Validebağ Gönüllüleri’nden Arif Belgin ile Söyleşi: “BELİRLEYİCİ OLAN SOKAKTIR!”

0

Validebağ Gönüllüleri’nden Arif Belgin’nin pandemi süreci hakkında görüşü çok açık ve net; “Salgının ekoloji hareketine bir avantaj sağlamadığını, aksine dezavantaj oluşturduğunu düşünüyorum. BELİRLEYİCİ OLAN SOKAKTIR! Sanal dünyada ne kadar gümbürtü koparsa kopsun, rantçıların en korktuğu şey kitlelerin, büyük insan kalabalıklarının önlerine dikilmesidir!”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 6 Mayıs 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Yeşil/ekoloji hareketinin bir tarihsel birikimi olup olmadığından çok emin değilim. Bazı gelişmeler birikimin varlığı hakkında umutlandırıyor ama arkasından tam tersine umutları söndüren olaylar da yaşayabiliyoruz. Bunda, toplumumuzda yaygın olarak gördüğüm ego sorununun etkili olduğunu düşünüyorum. Bir hareket/grup tam büyümeden, mutlaka bölünüyor. İçinden, benzer isimli ve benzer amaçlı (?) bir başka hareket/grup doğuyor. Böylece, oluşmaya başlamış birikim yok oluyor. Yeni hareket/grup pek çok şeyi yeni baştan öğrenmek zorunda kalıyor. Bu bölünmüşlük durumu, dışarıdan yeni insanların ekoloji hareketine katılımını da zorlaştıran bir faktör. İnsanlar, aynı amaca sahip olduklarını söyleyen bu gruplar arasında neye göre tercih yapacaklarını bilemiyor, birtakım tartışmaların içine girmek istemiyor ve genellikle hiçbirine katılmıyorlar.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulundugumuz koşulların avantaj ve dezavantajlari nelerdir?

Koronavirüsü salgını, ekoloji hareketini epeyce sekteye uğrattı. Zaten insanlarımız sokağa çıkıp eyleme katılma konusunda oldukça pasiftiler. Üstüne hastalık korkusu ve karantina yasakları geldi ve ekolojik yıkıma karşı yapılan protestolar neredeyse tamamen dijitalleşti. Bunu gayet iyi değerlendiren rantçılar, kısa bir duraksamadan sonra doğaya karşı yaptıkları saldırılara hız verdiler. Salda Gölü, Ölüdeniz, Beyşehir Gölü’ne yapılmak istenenler, sadece birkaç örnektir. Bu anlamda, salgının ekoloji hareketine bir avantaj sağlamadığını, aksine dezavantaj oluşturduğunu düşünüyorum. Çünkü belirleyici olan sokaktır; sanal dünyada ne kadar gümbürtü koparsa kopsun, rantçıların en korktuğu şey, kitlelerin, büyük insan kalabalıklarının önlerine dikilmesidir. Ancak, salgının genel olarak dünya insanlarına, sürdürdükleri hızlı, bireyci, bencil ve tüketici yaşam temposuna bir süre de olsa ara verip düşünme fırsatı sunmuş olabileceğini ve dolaylı da olsa ekoloji mücadelesine katkısı olabileceğini ummak istiyorum.

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Küresel bir ekolojik kriz (küresel ısınma) varken biz bunun etkilerini kat kat fazla yaşıyoruz. Çünkü doymak bilmeyen bir iştahla yeşil alanlarımıza, denizlerimize, göllerimize, akarsularımıza saldırılıyor. Bugün ülkemizin en önemli sorunları olarak yeşil alanlarımızın azalmasını ve sularımızın (deniz, göl ve akarsu) kirlenmesini görüyorum. Sularımızın kirlenmesi yanında göllerimizin ve akarsularımızın kuruması da en az ilk iki sorun kadar önemli.  Zaten yeşil alanların azalması ile göl ve akarsuların kuruması, birbirini etkileyen sorunlardır.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Ekoloji hareketinin bundan sonraki yönelimini öngörebilmek için, geçmişine bakmak yararlı olur. Kısmen daha önceki sorulara verdiğim yanıtlardan da anlaşılabileceği üzere, ekoloji hareketi, hâlâ geniş halk yığınlarının katılımını sağlayamamıştır. Bu görüşe karşı bazen Gezi Direnişi örnek olarak ileri sürülmektedir. Evet, Gezi Direnişi, Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçları korumak adına başlatılmıştır. Benim de içinde bulunduğum 4-5 kişi (zamanla sayımız 30’un üzerine çıktı), aylar boyunca Taksim metro istasyonu çıkışında imza toplarken insanlara, Gezi Parkı’ndaki ağaçları korumaktan başka amacımız olmadığını bıkıp usanmadan anlattık. Sonra Gezi Direnişi başladı. İlk bir haftadan sonra tüm Türkiye’ye yayıldı, milyonlarca insan katıldı ve siyasi bir niteliğe büründü.

Yapılan/yapılacak sosyo-psikolojik araştırmalar, üzerine ölü toprağı serpilmiş denecek kadar tepkisiz bir toplumdan Gezi Direnişi’nin nasıl doğduğunu ileride açıklığa kavuşturacaktır. Şimdilik kişisel olarak şu kadarını söylemek mümkündür sanırım: Gezi Direniş’i, HESlere karşı verilen mücadeleler, Tekel Direniş’i, 1 Mayıs gösterilerinin yasaklanması, Taksim meydanında toplanılmasının yasaklanması, İstanbul’un ve Türkiye’nin birçok bölgesinde devam eden doğayı katletme projeleri ve bunlara karşı verilen mücadeleler gibi arka arkaya gelen ve toplumu geren olayların birikmesi ve Taksim Dayanışması’nın azimle direnmesi sonucunda meydana gelmiştir. Dolayısıyla Gezi direnişini genel ekoloji mücadelesine başlı başına bir referans olarak göstermek doğru olmaz; ama önemli bir kilometre taşı olduğu da gerçektir.

Pek çok konuda olduğu gibi, ekoloji mücadelesinde de yazışmalar, davalar, sanal ortamda yapılan protestolar da mutlaka yararlı ama asıl belirleyici olan sokakta yapılan protestodur. Bunun için de daha fazla insanı ekoloji hareketine katmak zorundayız. Özellikle virüs salgınının doğaya karşı işlenen suçların bir sonucu olduğunu bilimsel yoldan, ama herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir dille anlatmamızın, ekoloji hareketine daha çok insan katmada yararlı olacağını düşünüyorum. 

Geleceğe yönelik olarak, öncelikle şimdiye kadar en fazla tartışılan konulardan birine değinmek istiyorum. Ekoloji hareketi, kendini gündelik siyasetten uzak tutmayı başarmak zorundadır. Bunu bir çeşit “rüştünü ispat etmek” olarak görüyorum. Bu yapılmaz da, şimdiye kadar çoğunlukla olduğu gibi, ekoloji hareketinin içinde yer alanlar, bu hareketin içinden kendi siyasi partilerine/gruplarına taraftar devşirmeye çalışmaya devam ederlerse, ekoloji hareketi, siyasete bağımlı ve dolayısıyla güdük bir hareket olarak kalmaya devam edecektir.  Çünkü ortalama bir vatandaş, siyasi faaliyet yürüten ekolojik hareketlere sıcak bakmıyor, onların samimiyetlerine inanmıyor, dolayısıyla aralarına katılmıyor. Bunu defalarca gözlemledim.

Siyasetten uzak kalmayı başarmış ekolojik harekete örnek olarak Validebağ Gönüllüleri’ni gösterebilirim. Biz 1998 yılında yola çıkarken, bazı ilkeler belirledik. Kişiler olarak siyasetin içinde olabilirdik, ancak grup olarak siyasi görüşümüz ve faaliyetimiz olmayacaktı. Bunun birkaç nedeni vardı: Bizim karşı çıktığımız şey, genel olarak doğaya, özel olarak Validebağ Korusu’na zarar verici projeler/çalışmalar olduğuna göre, bunun iktidarda ya da muhalefette olmakla bir ilgisi yoktur, olmamalı da… Bir başka deyişle, biz siyasi muhalefet değil, ekolojik muhalefet yapmayı seçtik.  İkincisi, siyasi çalışma yapmak, değişik siyasi görüşlere sahip olan gönüllüler arasında ayrışmaya yol açabilirdi. Üçüncüsü, bizim siyasi tavır belirlememiz, dışarıdan bize katılmayı veya destek vermeyi düşünenleri caydırabilirdi veya bizim bir siyasi partinin/grubun/görüşün temsilcisi olmamız, sadece aynı görüşte olduğumuz kişilerin aramıza katılmasına yol açar, başka siyasetten kişileri bizden uzak tutabilirdi. Siyaseten gergin dönemlerde bu ilkeyi korumada zorlandığımızı itiraf etmeliyim. Ama geriye dönüp baktığımda genel olarak başardığımızı görüyorum.

Bizim bir başka önemli ilkemiz de yatay örgütlenme modelini benimsememizdi. Bir başka deyişle, aramızda ast-üst ilişkisi, başkanlık gibi makamlar bulunmayacaktı. Böylece iktidar mücadelesinden kaçınmayı amaçladık ve başardık. Dernek kurup kurmamayı da sırf bu nedenle yıllarca tartıştık ve 2001 yılı başında Validebağ Gönüllüleri Derneği’ni kurduk. Dernekte yasal olarak birtakım makamlar bulunması zorunlu olduğundan, bu durumun bizim ilkemizle çatışmaması için şöyle bir formül geliştirdik: Çalışmalar esas olarak Validebağ Gönüllüleri’nin görüş ve önerileri doğrultusunda yürüyecek, Dernek (yasal kurallar izin verdiği ölçüde) bunlara uyacak, yazışma yapacak, gerektiğinde dava açacak, fakat gönüllüleri yönlendiremeyecekti. Zaten dernek içinde ve dışında olanlar aynı kişiler olduğundan, bu ilkemizi uzun yıllar kolaylıkla uyguladık.

Yine önemli bir ilkemiz daha var: Şiddetsizlik. Eylem yapmak, özellikle ülkemizde şiddetle özdeşleştirilir. Oysa şiddet uygulamak, uygulayanı haklı iken haksız duruma düşürür. Üstelik şiddete başvurmadan yapılabilecek çok sayıda eylem türü vardır: Sokağa çıkar yürürsünüz, yan yana durursunuz, oturursunuz, elinizde pankart/döviz taşırsınız veya taşımazsınız, herkes aynı renk giyinebilir, bağırırsınız, sessiz durursunuz, mırıldanırsınız vesaire. Biz ne olursa olsun kesinlikle şiddete başvurmamayı seçtik. Gerek Validebağ Korusu gerek başka alanlar ile ilgili konularda derdimizi anlatırken hiçbir zaman şiddete başvurmadık. Çünkü şiddetin şiddeti doğuracağının ve devletin şiddet uygulama konusunda bizden kat kat güçlü ve deneyimli olduğunun bilincindeydik. Önemli olan, insanların kitlesel katılımı ve sürekli mücadeledir. Şiddet mücadeleyi kolaylaştıran değil, zorlaştıran bir etmendir.

Dördüncü ilkemiz ise, maddi olarak hiç kimseye/kuruma bağlı olmamak idi. Zaman zaman (tamamen iyiniyetle bile olsa) yapılan yüksek tutarlı bağış önerilerini bu nedenle reddettik. Gelirlerimiz, derneğin üye aidatları ve çok sayıda ama düşük tutarlı bağışlarla sınırlı kaldı. İhtiyaç olduğunda mahallelilerden (dernek adına makbuzla) para topladık.

Yaşamın her alanında olması gereken şeffaflık, dürüstlük, doğadaki tüm canlara saygı, demokratiklik gibi genel ilkelerden ayrıca söz etmiyorum bile…

Evet, zor gibi görünen ama uzun vadede bize kişisel olarak çok şey öğreten, grup olarak da ayakta kalmamızı sağlayan ilkelerimize bağlı kalarak ilginç, heyecanlı bir süreç yaşadık, yaşıyoruz. Sonuç olarak Validebağ Gönüllüleri 22 yıldır var. 22 yıl boyunca yaptığımız yazışmalarla, fiziki müdahalelerle, açtığımız davalarla, basın açıklamalarıyla, düzenlediğimiz imza kampanyaları, paneller, forumlar ve daha birçok etkinliklerle 354 dönümlük büyüklüğüyle İstanbul için önemli bir yeşil alan olan Validebağ Korusu’nu I. derece doğal SİT alanı ilan ettirmekle kalmadık, Koru’nun rantçılar elinde yok olmasına yol açacak onlarca projeyi engelledik. Türkiye’nin ekoloji mücadelesine oldukça önemli katkılar yaptık, birçok yerel mücadeleye örnek olduk.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım ilkelerin, ekolojik hareketin tamamında uygulanması halinde, ekolojik hareketin büyüyeceğini, halkın geniş katılımını sağlayacağını düşünüyorum.

Arif Belgin kimdir?

1957 Antakya doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Özel bir bankada müfettişlik ve yöneticilik yaptıktan sonra 2012 yılında emekliye ayrıldım. 1998 yılında Validebağ Gönüllüleri kurucuları arasında yer aldım ve o tarihten bu yana devam ediyorum. 2014’ten beri Validebağ Gönüllüleri Derneği’nin yönetim kurulu başkanıyım. 2015 yılında Koşuyolu Çevre Gönüllüleri kurucuları arasında yer aldım. Ayrıca Kent Hareketleri Forumu, Taksim Dayanışması, İKS, Kadıköy Kent Dayanışması içindeyim. Acıbadem’deki TİBAŞ Parkı Gönüllüleri’ne ve Ahmet Sani Gezici Lisesi Gönüllüleri’ne destek verdim. Çeşitli panellerde, forumlarda Validebağ Korusu’nu ve Validebağ Gönüllüleri’ni tanıtan sunumlar ve konuşmalar yaptım. 2013 yılında Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği kurucuları arasında yer aldım, şu anda da bu derneğin yönetim kurulu üyesiyim. 

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın