Prof. Dr. Tayfun Özkaya ile Söyleşi: “Çiftçileri göreli bir otonomiye kavuşturmak gereklidir”

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi’nin “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşileri Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi eski öğretim üyelerinden Prof. Dr. Tayfun Özkaya ile devam ediyor;

Bütünsel bakmak zorundayız. Örneğin geçim sıkıntısı çekilen bir bölgede bir termik santral veya nükleer santral yapılacaksa sorun sadece bunlar değildir.  Burada endüstriyel tarım yapan ve ürünlerini ucuza satan köylülerin içinde bulunduğu durum da çok önemlidir. Bunlar birleştirilmeden ayrı ayrı ele alınırsa başarılı olunamaz. Bu bölgedeki çiftçilerin agroekolojik tarım yapmaları, kentlerdeki gıda grupları, tüketim kooperatifleri ile bağlantılandırılmaları gerekir. Bu durumda kendileri ve çocukları için bir gelecek gören ve bir vizyon geliştirebilen köylüler termik santral veya altın madeni ile işbirliği yapmak yerine mücadele edebileceklerdir.”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 2 Haziran 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Tarımsal üretim tümüyle agroekolojik ilkelere göre düzenlenmediği sürece bu alanda bir kurtuluş olmadığının tüm insanlarca anlaşılması gerekmektedir

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Ülkemizde de ekolojik hareket giderek daha güçlü bir mücadeleyi sadece bir aydın hareketi kısıtları içinde kalmadan da sürdürüyor. Bu alanda halen sorunlar olmaya devam ediyor. Ekolojik, ekonomik, ideolojik vb. birçok alandaki mücadeleyi birleştirerek mücadelenin yürütülmesi gerekiyor. Şu anda parçalı bir mücadele sürüyor. Halkın mücadeleyi üstlenebilmesi için ekonomik sorunlarını içeren konularda da mücadele etmek gerekiyor.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulunduğumuz koşulların avantaj ve dezavantajları nelerdir?

“Koronavirüs salgını sonrası hiçbir şey aynı olmayacak” sözü hemen hemen her çıkar grubu ve hareket tarafından söylenmektedir. Ancak herkes kendi doğrultusunda dünyanın değişmesini umuyor. Kesin bir şey varsa o da kendi başına hiçbir şey olmayacağıdır. Değişimler ancak mücadele ile olabilir. Örneğin on yıl önce kuş gribi ve domuz gribi salgınlarında endüstriyel hayvancılık sisteminin bu tip çok tehlikeli virüs, bakteri, fungusların (kısaca mikrop diyelim) evrilerek ortaya çıkması yönünde çok elverişli bir ortam yarattığı net bir şekilde anlaşılmıştı. Ancak endüstriyel hayvancılık çevreleri (örneğin tavukçuluk grupları) tarım ve sağlık bakanlarını da arkalarına alarak (Türkiye, Mısır’da bu çok net idi) köy tavukçuluğunun tasfiye edilmesi için harekete geçtiler. Bu zorlukla sınırlandırılabildi. On yıldan beri ne yazık ki örneğin hayvancılık alanında agroekolojik çözümlere geçilmesi, endüstriyel hayvancılığın dönüştürülmesi konusunda gerek bilim çevrelerinde gerekse de Tabipler Birliği, Ziraat Mühendisleri Odası, Veteriner Hekimler Birliği gibi meslek örgütlerinde olumlu bir uyanış gerçekleştiremedi. Bitkisel üretimde de tarım kimyasallarına dayalı endüstriyel tarımın, beşeri ilaçlara karşı direnç oluşturmuş, tedavisi birçok kişide mümkün olamayan, bakteri ve fungusların evrilmesine yol açtığını biliyoruz.

Bütün bu gerçeklere karşı covit-19 hastalığında fatura vahşi hayvanları yiyen Çinli’lere kesiliyor. Hâlbuki en azından son koronovirüs salgınında bunun ispatlanmış bir gerçek olmadığı biliniyor. Bu nedenlerle tarımsal üretim tümüyle agroekolojik ilkelere göre düzenlenmediği sürece bu alanda bir kurtuluş olmadığının tüm insanlarca anlaşılması gerekmektedir. Bütün bu değişimler için çok değişik alanlarda mücadeleler gerekmektedir. Bilim insanları arasında bu bilgilerin paylaşılması, köylülerin agroekolojik üretimlere teşvik edilmesi, tüketicilerin gıda gruplarında örgütlenmesi, politika alanında endüstriyel hayvancılık uygulamalarının kısıtlanması için yasal ve idari kararların alınması vb. birçok alanda mücadele gerekmektedir. Bunlar olmadan dünyanın değişebileceğini düşünmek mümkün değil. 

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Ülkemiz ve dünyanın karşılaştığı çok acil ekolojik krizler var. Küresel iklim değişikliği hem tarım hem de tehlikeli mikropların ortaya çıkması konusunda çok acil bir durum yaratıyor. Zika virüsünü taşıyan sivrisineklerin daha geniş coğrafyalarda yayılması veya Kırım-Kongo kanamalı hastalığı taşıyan kenelerin ülkemizde yayılması gibi örnekler küresel iklim değişikliğinin sağlık konusundaki etkilerini de ortaya koymaktadır. Sera gazlarının en önemli üreticisi olan termik santraller de hem küresel iklim değişikliğini arttırmakta, hem de çıkan duman içindeki PM5 denilen küçük partiküller kanser, akciğer hastalıkları, kalp ve damar hastalıkları gibi birçok hastalığın oluşumunda çok yüksek oranlarda etkili olmaktadır. Endüstriyel tarım da sera gazlarına katkı ve gıdalardaki tarım kimyasalları kalıntıları nedeniyle ciddi ekolojik sorunlar arasındadır.  Bunun dışında birçok sorun bulunmakta. Sorunları birleştirerek ele almak ve her yörede halkın mücadelesini esas alarak çalışmak gerekiyor.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Sorunları birbirlerinden soyutlayarak almak başarı getirmiyor. Örneğin yoksul çiftçilerin yaşadığı bölgelerde altın, termik santral gibi mücadelelerde başarısızlığa uğrama söz konusu oldu. Bu bölgelerde yaşayan ve endüstriyel tarım yapan, aracılara ürünlerini ucuza satan çiftçiler yoksullaşıyor ve bölgede kendileri için bir gelecek hayal edemiyorlar. Bunlara bütünsel bakmak zorundayız. Örneğin geçim sıkıntısı çekilen bir bölgede bir termik santral veya nükleer santral yapılacaksa sorun sadece bunlar değildir.  Burada endüstriyel tarım yapan ve ürünlerini ucuza satan köylülerin içinde bulunduğu durum da çok önemlidir. Bunlar birleştirilmeden ayrı ayrı ele alınırsa başarılı olunamaz. Bu bölgedeki çiftçilerin agroekolojik tarım yapmaları, kentlerdeki gıda grupları, tüketim kooperatifleri ile bağlantılandırılmaları gerekir. Bu durumda kendileri ve çocukları için bir gelecek gören ve bir vizyon geliştirebilen köylüler termik santral veya altın madeni ile işbirliği yapmak yerine mücadele edebileceklerdir. Bunun için başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermek ve çiftçileri göreli bir otonomiye kavuşturmak gereklidir.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Ziraat Fakültesi mezunuyum. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümünde öğretim üyesi, araştırmacı olarak çalıştım. Tarım politikaları, tarımsal yayım, kırsal kalkınma konularına yoğunlaştım. Katılımcı eylem araştırmaları ile kırsal kalkınma projeleri gerçekleştirdik. İki yıl önce emekli oldum. 2006 yılında tohum kanunu ile yerel tohumları çiftçilerin satması yasaklandı. Tohum şirketleri çıkarlarını gözeten bu yasa üzerine 2010 yılında ilk tohum takas şenliğini arkadaşlar ve değişik kuruluşlarla birlikte Torbalı’da gerçekleştirdik. Yerel tohumları savunma konusunda mücadele oldukça yaygınlaştı. Değişik ekolojik köylü pazarlarının kurulmasına katkı verdim. İzmir’de ilk gıda grubunu sekiz yıl önce kurduk. Arkamızdan Bitot başta olmak üzere bu gruplar İzmir’de yaygınlaştı. 2020 yılında ilk agroekoloji çalıştayını gerçekleştirdik. Bu yaklaşımın yaygınlaştırılması için bir grup arkadaşla birlikte çalışıyoruz.  Her hafta tarım politikası, ekoloji, biyoçeşitlilik konularında köşe yazıları yazıyorum.  

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın