusu Ercan’ın ekolojik emek değer teorisi dediği şeyin temelini oluşturur. Kapitalist üretimin genleşmesine dayanan yayılma doğayı maas ederken bunu emekle yapar. Ekolojik kriz aslında doğa ile emeğin birlikte sömürüldüğü bir çifte sömürü düzenidir.

Ercan’ın ekolojik sömürüye işaret etmesi dışında tüm bu saptamalar bildiğimiz emek değer teorisi ve Ercan’ın yaraya karşı çare olarak önerdiği şey de esasında “ey ekolojistler emekçiler olmadan bu mücadeleyi kazanamazsınız dan” başka bir şey değil. Tam da bu nedenle Marx’ın ekolojisizliğindeki söylediğimi tekrar edeceğim, Marxa sadık kalarak ve hala kapitalde ya da marxın önemli eserlerinde yapılan kapitalizm çözümlemesi içinde kalarak ekolojist olmak mümkün değil. Bunun neden böyle olduğunu izah edeceğim elbette.

Emek Değer Teorisini Ekolojik Değer teorisi kapsamında ele alarak eleştirisini yapmadan evvel Fuat Ercan’ın önerisine değinmek istiyorum.

Emekçiler ve Ekolojik Kriz, Uzlaşılabilir mi?

Öncelikle Ercan’ın önermesinde doğru noktaları doğru buluyorum. Evet, emekçi sınıfın özellikle de sendikaların ekolojik kriz meselesini ciddiye almaları gerekiyor çünkü işçi sınıfı şirketlerin doğa sömürüsünün safında. Özellikle neoliberalizmle zaafa uğrayan iş güvenliği işçi sınıfının sağlığını ve yaşamını tehdit ediyor. Bu yaz örneklerini gördüğümüz elli derece sıcaklıklarda bayılasıya kadar çalışmak emekçilerin karşı karşıya kaldığı ciddi bir tehdit Arap Körfez ülkelerinde gördüğümüz aşırı sıcaklarda gerekli güvenlik önlemleri alınmadan çalıştırılması, derin deniz madenciliği esnasında karşı karşıya kalınan riskler, madencilerde görülen slikosis vb. hastalıklar, ya da kereste endüstrisinde kesilen devasa ağaçların altında ezilme riski gibi durumlar, termik santralın dibinde ölümcül havayı soluyan işçiler tüm bunlar işçi sınıfının ekolojik sömürüden etkilenmesinin çıkarlarının patronun çıkarlarıyla aynı olmadığının bir göstergesi. Ama Fuat Ercan’ın eleştirdiği Bookchin’in haklı olduğu nokta da bu, bugün sınıf savaşımı veren işçilere de, sınıf sendikacılığı ya da sosyal sendikacılık büyük oranda tarihe karıştı. Bunda düşen ücretlerin emekçiler için geçim kaygısını öne çıkarması, iş güvenliğinin yani işini kaybetme riskinden azade olmanın bugün önemli bir sorun olması ön planda hal bu olunca sendikacılık da ücret sendikacılığı haline geldi. Ancak ender örnekler genel olarak anarşist harekete görülüyor. Ekoloji ve işçi hareketleri arasında dayanışmayı dile getirme çabaları arasında en ilgi çekici olanlar arasında, Earth First! aktivisti Judi Bari’nin Kuzey Kaliforniya’daki yaşlı ormanları kurtarmak için işçilerle ittifak kurma çabaları yer alıyordu. Bari, anarko-sendikalist çizgilerde radikal bir ekoloji hareketinin inşa edilip edilemeyeceğini görmek için Dünya Endüstriyel İşçileri IWW’nin örgütlenme ve uygulamalarından ders çıkarmaya çalıştı. Bunu yaparken, çevreciler ve kereste işçileri arasındaki, hem ormanları hem de işleri katleden kurumsal kereste şirketlerine karşı mücadele etmelerini engelleyen çatışmaların üstesinden gelmenin bir yolu olarak Earth First!’ün ajitasyon uygulamalarına radikal bir işçi sınıfı bakış açısı getirmeye çalıştı. Kuruluşuna yardımcı olduğu IWW/Earth First Local 1 örgütü, radikal çevreciler ve keresteciler arasında bir dayanışma ortamı oluşturarak, açık kesim için planlanan Headwaters yaşlı ormanlarının korunmasını sağladı

Ha keza Jeff Shantzın Anarko Sendikalizme ekolojik boyut katan Yeşil Sendikacılık örnekleri de ilk anarşistler tarafından gündeme alındı. on zamanlarda, Avrupa ve Kuzey Amerika’da radikal sendikal hareketlerin ekolojiyle ilginç yakınlaşmaları rapor edildi. Bu gelişmeler radikal bir ‘sendikal ekoloji’ye veya Dünya Endüstriyel İşçileri (IWW) içindeki bazı kişilerin “yeşil sendikalizm”  olarak adlandırdığı şeye ses verdi. Sendikalist söylemlerin ortaya çıkan yeşillenmesi, belki de anarko-sendikalizm ve ekolojiyle ilgili olarak ortaya atılan teorik sorularda, aslında toplumsal hareketlerin radikal bir şekilde yakınlaşması olasılıklarıyla ilgili sorularda en önemli olanıdır. Emek ve çevreci ittifaklar kurma girişimlerinin çoğu Marksist yaklaşımları izlerken,

1990’ların başında Roussopoulos Fransa’da Ulusal Emek Konfederasyonu (CNT) içinde yeşil sendikalist bir söylemin ortaya çıktığını belirtti. Yeşil sendikalizm ifadeleri İspanya’da da gözlemlendi. İspanya’da, İşçi Konfederasyonu (CGT), ‘ne insanın ne de gezegenin sömürülmediği bir gelecek’ mücadelesinin bir parçası olarak toplumsal ekolojiyi benimsedi

31 Mart – 1 Nisan 2001 tarihleri ​​arasında CGT, CNT ve İsveç İşçi Merkez Örgütü (SAC) de dahil olmak üzere bir düzineden fazla sendikalist ve liberteryen örgütün katıldığı uluslararası bir toplantıya sponsor oldu. Toplantının çeşitli sonuçları arasında, bir Liberteryen Enternasyonal Dayanışma (LIS) ağının kurulması, bir geri dönüşüm kooperatifi kurulması için mali ve siyasi destek taahhütleri ve ekolojinin çok önemli bir yer tuttuğu “21. Yüzyıl İçin Nasıl Bir Anarşizm?” başlıklı liberteryen bir manifestonun kabul edilmesi yer alır.

IWW’nin yeşillendirilmesi, Genel Kurul’un giriş bölümündeki değişiklik sırasında yayınladığı bir bildiriyle daha açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu bildiriyi uzun uzun alıntılamakta fayda var.

“Emek sömürüsüne ek olarak, endüstriyel toplum dünyayı ve insan dışı canlıları sömürerek de zenginlik yaratır. Tıpkı kapitalistlerin işçi sınıfına yalnızca emekleri için değer vermesi gibi, dünyaya ve insan dışı canlılara da yalnızca insanlara sağladıkları ekonomik faydalar için değer verirler. Bu durum öyle bir dengesizlik yaratmıştır ki, dünyanın yaşam destek sistemleri çöküşün eşiğindedir. İşçi sınıfı, bu sömürünün yarattığı zehirli ortamda üretmeye, tüketmeye ve yaşamaya zorlanarak bu bozulmanın yükünü çekmektedir. İnsan toplumu, tüm canlıların kendi iyilikleri için var olma hakkına sahip olduğunu ve insanların doğanın geri kalanıyla denge içinde yaşamayı öğrenmesi gerektiğini kabul etmelidir.”

Yeşil sendikalizm içinde, radikal emeği ekolojik bir soyağacına dâhil ederek emeği ekolojik ‘biz’in bir parçası olarak ifade etme girişimlerinde bulunulmuştur. Yeşil sendikalist söylemlerde, özellikle emek, anarşizm ve ekoloji alanlarındaki tarihsel radikal hareketler arasındaki bu bağlantı varsayımı büyük önem taşır. Bu bağlamda IWW’nin yeri özellikle düşündürücüdür.

Bürokratik sendikaların aksine, IWW işçilerin aşağıdan yukarıya örgütlenmesini hedefledi., IWW stratejileri büyük grev fonlarını, müzakereleri, yazılı sözleşmeleri ve mesleklerin sözde özerkliğini reddetti. Eylemler, sabotaj, yavaşlatma, planlı verimsizlik ve pasif direniş gibi “gerilla taktikleri” şeklinde gerçekleşti., IWW, işçiler arasındaki derin bölünmelerin, özellikle de ırksal bölünmelerin yaşandığı sanayi kentlerinde örgütlenerek bunu aşabilmiştir.

Grevler daha çok ‘grevcilerin iddialarının cüretkârlığına ve deneyimli sendika liderlerinin zafer şansının düşük olduğu yönündeki uyarılarına rağmen harekete geçme isteklerine’ gönderme yapıyordu. Bu yaklaşım, son zamanlardaki ekolojik eylemlere de benzetilebilir. Bu tür isyankâr eylemsellikler, salt pragmatik değerlendirmelerin veya ‘çıkarların’ katı bir şekilde gözetilmesinin ötesinde, direnişin efsanevi yönlerini yansıtır.

Ekolojik hasarın merkezinde en sık yer alan endüstriyel işyerlerindeki çalışanların, yerel ve çevre ekosistemlerine yönelik yakın ve gelecekteki tehditler hakkında bazı içgörülere sahip olmaları beklenebilir. Üretim/yıkım noktasındaki çalışanların konumundan elde edilen bu tür bir farkındalık, çalışanların ekolojik dirence önemli, ancak merkezi olmayan katkılarda bulunmalarını sağlama imkânını ortaya çıkarabiliyor.

Ancak, bu saptama, bu tür katkıların sıklıkla olan bir şey anlamına gelmez. Hem işyerlerinde hem de ev topluluklarında ekolojik saldırılardan en çok zarar gören insanlar, aynı zamanda mülkiyet haklarıyla ve kapitalist devlet tarafından onaylandığı şekliyle şu anda oluşturulan üretim üzerinde en az kontrole sahip olanlar. Bu güç ilişkileri, yalnızca işçilerin değil, aynı zamanda insan olmayan doğanın da baskı altına alınmasında önemli mekanizmalar haline geliyor ki Fuat Ercan’ın da değindiği temel nokta bu. Bu güç ağına dikkat edilmeden, yerel ekosistemlere yönelik saldırılardan doğrudan ve maddi olarak en çok etkilenenlerin hem doğayı hem de kendilerini savunmada neden genellikle en az direniş gösterenler olduğuna dair yerinde soruların cevabı Ercan’ın da yabancılaşma olarak ifade ettiği bu kontrolsüzlükte yatıyor. Bu nedenle, işyeri demokrasisi ve işçi kontrolü soruları yeşil sendikalist görüşler için hayati öneme sahip olmuştur.

‘IWW, işçi özyönetimi, doğrudan eylem ve taban denetimini savunur’ Yeşil sendikalizm için işçi denetimi, işçilerin ‘iş ne olacak?’ sorusuna kendi yanıtlarını formüle etme girişimi haline gelir. IWW içinde, taktiklerle ilgili kararlar işçi gruplarına veya hatta bireysel işçilere bırakılır. İşçilerin ‘iş başında’ özyönetimi, işyerindeki güç/bilgi bağlantısına karşı çıkmanın bir mekanizması haline gelir.

Yeşil sendikalistler, ekolojik krizlerin ancak, insanların gezegenin ekolojik topluluklarını koordineli bir şekilde savunma kapasitelerinin zayıflamasına yol açan toplumsal ilişkiler içinde mümkün hale geldiğini kabul ederler.

Anarko Sendikalizmle içiçe geçen yeşil sendikalizm birikimin ön koşulu olan düzenli hiyerarşiler içinde karar alma süreçlerine katılımın kısıtlanmasının ekolojik örgütlenmenin önünde önemli bir engel teşkil ettiğini savunarak katılımı maksimize eden örgütlenmelerin önünü açtılar.

İşçilerin sürekli olarak kontrol eksikliği, işçilerin normalde küçümseyebilecekleri veya sonuçlarından habersiz oldukları görevleri yerine getirmeye zorlanmalarına yol açar. Ayrıca, kendi kaderini tayin hakkının olmaması, işçilerin işler veya hatta iş bulma olasılığı konusunda birbirleriyle rekabet etmelerine neden olur. İşçiler, sermaye grevi veya çevresel şantaj tehditlerine karşı daha savunmasız hale gelir. Bu durum emek/ekoloji ittifakları için en büyük caydırıcı unsur olarak karşımıza çıkıyor. İş güvencesi ve işyeri gücü olmadan işçiler, sermayenin gücüne karşı etkili bir denge sağlayamazlar.[2]

Yeşil sendikalizm bu açmazlara dikkat çekerek işçi yönelimli bir ekoloji aktivizmi üretti ve radikal ekoloji akımlarıyla işçiler arasında kurulacak ittifak ancak böylesi bir siyasi güvenin gelişmesiyle mümkün olacak gibi görünüyor. Dahası, iş yeri demokrasisinin derecesi büyük ölçüde doğa üzerindeki etkiler gibi sözde dışsal kaygıların etkisine bağlı olabilir. İş yeri söylemi ve siyasi katılım arasındaki ilişkiyi kabul eden yeşil sendikalizm bu ittifakın önünü açmakta.

Ancak tüm bu olgular ve yeşil sendikalizmin emek hareketi olarak ekoloji hareketine yönelttiği eleştiriler çok değerli olsa da işçi sınıfı son tahlilde emek olarak doğaya karşıt bir konumlanışı ifade eder. Son tahlilde belki şirket patronlarının talebine direnerek yaşlı bir ormanı tümden yok etmese de kereste işçisi için ağaç işinin bir parçasıdır ve o ağacı kesecektir, tıpkı bir kombine et fabrikasındaki herhangi bir kasap gibi.

Bu ekoloji hareketinin temel perspektifi olan doğa ile insan arasındaki bilişsel bölünmeyi aşarak insanın doğayı içselleştirdiği bir bilinç edinmesi önermesi ile çelişir. Bu nedenle emek hareketi ile ekoloji hareketi arasındaki çatlak yeşil sendikalizm gibi hareketler ile aşılmaya çalışsa da kapatılamaz. Ekolojik biliş ve emek çelişkisi bu yazının sınırları dışına çıktığından bu çelişkiye değinmekle yetinip bunu ayrı bir yazı da ele alacağımı ifade edeyim. Emek hareketi tam da bu çatlak nedeni ile ekolojist değil çevreci olabilir, bu hiç de önemsiz değil Akbelen de olduğu gibi ormanı yok eden işçi yerine, ormanı önemseyen ve kendisinden yapılması talep edilen işi reddeden işçi harika olurdu.  Ama işsizlik olgusu ve bundan doğan rekabet nedenli öz yönetsel işyerine sahip olunursa olsun son tahlilde patronu işçiye güçlü kılar. Bu bakımdan işçi, işçi olmaktan çıkmadıkça ya da sosyalistlerin haklı bulduğum kapitalizm denen sistemden çıkılmadıkça bu Anadolu parsı gibi nadir bir durum olacak.

Emek Ontolojisinin Açmazları ve Ekolojik Değer Teorisi

Fuat Ercan’ın saptamalarında iştirak ettiğim birçok nokta var ancak son tahlilde tüm sosyalistler gibi Fuat Ercan da ekolojizmin özgüllüğünü anlayamayan bir çevreci konumunda. Benzer çelişki Bookchin eksenli solcu anarşizm biçimi olan Bookchinist Sosyal Ekoloji için de geçerli ha keza anarko sendikalizm ve anarko komünizm içinde. Sonuçta Marksizm de Marksizm’le devlet meselesi hariç birçok noktada ortak olan ve bana göre bir anarko Marksizm biçimi olan Anarko Komünizm ve onun türevi Yeşil Sendikalizm de Bookchin de aynı açmazdan besleniyor ekolojik krizi bir sosyal sistem sorununa insanlar arasındaki sosyal-siyasi çelişkilere indirgiyorlar. Bunun nedeni sol ekolojilerin modernist karakteri. Tüm bu siyasal fikirler sanayi toplumunun içinden ve sanayi kapitalizminin eleştirisinden çıktılar ve doğaları gereği Aydınlanma ve Hümanizma ’ya dayanıyorlar. Bu da onları ne kadar itiraz ederlerse etsinler insan merkezci diyeceğimiz bir bakıştan azade kılamıyor. Oysaki ekolojik kriz son tahlilde insan ile doğa arasındaki çelişkiye dayanır kökleri burada gömülüdür. Becerikli avcılar olan atamız Homo Sapiens, türünün tükenmesini umursamadan avlanmaya devam edebildiler, bir başka atamız olan Homo Neandertelis kendisine alan açmak için ormanları yakmaktan çekinmedi. Ama Ercanın da dikkat çektiği gibi tüm bunlar küreselleşmediği ve insan nüfusu yeryüzü denen okyanusta bir damla olmaktan öte olmadığından yeryüzü ya da ekosistemler bu yaraları çabucak iyileştirebildiler. Eğer bu ahmaklıkla devam eder ve kendi türümüzün varlığına son verirsek ekolojik kriz denen şey de yeryüzü için tamamı ile anlamsız bir istisna olmaktan öteye gitmeyecek. Dolayısıyla modern ekolojik kriz büyük oranda kapitalizmin damgasını taşısa da tarihi çok eskilerde uygarlaşma dediğimiz süreçte gömülü. Uygarlaşma Fuat Ercan’ın dikkat çektiği devlet ve üretim ikilisinin yeryüzünü daha doğrusu ekosistemleri sömürmeye başladığı, yeşil kanı bir Drakula gibi emmeye başladığı bir andır. Kapitalizm henüz bebekken devlet denen baba üretimi genişleterek toprağı çölleştirdi, ormanları tüketti, suyu kuruttu. Büyük ölçekli projeler ve insan emeğinin seferberliğine dayanan Mumfordun mega makine adını verdiği teknolojik sistem bugün kapitalizmin yaptığının benzerini yapıyordu. Aradaki fark eninde sonunda bir ölçek farkı bu nedenle Marksın sanayi uygarlığının anası olan sanayi kapitalizmine yönelik çizdiği resim kısıtlı bir resim Maymun Anatomisi insan anatomisinin anahtarıdır diyerek kapitalizmin sosyal dinamiklerini tarihe yansıtan Marks üretim ilişkileri, üretim biçimi vb. üretimci kavramlarla aslında kapitalist ekonomi politiğin olay ufkundan çıkamadığını bu nedenle de Marksizm’in de temel de kapitalist ekonomi politiğin bir türevi olduğu gerçeği de burada yatar. Bu başka bir yazıda derinleştirilmesi gereken bir olgu olmakla beraber Marksizm üretim olgusunun tarımla başlayan bir süreç olduğunu ve emek olgusunun da buna içkin bir olgu olduğunu göremedi. Tam da bu nedenle sol ekolojiler kapitalizme bakarak ekolojik krizi izah etmekle bir anlık fotoğraf çekip ekonomi olgusunun kendisini sorgulamaktan uzak bir çerçeve çiziyorlar. Yani öz cümle ile ifade edersek ekolojik krizi sadece kapitalizmin sırtına yükleyerek izah edemeyiz. Bu yüzden emek değer teorisinin bizatihi kendisi anti ekolojik bir vizyon içerir ve kapitalist ekonomi politiğin ufkunun ötesine geçemeyen bir vizyondur bu nedenle bir sosyalist sistem inşaa olsa bile şu an batılı metropollerdeki çevre korumacılığın belki daha ilerisini oluşturur ki bu da sürdürülebilir kalkınma olgusunun bir başka versiyonu olur. Hâsılı Marksist çevrecilikle Bruntland çevreciliği arasında önemli bir mahiyet farkı yok, birisi kapitalizm içinde sürdürülebilirliği yani kaynakların tükenmemesini, sorumlu bir ekonomik faaliyet yürütülmesini savunurken diğeri de benzer bir ufukla hareket ediyor tüm çevre koruma söylemlerinin gelip dayandığı nokta da budur. Sonuç olarak üretimciliğin ötesine geçemediğimiz sürece ekolojik anlamda sürdürülebilirliği sağlayamayacağız. Tam da bu nedenle Fuat Ercan’ın üretimin genişlemesi olarak ifade ettiği büyüme meselesi, ekolojik krizin tam kalbinde durur ve tüketim olgusu tam da bu nedenle hayatidir. Ancak üretim olgusunun ötesine geçmenin kısa vadede olamayacağını da bilmek önemli bunun ilk aşaması ise ekolojik sınırlara göre yaşamayı hedefleyen bir üretim tüketim biçimi oluşturmaktır ki bu da topyekûn yani sadece işletmelerin/şirketlerin değil insanların da küçüldüğü, kendi ekolojik ayak izlerini düşürdüğü bir süreç. Lakin ekolojizm bununla sınırlı bir siyasi düşünce ve dünyayı anlama biçimi değil doğa ile insan arasındaki rezonansı sağlayabilmek ve doğanın bilişsel olarak da parçası olabilmek yani bir dağ gibi bir orman bir ırmak bir geyik ya da kurt gibi düşünüp hissedebilmektir de. Bu da zihinsel bir dönüşümü içerir ki derin ekoloji dediğimiz saf ekolojinin de asıl odaklandığı yer budur bu nedenle derin ekolojiyi içermeyen hiçbir politik ekoloji düşüncesi ekolojist olamaz eninde sonun da bir çevrecilik yani doğayı koruma ideolojisinin sınırları içinde kalır. Tam da bu nedenle Marksizm Marksizm yani Marksa mutlak sadakat, onun fikirlerinin sürekli tekrarlanmasından ibaret kaldığı sürece ekolojist değil çevreci olur.

Dahası önünde sonun da Marksizm bir sanayi toplumu ideolojisidir. Bu nedenle yeni bir Marksizm olacaksa Marksın söylediklerine onun kapitalizm hakkında yazdıklarının tekrarına yönelmek yerine tarihsel maddecilik denen metodolojiden hareketle sanayi sonrası çağı insan sonrası çağı buna uyarlanmış bir kapitalizmi esas alarak hareket etmelidir. Çünkü şu anda canlı emeğin sona ereceği bir çağın kapı eşiğinde duruyoruz ve bu çağı on dokuzuncu yüzyıl sosyolojisi ile anlamaya çalışmak yanlış anahtarı elinde tutmak demektir. Bu durum hem ekoloji hareketinin hem de Marksizm’in önemli meselesi gerçi ekoloji hareketi ekolojik sömürgecilik kavramlarıyla, post insan olgusuna biyo-merkezci bir bakış ekleyerek bu konuda teorik hamleler yapmakla kalmayıp yapay zekânın ekolojik etkileriyle ilgili de kamuoyu oluşturdu burada iş büyük oranda politik ekolojiye düşüyor. Marksizm içinde her ne kadar Marx And Robot vb. kitaplarla süreci kavramaya çalışanlar olsa da mesele Marx’da bunun bir takım ipuçlarını aramaktan öteye gitmiyor. Oysaki mesele bundan çok daha ötede camlı emeğin ölü emekle yer değiştirmesinin politik sonuçları ve işçi sınıfının sosyalizmin başat unsuru olması gibi sosyalist teorinin temel argümanlarıyla ilişkisi. Hal bu olduğunda hala sanayi kapitalizminden üretilmiş emek değer teorisini bir ekolojik emek değer teorisi haline sokmaya Marx’ın nefesi yetmiyor. Mevcut haliyle bir sanayileşme ideolojisi olan sanayi kapitalizminin hasarlarını onarmaya odaklanmış ve kapitalizmin teknik başarılarını alkışlayan, ilerlemeci Marksizm ideolojisi ile bunun yani sanayileşme ideolojisinin eleştirisi hatta sanayiciliğin reddi olarak ekolojizm emek değer teorisi üzerinden bitiştirilmez bu noktada kanımca Fuat Ercan hatalı olduğunu düşündüğüm bir noktadan yola çıkmış.

Ekolojik Değer teorisi ise esas olarak ekosistemlerin sürdürülebilmesine odaklanan insan dışı dünyanın kendi iç devamlılığını sürdürmeye odaklanan bunun içinde doğanın kendinde bir değer taşıdığını ve bu nedenle de insan müdahalesinin minimize edildiği, doğanın kendini yenileme ve oluşturduğu kırılgan, değişken dinamik dengesini esas alan bir değer düşüncesi. Bu düşünceyle insan merkezci hiçbir siyasi fikri uzlaştırmak pek olanaklı değil.

Özetlersem Fuat Ercan’ın kibirli olmayan, ekoloji hareketine sosyalist bir aşı yapma çabası asla değersiz değil, Ercan’ın diğer Marksistlerden farkı bu tevazusunda ve mevcut saldırıya karşı çoğulcu bir siyasi hat oluşturma çabası başlı başına değerli. Ercan diğer eko Marksistlerden farklı olarak ekolojiyi Marksizm içinde eritmek değil, bu iki düşüncenin imkânlarını birbirine yaklaştırmak bunlar arasında bir irtibatlandırma oluşturma çabasında. Yazdıklarının hiç birinde akıl veren bir ton yok, bir Marksist olarak kendi vizyonundan ekolojik krizi analiz etme çabasında ve hareketin Marksist bir aktörü, onun bir parçası olma çabasını- her ne kadar siyasi bakışını paylaşmasam da- bu tavrını, bu gayretini çok değerli buluyorum. Dahası her ne kadar emek hareketinin ekoloji hareketi ile beraber hareket etme fikri teorik zorluklarda içerse de önemli. Ekolojik krizden en çok zarar göreceklerin başında emekçi sınıfının geldiği, bu zarardan zen fazla etkilenecek olanların emekçiler olduğunu düşündüğümüzde önemli. Dahası işçi sınıfının üretimden gelen gücünü ekoloji hareketi lehine kullanabilmesi de çok değerli. Ekoloji hareketinin kentli orta sınıfın meselesi olmaktan çıkıp kent yoksullarının da bir parçası olması için emek hareketi ile buluşması bir gereklilik. Bu bakımdan Ercan’ın dikkat çektiği konu Yeşil Sendikalizm bahsinde de belirttiği gibi henüz emek hareketinin marjında da olsa önemli bir konu. Dahası değindiği çapraz bağlantılar ve “merkezilik” vurgusu Ekoloji hareketi için mutlaka dikkate alınması gereken bir konu. Ercan’ın vurguladığı merkezilik merkeziyetçi ve hegomonik bir anlam içermiyor bence daha çok aynı yere en maksimum güçle yüklenmek yani gücü odaklamak anlamında diye algıladım ki bu benim anti-otoriter siyasi tarzımla tezat oluşturmuyor. Bu anlamda diğer sistem karşıtı hareketlerle beraber aynı hedefe saldırmak, temel odağa mevcut sistemi almak (bu sisteme yönelik tanımlarda farklar olsa da) doğru bir düşünce bunu alternatif küreselleşme hareketinde gördük Marksist Negri ile Post Anarşizmin aynı harekete bakışındaki benzerlik Ercan’ın çapraz siyaset kavrayışı ile benzer. Nitekim İspanyol Devriminde Anarşist CNT ile Troçkist UGT’nin ittifakı buna örnek teşkil edecek mahiyette. Kara Bloklarla Sosyalist grupların polisle beraber çatışması, barikatlara beraber yüklenmeleri bu çapraz bağlantılara örnek. Burada da ekoloji hareketi ile kadın hareketinin, sosyalist hareketin, anarşistlerin Akbelen ’de birlikte mücadele vermesi bu örnekle uyumlu, şu an ülkenin üzerine bir karabulut gibi çöken torba yasa için verilecek mücadele de ortaklık bu bakımdan önemli ama emek hareketi olarak sendikaların sınıfı yakından ilgilendiren bu mesele ile ilgili olarak ekoloji hareketi