İbrahim Karaca ile Söyleşi; “Eskiden beri, bir ‘Ekoloji Gerillacılığı’ beslemişimdir aklımda!”

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşileri şair, yazar, aktivist İbrahim Karaca ile devam ediyor;

“Sonuç olarak demem o ki; bu işler tarladan karga kovalamaya benzemiyor. Ahaliyi kararlı, uzun soluklu ve “tehlikenin farkında” bir kitleye dönüştürmek, ekoloji öncelikli bir kültür yaratmak zorundayız. Yaşadıklarını bilince dönüştürebilen, edindiği birikimi sonraki kuşaklara aktarabilen, “ahali” olmaktan kurtulup “halk” haline gelebilen bir kocaman toplumdur özlediğim.”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 30 Haziran 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/ Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz?

Ekoloji Hareketi, halk hareketi gibidir. Şu dernek bu vakıf veya o çevrenin birbirinden bağımsız çevresel duyarlılıklarıyla işleyen, kendiliğinden gelişen, örgütlü olan veya olmayan hepsini içeren bir reflekstir. Türkiye’de var olan “Ekoloji Hareketlenmesi” ne kadar “Ekoloji Hareketi” olabilmiştir bilmiyorum ama böyle bir hareket yeni olsa da var elbette ki. Canı yanan her yerde bir çevre bilinci teorik olarak belki gelişebilir fakat sadece buna güvenip bekleyen daha çok bekler. Tahrip sürecinde yaşadıklarını bilince dönüştür(ebil)se de, geride yaşam alanı elinden alınmış bir halk kalmaktadır çoğunlukla. Yerel ahali büyük oranda kendi yaşam alanına yapılan saldırıya kayıtsızdır, “dışarıdan akıl verenlere” ise kötü gözle bakmaktadır. Bölge insanları arasındaki politik, mezhepsel veya etnik farklılıklar her zaman bir ayrıştırıcı olarak kullanılır, satın alınır, ahali içeriden ele geçirilir. Farklı bölgelerde edinilen birikimi ortak birikim olarak düşünüp yol alan bir hareketi kalıcılaştırmak bu yüzden ihtiyaçtır. Felaket kapıyı çaldığında “dışarıdan” bilinç vermeye çalışmak gerekli olsa da geç kalmış bir hamledir belki fakat “ahval ve şerait” budur.  Ekolojik bir sorun yaşansın ve yaşanmasın her yerde çevre bilinci geliştirmek önemlidir. Özellikle hayata “soldan” bakan yapılarda bir ekoloji departmanı oluşturmak bu yüzden şarttır. Hem bayramda hem seyranda, yaklaşan bir seçime endeksli olmayan çalışmalara ve örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Günümüzde böyle bir birime sahip olmayan siyasal yapıların hayata müdahil olamayacağını düşünüyorum.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/oynar mı? Salgın hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulunduğumuz koşulların avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Koronavirüs süreci psikolojik olarak olumlu bir etki uyandırmış olabilir. Yani “dünyaya bu kadar eziyet edilirse olacağı budur” düşüncesi kaba olarak. Fakat bu süreçte yapılan doğa katliamlarını da okuyoruz haber olarak. Yani dünyadaki hayat tehlike altında bile olsa saldırmaktan vazgeçmeyen “kapitalizm” adlı azgın bir canavar var karşısında hayatın. Ekoloji Hareketi bu yüzden politik bir hareket olmak zorundadır aynı zamanda. Kaba, gündelik politik hırlaşmalardan söz etmiyorum, eylemde ve söylemde ekoloji ağırlıklı bir dil kullanarak sistemin köküne vurmak gerekir.  Ben bir adım daha ötesini düşünmüşümdür eskiden beri, bir “Ekoloji Gerillacılığı” beslemişimdir aklımda. Salgın olması kendiliğinden bir güçlenme sağlamaz ve sağlamadı da… Ama insanlar “ne oluyoruz” deyip durdu ve düşündü bence. Ekolojik tahribatın sonuçlarının ne kadar yıkıcı olabileceği düşünüldü bir an… Bu ‘an’ı iyi değerlendirmek, insanları sadece düşünmekten öteye kışkırtmak gerekir. Yaşam alanlarını zehirleyip talan eden şirketler olsa da, onlara karşı çıktığımızda karşımızda bulduğumuz güç devletindir. Bütün zor araçları şirketler lehine kullanılmaktadır. İçinde bulunduğumuz koşullar sürekli dezavantaj üretmektedir. Çünkü karşımızdaki saldırgan, deneyim ve birikimlerinin hep üstüne üstüne koymaktadır. Onlar yapmaları gerekeni yapmaktalar, tutarlılar. Problem bizdedir. Niye böyledir, çünkü şirketler devlete hâkimdir, yürüttükleri faaliyet yasaldır… Ama meşru değildir. Hepsi ‘yerli ve milli’ olsa da kazıdığımızda altından yabancı bir yüz çıkmaktadır. Globalleşme dedikleri şey de budur. Sermayenin, saldırının, sömürünün, soygun ve talanın globalleştiği bir çağdır bu çağ! 

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Ekoloji Hareketi parti olmayan bir parti gibi merkezileşmeli, birbiriyle sürekli irtibat halinde bölgesel temsilcilikler oluşturmalı. İlla da her şehirde kira ile tutulmuş birer bürosunun olması gerekmiyor ama her şehirde “militan” kadrolar oluşturmaya ağırlık vermeli. Bu yerel kadrolar, yereldeki fiili veya olası ekolojik saldırılara karşı ahali arasında çalışmalar yürütmeli. Çevre bilinci bizim ülkemizde geç uyanan bir bilinçtir. Ağırlıklı olarak HES problemleri nedeniyle hayatımıza girdi, ve çeşitlenen saldırılar karşısında kalıcılaştı. Bir sorunu yaşayan bir bölge, o sorunu yaşamayan bölge halkı tarafından görmezden gelinir hep. Bunun nedeni toplumsal bilinç eksikliğidir. Sihirli bir sözcük olarak “Yatırım” denildiği anda akan sular durmakta, HES’e dolmaktadır. Bir zenginlik yaratamayanlar, var olan zenginliği yağmalar. Vahşi kapitalizm bunu dayatır diyoruz ama vahşi olmayan kapitalizm yok ki! İnsanları bir lokma ekmeğe muhtaç ettiğinizde, ederinden iki kuruş fazla vererek elinde olan her şeyi satın alırsınız. Benim köyümde bizzat yaşadığım bir taş ocağı mücadelesinden edindiğim “dersler” ışığında bir şeyler daha söyleyebilirim belki. Rize-Artvin Havaalanı için, Pazar ilçesinde deniz doldurulacak, dolgu için köyün arka tarafında açılacak taş ocağına kadar Haçapit Vadisi boyunca akan köy deresini takip eden geniş bir yol yapılacaktı. Buna karşı çıktık, geçmişte burada siyasal mücadele içerisinde bulunmuş köydeki bir avuç insan karşı çıktık. Köyümüz okur-yazar olmaktan öte, üniversite bitirenlerin yoğun olduğu bir köydür. Çeşitli bürokratik kademelerde bulunmuş, konuşulduğunda “bizim köye yetki verilse hükümeti bile kurar” denilen bir köydür. Fakat iş makineleri vadinin dibine dayandığında, yanımızda bir avuç insan vardı. Öncesinde yapılan toplantılara kimse itibar etmedi, protesto eylemlerine sessiz kaldılar. Köyün ekmeğini yiyerek “adam” olan büyük adamlar, kaybedecek çok şeyleri vardır diye belki, sessiz kaldılar… Onlara bakan köylüler de “bunların bir bildiği var” diye düşünerek sessiz kaldılar. Kalmakla kalmadılar, köylümüz olmasa da bu yörenin çocuğu tanıdığımız “yabancılarla” yapmış olduğumuz toplantılara kuşkuyla baktılar, köyü mahvedilmesine göstermedikleri tavrı bize gösterdiler. Havaalanına gerek olmadığı yönünde bir çalışma yerine, “köyümüzde taş ocağı istemiyoruz, taşınızı nereden bulacağınız bizim derdimiz değil, isterseniz Çin’den ithal edin” içerikli bir çalışma yürütmüştük. Köyün bazı yerleşimleri ve komşu bazı köyler “bu çevre işleriyle niye hep komünistler uğraşıyor, her şeye karşı çıkıyor” cümlesiyle başlayan küfürlü yaklaşımlarda bile bulundular. Vadinin ucunda kuracağımız bir çadır yeri tespit etmek için indiğimiz akşamın sabahında, saat 07’de iş makineleriyle birlikte çevik kuvvet polisi, özel harekât askerleri, jandarmalar ve zırhlı araçlar ve araçların üzerine yerleştirilmiş makineli tüfeklerden oluşan bir güç bulduk karşımızda. Yakın tepeleri tuttular, bizi kuşatmaya aldılar. Elimizde pankartımız, birer şişe suyumuz ve tulum çalan kardeşimiz vardı. Yaşlılar, gençler ve kadınlarımızla iki köyden 200 kadar insan, akşam 16’ya kadar alanı terk etmedik, yemek yemedik, direndik, horon oynadık, konuşmalar yaptık, kolluk güçleri ve şirket yetkilileriyle tartıştık, makineleri vadiye sokmadık. Yaptığımız şey bir “vatan savunması” sayılırdı aslında ve vatanı kapımıza dayanan “düşmana” karşı savunmaktaydık. Akşamüzeri yaşlılarımız ve yorulanlarımız evlerine gittiler, geride kalan 20 kişi içerisinde sesi en çok çıkanlardan biri (ben) gözaltına alınınca olay bitti, zaten arazilerden gelecek para ile Pazar’da bir daire satın alma hesabı yapan köylüler de “rahatlamış” oldular. Sonuç olarak demem o ki, bu işler bir tarladan karga kovalamaya benzemiyor. Ahaliyi kararlı, uzun soluklu ve “tehlikenin farkında” bir kitleye dönüştürmek, ekoloji öncelikli bir kültür yaratmak zorundayız.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Yaşadıklarını bilince dönüştürebilen, edindiği birikimi sonraki kuşaklara aktarabilen, “ahali” olmaktan kurtulup “halk” haline gelebilen bir kocaman toplumdur özlediğim.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Rize, Pazar, 1960 doğumluyum. 1977 yılında Rize Lisesi’nden mezun olana kadar hep bölgede yaşadım. Evlenip giden iki oğul babasıyım. İ. Ü. İktisat Fakültesi mezunuyum. İyi bir Şiir-Edebiyat dostu sayılırım. Birkaç kitabım var: Ardından, Phoenix, Sokak Feneri ve Bıraktığımız Gibi Bekle Bizi adlı baskısı tükenmiş kitaplarımdan ve yayınlanmamış yeni şiirlerimden oluşan bir dosya, Memleket ve Gül adıyla toplu şiir kitabı olarak yayınlandı (Ayrıntı Yayınları). Kültür, sanat ve hayat üzerine yazılardan oluşan Ters Akıntılar adlı bir kitabım ile; halkbilimi, dil, kültür, tarih araştırması olan Bir Avuç Hemşin adlı kitabım da Su Yayınevi tarafından yayınlandı. Çeşitli müzisyen ve müzik gruplarınca bestelenip şarkı yapılan 100 civarında eserim vardır.

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın