Mustafa Cevdet Arslan ile söyleşi; “Küresel salgınların durdurulması çalışan tüm kepçelerin durdurulması mücadelesi ile iç içedir!”

3

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşileri Mustafa Cevdet Arslan’la (MCA) devam ediyor. MCA ekoloji mücadelesine 1980li yıllarda başladı. Yeşil-ekoloji hareketinin, Bergama direnişi öncesi de aktif olan, Türkiye’deki kıdemli isimlerinden biri. Elitler arasında başlayan ekoloji hareketi içinde o halktan biri olarak yer aldı -sınıf bilincine sahip bir kişi olarak. Karadeniz İsyandadır Platformu’nda birlikte mücadele ettik. Gezi İsyanı’nda onu ön saflarda gördük; kepçenin karşısında kararlı bir şekilde dikiliyordu! MCA mücadelesine 2020lerde de devam ediyor. Aşağıdaki söyleşi 30 yılı aşkın bir mücadelenin birikimini özlü bir şekilde verebilme çabasının ürünüdür;

“Türlerin varlığı ve yaşamı birbirine bağlı olduğu kadar yaşam alanlarının ekolojik özelliklerinin korunmasına da bağlıdır. Küresel sermayenin en kural tanımaz kesimleri için küresel salgınların durdurulması çalışan tüm kepçelerin durdurulması mücadelesiyle iç içedir. Böylesine sorunlu iç içe geçmiş ve sorumluluk gerektiren bir mücadele sıkı bir toplumsal iletişim ağını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenlerle yeni türden mücadele anlayışlarının geliştirilmesi ve internetle sokağın eşgüdümü, mücadelelerin başarısı için temel koşul haline gelmiştir.”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 9 Eylül 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil-ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkindaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eger yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir degerlendirme yapmanız mümkün mü?

Yeşil-ekoloji hareketinin oldukça yoğun bir birikimi var. Ne yazık ki bundan pek söz edilmiyor. Hatta bu hareketin bir hastalığı olarak Türkiye’de herkes hareketi kendisiyle ya da kendi grubuyla başladığı varsayımıyla hareket edebiliyor. Yeşil ekoloji hareketinin tarihinden kendini hep ayrı tutmaya özen bile gösteriyor. Oysa gerçek böyle değil. Yaşamı ve Yaşam alanlarını savunan her hareketlenme gerçekte yeşil ekoloji hareketinin bir parçasıdır. Bu hareketlenmelerin tüm eylemlilik ve düşünsel üretimleri bu hareketin birikimleridir.

Bu konuda eylemlilik ve üretilmiş düşünsel eserler ülkemizde de çok fazla. Yerel mücadeleler açısından ise yine çok büyük bir birikim var. Ülkemizde Nükleer Karşıtı mücadele, yaşam alanlarının ve yaşamın savunulması, tarihsel ve kültürel alanların yapıların korunması, cinsel ayrımcılığa ve erkek egemenliğine karşı mücadele, vicdani reddin dile getirilmesi yeşil-ekoloji hareketinin Türkiye’de tarihsel olarak temelinde yer alıyor.

Türkiye’de çevrecilik aslında çok eskilerden gelme kendiliğinden bir hareketti. Bu ülkede “Yaş Ağaca Balta Vuran El Onmaz”dı.  En önemli mal varlığı “Bir dikili ağacım”ızdı. Sokaklar ağaçlandırılır,şehirler de bile bostanlar ekilir, her ilin meyvesi kendi mahallelerinde satılırdı. Yırtıklar yamanır, bozulan eşyalar tamir edilir, eskisi olmayanın yenisi olmazdı. Gereksiz ampuller söndürülür, denize çöp atan ayıplanır,  herkes kapısının önünü temiz tutardı. Bu günlerin yok olacağını unutulacağını ilk haber veren olgu ülkemizde “Hava Kirliliği”  olmuştur.  Ardından her yerde gürül gürül akan sularıyla “Hayrat” Çeşmeleri’nin kurutulması oldu. Ardından yollar ziftlere bulandı. Trafik kaotik hale gelmeye başladı. Top oynadığımız boş arsalardan yeşil alanlardan atılır olduk. Suyu şişede parayla satın almaya ses çıkartmadık. Meyve ağaçlarının sökülmesini yerine şehirlerde sadece meyvesiz ağaçlara hayat tanınmasını hissedemedik bile. Gürül gürül akan dereler önce “boklu” derelere döndü sonra ıslah edilmek üzere betona bulandı, ardından kanalizasyonlara dönüştürüldü. Eleştirmek yerine buna kötü kokulardan kurtulduk diyerek çokca sevinmiştik.

80’li yılların sonlarına doğru 12 eylül rejimi insanları silahla, idamlarla, işkencelerle, sopayla evlere soktu. Meydanları zorla boşaltılması sonucu olarak -patronların azgın bir sömürü iştahasıyla- ekolojik yıkımlar saklanamaz boyutlara ulaşması yeşillerin doğmasına yol açtı. İlk sahneye çıkan Radikal Yeşiller olarak bizler henüz sözü edilmeyen yeni mücadele alanlarıyla ortaya çıkmakla birlikte mücadelemizi bu alanlarda sınırlı tutmuyorduk. Kendimizi işçi sınıfının sindirilmişliği, sendikaların yok edilmişliği, solun kendini yenileyememesinden de sorumlu tutuyorduk. Bütün bu hareketleri cesaretlendirerek toparlanmalarını sağlamak bir yol açmak istiyorduk.

Kendimizi Radikal olarak adlandırma nedenimiz bu ülkede Osmanlı’dan beri çözülmemiş üzeri sürekli örtülmüş sorunların çözülebileceğini bangır bangır topluma anlatma ihtiyacı duymamızdan ve doğrudan eylemi seçmemizden kaynaklanıyordu. Bizim için bağımsız ve kendi yağıyla kavrulan bir hareket olmak çok önemliydi.

Bir gün Alman yeşillerinden Clodia Roth biz radikalleri davet etti. “Türkiye yeşilleriyle görüşmek istiyorum” diye… İbrahim Eren, Ali, Hacer Yıldırım, Şaban Dayanan ve ben görüşmek için gittik. Tünel’de Almanca dersleri yapılan bir binada bir sınıfa alındık. Önden bilgilendirme için bir Alman kadın kürsüye geldi bize açıklama yapmaya başladı; “Sevgili Cloudia Roth, birazdan gelecek sizinle görüşecek . Görüşme için gündemde şunlar var… “dedi. Kendi oluşturmuş oldukları gündemi saydı. Gündem tam da konuşulması gerekenleri içeriyordu ama bana gore bir konu daha eklenmeliydi. O da ülkemizde gelişen bir durumla ilgiliydi. O konunun da gündeme alınmasını rica ettim.”Biz gündemi oluşturduk gündem kapanmıştır.” Yanıtı aldık. Bu nasıl bir anlayıştı. Şaşırmakla beraber sordum; “ Siz bu oluşturduğunuz gündemi kimlerle görüşeceksiniz?”  “Türkiye Yeşilleriyle” diye yanıtı geldi. Bu kez, “Türkiye yeşilleri kim?” diye sordum. “Siz …” denildi. “Türkiye Yeşilleriyle görüşmek isteyeceksiniz ve Türkiye Yeşilleri gündem öneremeyecekse buyrun kiminle görüşmek istiyorsanız görüşün” dedim. Salonda buz gibi bir hava esti. İbrahim Eren’e ve arkadaşlara baktım. “Yürüyün gidiyoruz arkadaşlar” dedim. Oradan hep beraber ayrıldık. Bir daha da Alman Yeşilleriyle görüşmedik. Onlar da kendilerine bağımlı yeşiller oluşturmak için çok uğraştılar. Roth bunun için İstiklal Caddesi üzerinde bir ofis açtı oradan ülkemizdeki ekoloji hareketlerini kendi güdümlerine almak için çok uğraş verdi.

Radikal Yeşiller‘in sahneye çıkmasıyla bu hareketi boğmak isteyen yeşil düşmanı patronlar halkın bilincini baştan bulandırmak için Çekül ve Tema benzeri grup ve vakıfları başımıza musallat ettiler. TEMA kurulduğunda hiçbir ekoloji mücadelesi olmadığını iddia ediyor. Oysa tarihe bakıldığında İztuzu Caretta Carettaların yaşamlarının savunulmaya başlanması, Hasankeyf’in ilk olarak dile getirilmesi, İstanbul’da Bizans sarnıcının savunulması, İzmir’de Termik santrallere karşı mücadele hayvan haklarını üikemizde ilk defa güçlüce savunan Radikal Panter Emel Abla hepsi ve daha fazlası patron çevrecisi TEMA’nın aceleyle kurulmasını tetikleyen hareketlerdir. İlk kurulan Yeşiller Partisi de bu hareketlerin doğmasıyla kurulmuştur. Bu ilk kurulan Yeşiller Partisi,  Radikal Demokrat Yeşillerin antikapitalist ütopya sahibi olma iddialarının tersine sade çevreci bir parti olmuştur.

Bu oluşumlara baktığımızda: Radikallerin yeşil düşünürümüz sevgili İbrahim Eren’in öncülüğünde 1987’de  çıkardığı Gazete bayilerinde 10 bin tiraja ulaşmayı başarmış “Yeşil Barış Radikal Dergi”  ve “Radikal Demokratik Yeşil Parti Program Taslağı” ile ilk “Yeşiller Partisi Programı” ülkemizde yeşil/ekoloji hareketlerinin ilk yazılı kaynakları arasında yer alır. Bunlara, Nükleer Karşıtı mücadele verenlerin açıklamalarını, NKP bildirilerini, dönemin haberlerini ve Tanıl Bora’nın “Yeşiller ve Sosyalizm” derlemesini ekleyebiliriz.

Bu yeşil/ekoloji mücadelelerinin ilk dönemidir bunun devamında gelen Bergama direnişi büyük fırtınalar yaratır. İki Habitat çalışmaları döneminde İstanbul’da Tarlabaşı’nın yıkımı ve tam bu sırada Maçka Parkı’nın peşkeş çekilmesi girişiminin önüne geçilmesi, Cevahir AVM’nin gökdelen tarzı yapımının engellenmesi, Park Otel ve Gökkafes karşıtı mücadeleler yeşil-ekoloji hareketinin ikinci dönemini oluşturur. Bu dönemin yazılı kaynakları arasında sevgili Don Kişotumuz Osman Akkuş’un öncülüğünde çıkan ve elden satılan ilk çevre gazetesi “Çepeçevre Gazetesi” önemli bir yer tutar. Bununla birlikte “Yeşil Çevre Gazetesi”ni ve İzmir’’de yayınlanan “Toprak Ana” dergisini de saymak gerekir.

Yeşillerin tarihinde büyük emek ve düşünsel katkıları olan iki Eren vardır. Birbirleriyle olan rekabetleri yeşil ekoloji hareketini zaman zaman sekteye de uğratmıştır. Biri Radikallerden İbrahim Eren, biri İlk Yeşiller Partisi’nden  Ender Eren. İlk Yeşiller Partisi’nin çalışmalarında, İstanbul Yeşilleri’nin oluşturulmasında, Nükleer Karşıtı Platform’un oluşturulmasında, ikinci Yeşiller Partisi’ne giden süreçte Ender Eren’in büyük emeği vardır.

Burada NKP’den söz etmeden Yeşil/ekoloji hareketi tarihi birikimi eksik kalır. NKP (Nükleer Karşıtı Platform) Türkiye’nin ilk platformudur. Aynı zamanda ilk yeşil ekoloji platformudur. O güne dek birlik geleneği sadece eylem birliği olarak sol gruplar arasında herkesin gücü kadar rol aldığı bir anlayışla sürmekteydi. Nükleer Karşıtı Platform yeşil/ekoloji gruplarından ve bireylerden oluşuyordu. İlk defa bir oluşumda bireylerin de sözü dinlenmeye başlanıyordu. Sol bu platform ortamında çok acemilik çekti. Suskun kalan öğrenciler gibiydiler. Çünkü insanlar yaşamı savunmak için dolu dolu konuşuyorlardı. Kendi başlarına eylem koyma kararı bile alabiliyorlardı. Özgür Gürbüz gibi. Özgür; “Ben İstanbul’dan Ankara’ya Nükleere karşı geri geri yürüyeceğim” diyor ve bunu gerçekleştiriyordu. Timur Daniş gibi. Timur “Atom’a Karşı Yürüyor”du [Akkuyu Nükleer Sanrtali]. Böylece yeni bir tartışma iş görme birlik olma kültürü yayıyordu. İnsanlar ilk defa ağ tipi merkezsiz bir örgütlenmeyi hayata geçirmeye çalışıyor ve sık sık “Doğrudan Demokrasi” tartışılıyordu. Ender Eren ve Savaş Emek gibi emektarlar ilk defa Nükleer Santral Yapılmasına karşı Mersin ve Akkuyu’ya gidilmesine önayak oluyorlardı. Sinoplular, Akkuyu’ya ve Sinop’ta birlikte dikkat çekiyor, İbrahim Eren grubuyla bizler İğneada’ya giderek orada üçüncü nükleer santral projesine karşı ütopya toplantısı yapıyorduk.

Yeşil-Ekoloji hareketinin üçüncü döneminde ise yazılı metinler ve mücadelenin ideolojik gelişimi açısından 1992-2003 yılları arasında sevgili Savaş Emek ve SOS Akdeniz grubu tarafından büyük özverilerle çıkartılan “Ağaçkakan Dergisi” temel kaynaktır.

2000- 2008 arası Türkiye Yeşilleri dönemi yeşil ekoloji mücadelelerinin çoğunlukla biraradalığı başarabildiği yıllar olmuştur. Bu dönemde Radikal Yeşiller ve eski Yeşiller Partisi üyeleri bir araya gelmiş İbrahim Eren’le Yeşiller Partisi ilk başkanı Celal Ertuğ ortak bir toplantıda birlikte yürümenin önemine vurgu yapmışlardı. İkinci Yeşiller Partisi kurma yolunda Yeşil Diyalog Toplantıları ve bu toplantıların ve katılan ekoloji mücadelelerinin belgeleri önem taşımaktadır.  Bu belgelerin ışığında benim de Program koordinatörlüğü yaptığım ikinci Yeşiller Partisi’nin Program ve Tüzüğü oluşturulmuştur.

Son 10 yıllık dönem ise içinde, şanlı Gezi Direnişi’nin yazılı basılı görsel işitsel tüm dökümanlarını içermekle birlikte bu direnişin temelleri içinde yer alan Hes ve Termik Santral Karşıtı Mücadeleler ve yeni tür hareketlerden Hayvan Hakları ve Hayvan Özgürlüğü savunuculuğu, Özgür ve Bağımsız internet mücadelelerini ve onların her türlü envanterini barındırmaktadır.  İkinci Yeşiller Partisi kurulma çalışmaları döneminde İnternet gazeteciliğine yeşiller fonsuz halde yayınladıkları ve aynı zamanda benim de kurucusu olduğum “Yeşil Gazete” ile adım atmışlardır. Bu dönemde Yeşil Gazete fonsuz ve kollektif yönetimle yayın yapmıştır. Günümüzde yayına devam eden “Yeşil Gazete” fonla ve küçük bir grubun profesyonel çabalarıyla yola devam etmektedir.

Yeşil-Ekoloji mücadeleleri interneti aktif olarak kullanmayı “Karadeniz İsyandadır Platformu”yla ve sevgili Burak Özgüner’imizin büyük emekleriyle Hayvan Özgürlüğü Mücadeleleriyle başarmıştır.

Bu dönem için özel olarak saymak gerekirse 2008’de kurulan ve içinde dönemin yeşillerinin mücadelelerden damıttığı yeşil 10 ilkeyle “Yeşiller Partisi Programı ve Tüzüğü düşünsel belgeler olarak saymak gerekir. Ardından kurulan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi program ve tüzüğü yeşil düşüncenin revize edilmiş ve yardımcı kaynak halinde bir kopyasıdır.

Bu arada yeşil ekoloji mücadeleleri, Radikallerle başlayan ütopya manifesto çalışmaları sevgili Savaş Emek’in de yoğun çabalarıyla “Karaburun Ütopyalar Toplantıları”yla sürmekte olup yine sevgili Burak Özdemir’imizin yoğun katkılarıyla yazdığımız “Yeryüzüne Özgürlük Manifestosu”yla önemli kaynaklara sahip olmuştur.

Gezi Öncesi dönem için 2009 sonlarından itibaren  hareketleri körükleyen ve önlerini açan “Karadeniz İsyandadır Platformu” , “Yeyüzüne Özgürlük Derneği”ve “Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği” ile birlikte günümüzde devam eden mücadelelerin  çalışmalarıyla örülü yazılı görsel işitsel tüm belge döküman ve haberleri yeni dönemin “Yeşil-ekoloji hareketi”nin yeni karakteristik özellikleriyle dallanıp budaklanmış hali olarak ele almak gerekir. Elbetteki bu saydıklarımız yeşillerin örgütlediği değil hareketlerin karakteri gözönünde bulundurulduğunda yeşil-ekoloji karakterli olduğunu belirtmek gerekir.

[Karadeniz İsyandadır Platformu, 25 Nisan 2010, Kadıköy Mitingi’nden]

Karadeniz İsyandadır Platformu’nun -bir dönem Küresel Eylem Grubu’nun yaptığı fakat giderek sönümlenen- Çernobil’in yıldönümü mitinglerini yeniden ve yeni bir anlayışla diriltmesi önemli tarihsel bir olaydır. 26 Nisan’lar Yeşil-ekoloji hareketi için bir dönüm noktası oldu. Karadeniz İsyandadır’la biz yeni kavramlardan söz etmeye başladık. Köylülerin mücadelelerine, yerellere vurgu için “canı yananlar” dedik. Gençlerin İstanbul hareketini “Canı yananların borazanlığını yapıyoruz” diye niteledik. Kimsenin yerine mücadele etmiyor kendimizi öne koymuyorduk. Yaşam alanlarını savunan yaşamı koruyan, canı yananların sesine ses katarak İstanbul’da, dolayısıyla ülkede ve Dünya’da yankılanır olmasını sağlıyorduk.

İkinci olarak, 26 Nisan Çernobil Faciasının yıldönümünde Yeşillerin o güne kadar “Güneş Rüzgar Bize Yeter” sloganında somutlanan anlayışı yetersiz hatta yanlış bulduğumuzu ilan ediyor, uçsuz bucaksız doğa parçalarını kaplayarak atıl bırakan güneş tarlalarına ve yüzlerce sıralanmış rüzgar enerji santrallerine karşı çıkıyor, “Yaşamı Yokeden Enerjilere Karşı Yürüyoruz!” sloganıyla yeni bir anlayış sergiliyorduk.

Gözbebeğimiz bellediğimiz Loç’luların direnişine özel önem verip tüm enerjimizi seferber ederek Vala Kanyonu’nun başlangıcındaki ilk saldırıyı köylülerimizin direnci azmi  kararlılığını bizlerin birikim ve deneyimlerimizle birleştirip ORYA’yı dize getiriyorduk.

Çalışmaları -2000’in başlarında Ecevit koalisyon hükümetinin “Nükleerden vazgeçtik” açıklamasından sonra- sönümlenmeye yüz tutmuş Nükleer Karşıtı hareketi kendi canlılığı ve Karadeniz’in tulumuyla yeniden alevlendirme görevi de Karadeniz İsyandadır’ın önemli bir başarısıdır.

Gezi Direnişimizin en önemli bileşenlerinin en başında yeralan gruplardan biridir Karadeniz İsyandadır, desek yeridir.

“Anadoluyu Vermeyeceğiz” diyerek Antalya’dan Mersin’den İstanbul’dan Karadeniz’den yola çıkanlar da yeşil-ekoloji hareketinde önemli bir kol oluşturdu. Mücadeleleri yolundan saptırmaya çalışanlarla yolunu şaşıranların da musallat olduğu bu yurdun dört bir yanından Ankara’ya yapılan yürüyüşlerin sonunda Yeşil-ekoloji mücadelesini patronların çevreciliği çizgisine çekmeye çalışanlara önemli bir ders verildi.

Başlı başına Türkiye Tarihi’nin ve Dünya Ekoloji Tarihi’nin en önemli direnişlerinden biri olan Gezi bu yazıya sığamayacak kadar çok yoğun ve çok boyutlu bir birikim olarak yeşil-ekoloji mücadelesini genlerimize işlemiştir. Gezi Tarihi Yeşil-ekoloji hareketinin birikiminin hünerli bileşkesi ve doruğa çıkan resmidir.

Yeni Tür yeşil-ekoloji hareketlerine örnek olarak Gezi öncesi, Solaklı Direnişi, Loç Direnişi, Yuvarlakçay Direnişi, Artvin Direnişi ve benzeri direnişler önemli bir yer tutar. Gezi sonrası için yıllar öncesinden devam eden Validebağ Gönüllüleri Direnişi,  Kuzey Ormanları Mücadelesi ve Kazdağları Mücadelesi ile Salda için Türkiye Mücadeleleri yeşil-ekoloji mücadelelerinin önemli örnekleridir.

Bir dönem yayınlanan “Yeşil Öfke” ve söyleşi yapmaktan memnun olduğum “Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi” yeşil-ekoloji yayıncılığının günümüz  örnekleridir.

Bir soruya bir tarihi ve kaynaklarını sığdıracak bir yanıt vermek hayli zor ve söz etmediklerim tavır almaktan değil acelecilik ve unutkanlığımdandır. Araştırmacılar bunlara da bu saydığım kaynaklar aracılığıyla ulaşabileceklerdir.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakimindan olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/oynar mı? Salgın hareketin güclenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulundugumuz koşullarin avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Salgın sürüyor mücadeleler de…
Öncelikle salgın karşıtı mücadele kamu savunucusu karakterli ve aynı zamanda antikapitalist öz taşımak zorundadır. Bu bakımdan yeşil-ekoloji mücadeleleri için salgına karşı mücadele yeni bir alan olarak görülmelidir. Salgına karşı mücadeleye antikapitalist özü ancak ve ancak bu konudan asla taviz veremeyecek olan yeşil-ekoloji hareketleri katabilir. Bu yeni güçlükler ve aynı zamanda olanaklar demektir. Sermaye yanlısı iktidar önceliği yaşama değil paraya piyasaya verdiği için salgınla mücadelede göstermelik önlemler almakta. Buna karşın kamusal yaşamı savunmak da yine ciddi olarak bizlere düşüyor.

Bizler, hem her zaman sokakta, tarlada, ormanda, derelerde en kalabalık halimizle olmalıyız hem de salgına karşı önlemlerden de asla taviz vermemeliyiz. Bu salgın küresel boyutuyla kapitalizmin sonunu müjdeleyen bir tuhaf karaktere de sahiptir. Ekoloji mücadelesini salgın önlemleriyle kaynaştırabildiğimiz ölçüde yeni bir kamusal alan yaratmayı da başaracağız.

Hem yaşam alanlarımızı hem de yaşamı savunmak bize yabancı değil. Türcülüğe karşı mücadele türlerin savunulması, salgına karşı insanın savunulmasını da içermektedir. Yaşam alanlarını savunmayı, Hayvan özgürlüğünü, ayrı bir Türcülük karşıtı mücadeleyi salgına karşı mücadeleyle birlikte vermeliyiz.

Türlerin varlığı ve yaşamı birbirine bağlı olduğu kadar yaşam alanlarının ekolojik özelliklerinin korunmasına da bağlıdır. Küresel sermayenin en kural tanımaz kesimlerine karşı, küresel salgının durdurulması ile doğayı yok eden tüm çalışan kepçelerin durdurulması mücadelesi iç içedir.

Böylesine sorunlu iç içe geçmiş ve sorumluluk gerektiren bir mücadele sıkı bir toplumsal iletişim ağını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenlerle yeni türden mücadele anlayışlarının geliştirilmesi ve internetle sokağın eşgüdümü, mücadelelerin başarısı için temel koşul haline gelmiştir.

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugun ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Bugün ülkede ekolojik kriz iktidarın kendisiyle özdeşleşmiş haldedir. Yaşam alanlarının yıkımı için iktidar şirketlerle bütünleşmiş bir yapıya bürünmüştür. Ekolojik yıkımı körükleyen iktidar salgına karşı mücadeleye de ciddi biçimde zarar vermektedir. Buna karşı, tüm toplumsal yapıların yeşil-ekoloji mücadeleleriyle birlikte diyalog ve işbirliğini örmek gerekir. Bu nedenle  “Ekolojik Demokrasi” kavramını geliştirmeliyiz. Çünkü tam bir ekolojik demokratik program geliştirerek tüm mücadeleleri ortaklaştırmak bizim esas görevimiz haline gelmiştir. Sorun ciddi, sorumluluk büyüktür. Ekolojik demokratik program temelinde mücadelelerin birleşmesi için engelleri aşmalıyız. Yaşam engel tanımaz. Su nasıl akıp yolunu buluyorsa yeşil-ekoloji mücadelesi de Gezi’nin birleştirici ışığında yolunu bulacaktır.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasil bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız.

Ekolojiyle demokrasi arasındaki bağı kopartan bir anlayışa dikkat çekmek isterim. “Konuları dışında” gördükleri alanlara dikkat ederseniz çevreciliğin politika dışı tutulma çabalarını ve bu söylemi yaygınlaştırma nedenleri daha iyi anlaşılır.

Demokrasinin hele hele doğrudan demokrasinin olmadığı yerde ekoloji en büyük tehdit altında oolmaktadır. Ekoloji hareketi politiktir ve her alanda mutlaka sözü olması gerekir. Bu söz, doğayla uyumlu nasıl bir yaşam olabileceğine, ekonomik, sosyal, siyasal yapılanmaların doğal sınırlarının belirtilmesine, erkin bu sınırları hiçe saymasına karşılık isyan reform ve devrimci ekolojik tutumların oluşturulmasına dek gider.

Ekoloji politik, siyasi grupların ekolojiyi dar grupçu çıkarlarına alet etmesi değildir. Ekolojide politika sözüne karşı çıkmak burjuva politik hattının insanları politikadan uzak tutma amaçlarının uzantısı olarak ekoloji mücadelesi verenlerin dilinden uzak tutması gereken bir söylemdir.

Dar grupçuluk, partizanlık, adam kayırmacılık, yandaş doyurmacılık siyaset olarak anlaşılmakta bu yüzden ekoloji mücadelesi verenler bu “siyasetin” bize bulaşmasına karşı çıkmaktadır. Buna elbette karşıyız fakat siyasi alanda bizim mutlaka söz söylememiz gerekir. Meclisten çıkan yasalar yaşam alanlarımızı savunmamıza engel oluştururken “biz siyasete karışamayız” diyemeyiz.

Kelimenin tam anlamıyla doğal hayatımıza, cinsiyetimize kadar politiğiz ve bu politiklik en azından erkin üzerimizde tahakkümünü yok etmeye kadar geçerlidir.

Kapitalizm hayvanları, insanları, gezegeni doğanın bütün yaşam tezahürlerini tahakküm altında tutarak yoluna devam edebiliyor. Bu tahakkümün kırılması ne yalnız başına, ne sosyal bir devrimle ne de çevrecilikle mümkün olamaz. TEMA vb. örgütlenmelerin yaydığı “çevrecilik” anlayışı doğa üzerindeki kapitalist tahakkümün görünmez kılınmasına silikleştirilmesine hizmet eder.

Oysa ekoloji mücadelelerine gereken politik bir hat izlemek ve sosyal kurtuluş taleplerinin adalet istemleriyle bütünleştiği her durumda ekoloji için adalet, doğa üzerindeki tahakkümün kırılması için politika üretmektir.

Marx’ta somutlaşan emekçi sınıflar için sömürü karşıtı adalet, eşitlik, ortaklaşa yaşam mücadelesini ekoloji mücadelelerinin de doğanın sömürüsüne dayalı bir sistemin ortadan kaldırılması için zorunlu bir ittifak haline getirmiştir. İşçiler yaşam alanlarını katleden projelerde çalışmalara karşı çıkmak zorundadırlar artık. Bizler de bu işçiler için dayanışmalar örgütlemeliyiz.  En geniş toplumsal birlik şarttır.

İklim değişikliklerinin gereğini kapitalistler yerine getirmeyi reddettikleri için bu böyledir.

Yaşam alanlarına her türlü saldırıları reva gördükleri için bu böyledir.

Tüm doğayı ranta bulama suyu havayı ticarileştirmeyi dayatmaktan vazgeçmedikleri ve vazgeçmeyecekleri için bu böyledir.

Genlerle oynamayı, yaşamı patent altına alarak şirketlerin nesnesi meta haline getirmek için her türlü yaşam karşıtı yöntemleri temel aldıkları için böyledir.

Bize lazım olan politik bir ekolojidir. Bu ekoloji anlayışı ezilenler ve doğayı savunanları karşılarına alan kapitalistlerin asla işine gelmez.

Bizim için demokrasi insanın ve tüm canlıların doğayla birebir yaşamını kopartmaya yönelik hiç bir çabanın önerilemeyeceği ve uygulanamayacağı bir önceliği güvence altına alma halidir. 

Bu anlamda yeşil-ekoloji hareketleri biraraya gelmenin ekolojik demokratik yeni bir toplum hedefini ortaya koymakla başarılı olabileceğini artık kavramalıdır.

Ekolojik demokratik yeni bir toplum için Ekoloji hareketleri “Ben” “Bizim Grup” öznelliğini yenip ekolojik, türlerin hiyerarşisiz yapılanmasına benzer bir birlikteliği örmek göreviyle karşı karşıyadır. Yapılması gerekenler bu düşünceye uygun olanlar, yapılmaması gerekenler uygun olmayanlardır. Bunun yanıtı, her parçamızın kendi özeleştirisini yapabilme yeteneğinde gizlidir.

Eklemek istediginiz baska bir şey var mı?

Yeşil-ekoloji hareketi Dünya’nın geleceğidir. Bu sorumlulukla hareket edebilirsek uzun yolu kısaltmayı başaracağız diye ekleyeyim.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Sivas’ta beden buldum. Taksim’de kendimi bildim. 12 Eylül rejimine karşı mücadelenin içinden geçtim. Türkiyenin ilk yeşil hareketini oluşturan Radikal Yeşiller’in kuruluşunda yer aldım. “Çevreci” Yeşiller Partisi ile Radikal Yeşillerin birleşmesi için mücadele ettim. Yeşillerin ekoloji mücadelelerinin içinde başarının garantörleri olmaları gerektiğini savundum. Mücadelelerin tıkandığı noktalardan çıkmalarına kafa yordum. Karadeniz İsyandadır’ın, Yeryüzüne Özgürlüğün ve Gezi Direnişi’nin mutfağında yer aldım.

Kısaca ben bu ülkenin doğasının insanlaşmış haliyim diyorum ve bu ülkeye bir yaşam bir can borçluyum...

Paylaş.

Yazar Hakkında

3 yorum

  1. Sevgili Mustafaya bir konuda katılmıyorum iki ereni sayarken ilkinde tamamı ile haklıdır İbrahim Erenin özellikle eko feminist federalist ve çok kimlikli bir yeşil parti düşüncesi ile bu ülkedeki Yeşil Harekete çok değerli katkıları olmuştur ikinci eren ise yeşiller hareketine herhangi bir katkı vermediği gibi tersine zarar vermiştir. Bire Savaş Emek gibi ilk dönem yeşiller partisinin arı kuşu olan Aliağa Eylemlerinin örgütlenmesinde önemli yeri olan dahası Türkiyedeki Nükleer Karşıtı mücadeleye de katkısı olan birisidir Ender Erenin ise burada kurulan NKP’ye dahil olma dışında Nükleller karşıtı mücadeleye de öyle aman aman katkısı olmadı. Ama Savaş Akkuyu olayı başlar başlamaz Akkuyuya gitti orada insanlarla görüştü hatta orada eylem bile yapıldı.Nükleer Karşıtı mücadeleye insan zinciri-ki Türkiyede ilktir- eylemi örgütlenmesi gibi katkıları olan birini de yine Ender Erenle aynı kefeye koymuş ki Enderİbrahim Erenle Ender Ereni yan yana anmak İbrahim Erene hakerettir bana göre. İkinci nokta svegili Mustafa bir konuyu atlamış İbrahim Erenin Claudia Rothun Türkiye ziyaretinde onun konuşacağı binanın kapısına Türk Bayrağı asılarak ulusalcı milliyetç zihniyete selam çakan eylemi ki İbrahim Erenin Yeşil Hareket tarihinde yaptığpı en ciddi hatalardan olmuştur. Muhtemelen bu eylemde kendisi olmadığından unutmuş. Birde Toprak Ana dergi değil gazetedir. İzmirde çıkartılan ilk ekolojik yönelimli Çevre gazetesidir . Bunu da kurucusu ben olduğum isim babası olduğum için iyi biliyorum. Ve üç sevgili Mustafa Enderi övmekten kendine hak tanımayı unutmuş. Çok ciddi haksızlık etmiş. Bu ülkede hala aşılamamış ilk federalist metin dahası heryönden radikal bir metin olan Radikal Yeşil Manifestonun yazım sürecine ciddi katkıları oldu bunun en yakın tanığıyım. Mustafa bu harekete Enderden çok daha fazla şey katmıştır-ki kendisiyle pek anlaşamadıımız bir çok dönem oldu fakat ne olursa olsun Mustafa gibi bir değerin kendine haksızlık etmesine gönlüm razı olmadı. Burada Ertuğrul Akçaoğlunu atlamış ki çok katkıları olan bir arkadaştır bu ülkenin iik strinercilerinden biri olarak Nükleer Karşıtı mücadele de yer aldı ve Radikal Yeşillerin içinden geldi.

    • Mustafa C Arslan yayın tarihi

      Bu da bizlerin zaafiyeti sürekli saldırı altında olduğumuz için dostça yanıtlarımızda bile iğneli konuşuyoruz. Bir yandan övüyor bir yandan gömüyoruz.
      Zamanla dünyayı daha geniş kucaklamayı da öğreniyor insan. Dilaver de antiotoriter yazın dünyasına büyük katkıları olan bir yeşil.
      Tarihimizin bir kapalı kutusu da o.
      Bu katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Onda kalan Ender Eren bu olabilir.
      İbrahim Eren için söylediklerini ise ilk defa samimi olarak dile getirmişsin.
      Claudia Roth gerçekte Alman şovenisti ve Avrupa benmerkezciliğinin tavan yaptığı bir isim.
      Gezi’nin son günü park boşaltılınca Elmadağ tarafında sıradan bir polisle tartışarak Gezi’de boy göstermiş olma derdiyle tvlere çok kötü bir mizansenle çıkmıştı. Eğer gerçekten yeşil olsaydı Taksim Gezi Parkı Derneği nöbet çadırına gelir dayanışmasını dile getirirdi.
      Bu kadar kendini kaf dağında gören ve inadına yeşil olduğunu söyleyen birinin ülke yeşillerini yoksaymasına karşı evet haklısın Dilaver İbrahim Türk bayrağıyla karşı çıkarak yanlış yapmıştır. Aksine bir elinde de yeşiller bayrağı olmalıydı. Elbette elimizde bu toprağın bayrağı olacak O bayrağı öldürmek yoksaymak için değil korumak yaşatmak için sallayacağız Gezi’de olduğu gibi.
      Neyse…
      Sevgili Dilaver’in bu eşsiz görüşlerini bu sitede benzer bir söyleşi ile taçlandırması tarihimizin bütünlüğüne daha iyi katkı olacaktır. Kendisinin ve Yeşşl Direniş’in dikkatine..
      Sevgiler
      mca

      • Sevgili Dostum Değerli Yeşil Yoldaşım İğnelerim sana değil batması gereken kişilere. ben senin nice yoksulluk içinde bu mücadeleye nasıl tüm varlığını kattığının yakın tanığıyım. Senin yok canınla onca çaban varken, sana da çokça kazık atmış birini övmen canımı çok yaktı, öfkem ondandır.Roth konusunda söylediklerine ise hiç itirazım yok ama sömürge valisi edası ile konuşan Hollanda Yeşil Solu karşısında hizaya dizilenler ile İbrahim arasındaki farkı da iyi anlattığın kanısındayım . İbrahimin senin de bildiğin uçlara savrulmalarına bir örnekti verdiğim yoksa milliyetçi sağdan çokça zulüm görmüş birinin milliyetçi olmadığını MHP ile aynı safta olduğunu söylemek gibi bir amacım asla olmadı.

Yanıt Cancel Reply