ile yakından ilişkilenmemesi bizdeki sendikal vizyonun hele de “sol” sendika olarak DİSK’in Ercan’ın çizdiği perspektiften ne kadar uzak olduğunun göstergesi. Hasılı bir eko anarşist olarak Ercan’la ekoloji meselesine bakışta önemli farklarımız olsa da önermelerini önemsiyorum ve ekoloji mücadelesine teorik katkılarının önemli olacağını düşünüyorum. Bunun dışında ise Ercan’a benim yollarımız ayrılıyor, ekolojiye bakışımız ve meşrebimiz çok çok farklı, Emek Değer teorisinin ekolojik bir vizyon kazanamayacak kadar sanayi uygarlığı damgası taşıdığını, buna mukabil ekoloji hareketinin tüm boyutlarıyla (sanayi sonrası da denilen dijital ve robotik sanayi süreçleri de dâhil) sanayiciliğin ötesine geçmeye dönük ve pastoralist boyutu ağır basan bir vizyona sahip olduğunu düşünüyorum. Sanayi İdeolojisinden de sanayi toplumundan da kopuşu eksene alan bir anlayışla sanayi toplumundan doğan ve hala da oraya ideolojik bağlılık duyan Marksizm’le sanayicilik ötesi bir ideoloji olan ekolojizmi bu bağlılık sürdükçe uyuşturmak zor hatta imkânsız bu bakımdan bir doku uyuşmazlığından söz etmek mümkün. Bu olguyu Marksın Ekolojisizliği yazımda ana hatları ile ele almıştım onun devamı niteliğindeki bir makale de bunu daha da açacağım ve son tahlilde Marksizm’i neden bir burjuva ideolojisi olarak gördüğümü daha derinlemesine ele alacağım. Hiç şüphesiz bu eleştiri ve karşı eleştiri içeren siyasi polemikler sosyalistlerle ekolojistlerin birlikte iş yapmalarına, ortak mücadele vermelerine kesinkes engel değil. Bir benzetme yaparsa Marksizm’le ekolojizm arasında bir evlilik olmaz ama flört pekâlâ da olabilir ekoloji hareketinin kısıtlarını aşmak yüzeysel çevrecilik diye ifade edeceğim teknisist anlayışın ötesinde politik bir derinlik için fayda bile sağlayacağı kanısındayım ha keza anarşistlerle Marksistlerin kapitalist tahakküm sistemine karşı birlikte mücadele vermelerine de engel yok ama bence artık liberter sosyalizm dönemi kapandı. Anarşizmin yeni boyutları artık 19 yy vizyonunu çoktan aştı Proudhon, Landauer, Bakunin, Kropotkin Maletasta gibi Anarşist yıldızların-özellikle de Landauer ve Proudhon, gibi figürlerin- hala bize söyleyecekleri olsa da son tahlilde bu düşünürlerin tıpkı Marks gibi sanayi toplumunun ürünleri olduğu göz ardı edilemez. Ancak Anarşizmin Marksizm’e oranla avantajı Anarşizmin Romantizmle Marksizm’e kıyasla daha fazla içiçe olması özünde bir romantizm versiyonu olan ekolojizmle ilişkilenmesini daha kolaylaştırıyor.

Tüm bunları daha ayrıntılı ve derinlemesine ele alacağım bu yazı bu yönde olsa olsa bir dipnot olur çünkü odağına Fuat Ercan’ı alan bir eleştirel değerlendirme yazısı. Netice de kendi adıma bu tür teorik polemiklerin özellikle ülkemizde hala çevreci yönü ağır basan doğa korumacı hareket için gerekli olduğu kanısındayım.

[1] Fuat Ercan, Janus’a Karşı Emek-Doğa Değer Teorısının Çağrısı: Esnek Ama Merkezıleşmış Çapraz Dayanışma Ağları – Mesleki Sağlık Ve Güvenlik Dergisi

 

[2] Jeff Shantz, Green Syndicalism An Alternative Red-Green Vision,                       https://theanarchistlibrary.org/library/jeff-shantz-green-syndicalism

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın