Ekoloji Politik Bildiri’nin Eleştirisi -Mustafa Cevdet Arslan

0

Ekoloji Politik Grubu’nun Karadeniz’in karşı kıyısında yaşanan savaşla ilgili yayınladığı bildiri Radikal Yeşiller’in kurucularından Birleşik Yeşil Hareket ve Karıncalar Ekoloji Ağı’nda aktif olan Mustafa Cevdet Arslan (MCA) tarafından bazı açılardan eleştiriye tabi tutuldu. Arslan; “Genel olarak savunmamız gereken bir bildiri fakat eleştirel baktığımızda ayrıntılar birçok düşünceyi tartışmamız gerektiğini gösteriyor” diyerek eleştirilerini 8 madde halinde sıraladı ve Ekoloji Tartışmaları Gurubu’nda görüşlerini tartışmaya açtı.

Ekoloji Politik Grubu’nın yayınladığı bildiriyi paylaştıktan hemen sonra MCA’nın yukarıda sözü edilen eleştirilerini yayımlıyoruz. Konuya ilgili duyanları tartışmanın başlatıldığı Ekoloji Tartışmaları Grubu’ndan takip edebilirler. İşte Ekoloji Politik Grubu’nun 16 Mart 2022 tarihinde yayımladığı bildiri:

Savaşa Karşı Ekoloji Mücadelesini Yükseltelim!

Savaşın yıkıcı etkilerini, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtıyla bir kez daha yaşıyoruz. Sıcak çatışma ortamının görüntüleri, tarihsel ve güncel bütün savaşların yarattığı acıları insanlığın barış umudunun kolektif havuzuna topluyor. 2.Dünya Savaşı’nın artık uzakta kalmış bir anı olmadığını, Hitler’e karşı inşa edilen sığınaklarda şimdi yaşam mücadelesi veren çocukların çığlıkları yüzümüze vuruyor. Savaşın tarafları ise açık bir şekilde insanlığı ve gezegeni çok daha ağır yıkımlara yol açacak nükleer savaşla tehdit ediyor. Ortadoğu’daki cihatçı çeteler, şimdi de Avrupa’da katliamlar gerçekleşmek üzere rol alıyor. AB, ABD ve Çin başta olmak dünyanın geri kalanı da doğrudan veya dolaylı bir biçimde bu savaşın içinde. Çatışma Ukrayna’nın topraklarında cereyan ediyor olsa da küresel ölçekte bir savaş durumu içindeyiz.

Savaş, geride binlerce ölü ve onbinlerce yaralı bırakarak devam ediyor. Milyonlarca insan yerlerinden edilip komşu ülkelere kaçmak zorunda kaldı. Yıkılan kentler ve yok edilen yaşam alanlarının bilançosu giderek büyüyor. Savaşan iki ülke gibi görünse de NATO üyesi ülkelerden başlayarak dünyanın geri kalan ülkelerinde de savaşa ve silaha bütçeden ayrılan paylar arttırılıyor. Halklar, artan enerji ve gıda fiyatları nedeniyle en temel insani ihtiyaçlarından mahrum kalarak savaşın faturasını ödüyor.

Savaşın insanlar ve tüm canlılarla birlikte doğal varlıklar üzerindeki yıkıcı sonuçlarına karşı tepkiler yükselmeye devam ediyor. Ancak savaşın sadece sonuçları değil, nedenleri ve cereyan etme biçimlerinin de önemli ekolojik boyutları var. Her şeyden önce petrol ve doğalgaz arzı, fosil yakıtların lojistik hatları, pandeminin de etkisiyle artan yeni güzergâh ve teknoloji arayışlarına baktığımızda bile bu, aynı zamanda bir enerji savaşı. Nitekim ilk gündem itibaren şehirlere sevk edilen tanklar ve atılan füzelerle birlikte enerji sevkiyatı ve tedarik zinciri ile gıda ambargosu, bu savaşta kullanılan en etkili silahlar olmaya devam ediyor. Nükleer savaş olasılığı ve gezegen riski, ilk defa bu kadar açık ve yakın bir tehlike olarak kaşımıza çıktı. Bu tehlikeyi bertaraf edecek BM veya başka bir uluslar arası etkili organizasyona sahip değiliz. Dünya, otoriter liderlerin anlık hırslarına bırakılmış bir nükleer savaş tehlikesiyle baş başa kalmış durumda.

Türkiye, savaşın ekolojik izdüşümlerinin en somut görünür olduğu ülkelerden biri. Rusya’nın müdahalesinin ilk anında Akkuyu ve Sinop nükleer santralleri ile Kanal İstanbul savaş denklemi içinde konuşulmaya başlandı. Ekoloji mücadelesinin temel gündemleri içinde yer alan bu iki konu savaşa karşı verilecek toplumsal mücadeleler içinde de ekoloji hareketine önemli görevler yüklüyor. Savaşın kalıcılaşma eğilimine girdiği bu günlerde barışın sembolü olan zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılması için yönetmelik değişikliği yapıldı. Ardından korunan alanlarda enerji ve diğer talan projelerine imkân verecek mevzuat değişikliği yapıldı. Nükleer Düzenleme Kurumu ile ilgili yine Anayasa’ya aykırı şekilde kanun çıkartılarak; nükleer ile ilgili her türlü yetki saraya verildi. Bu son değişiklikler, bir kez daha ekoloji mücadelesinin savaşa karşı her düzeyde tutum alması gerektiğini gözler önüne sermektedir.

Her savaşta olduğu gibi Ukrayna’nın işgaliyle de insanlar yaşadıkları yerden ayrılmak, ülkeleri içinde ve dışında sığınma aramak zorunda kaldı. İltica haktır. Savaştan ve ölümden kaçan insanlara sınırlar koşulsuz açık tutulmalıdır. Yıllardır küresel adaletsizliklerin yol açtığı kitlesel yoksulluk, açlık ve savaşlar, Irak, Filistin, Yemen, Libya, Somali, Bosna ve yanı başımızdaki Rojava’da olduğu gibi kitleler halinde sığınmacı ve onların dramlarını yaratıyor. Sorumluları arasında yer aldığı savaşların yerinden ettiği milyonlara kapılarını kapatan, mültecileri boğulmaya, donmaya terk eden, sınırları dışında tutmak için ordular donatıp seferber eden Avrupa Birliği, bugün jeostratejik hesaplarla da olsa doğru olanı yapıp Ukraynalı mültecileri kabul ederken bile göçmenleri açıkça renklerine göre de ayrıştırarak göçmen karşıtlığını besliyor. Avrupa kalesinin duvarlarını kalınlaştırıyor. Bütün bunlar ekoloji alanında da tutarlı bir enternasyonalist duruşunun önemini bize hatırlatıyor.

Nükleer, Kanal İstanbul, zeytinlikler ve korunan alanlarda verilen ekoloji mücadeleleri savaşa karşı mücadelenin bir parçasıdır. Bu nedenle öncelikle Akkuyu nükleer inşaat çalışmalarına son verilerek doğaya verilen zararlar nükleer karşıtlarının da içinde yer aldığı bağımsız heyetler tarafından bir an önce tespit edilmelidir. Nükleer santral, 3.havalimanı yapımlarında olduğu gibi şantiyelerdeki iş cinayetleri ekolojik yıkımın öncü göstergesidir. Yaşamı öncelemeyen kapitalizmin kurtarıcısı yapı, enerji, maden ve nükleer santral projelerine son verilmelidir. Bugüne değin bu projelerde yaşamını yitiren, iş yapamaz hale gelen, yaralanan işçilerin bütün yasal hakları ödenmelidir. Kanal İstanbul, nükleer santral projeleri ile doğal varlıklara yönelik talanın önünü açan mevzuat değişiklikleri derhal iptal edilmelidir.

Sermayenin insanlığa ve doğaya karşı yürüttüğü savaşa karşı bütün halklarla barış ve ekoloji mücadelesini yükseltelim.

Ekoloji Politik

Mustafa Cevdet Arslan bildirinin yayımlandığı tarihte 8 maddelik bir eleştiri yazısı kaleme aldı. İşte o eleştiri:

1- Rusya saldırıyor ama bilindik anlamıyla Ukraynayı işgal etmiyor;
Yönettiği askeri güç ve kontrol altına aldığı enerji üretim alanları ve NGSler göz önüne alınırsa Rusya Ukrayna’nın tüm topraklarını istediği an ele geçirebilir ama ortada Suriye’de olduğu gibi bir toprak yüzey işgali yok.

2- Bu bilinen bir savaş değil ve savaşın farklı tarafları arasında çok girift ekonomik ve ekolojik ilişkiler bulunuyor; Almanya Rusya’ya karşı Ukrayna’ya silah gönderiyor ama Rusya’daki maden işletmelerinde ara vermeden üretimi sürdürüyor.

3- Bildiğimiz eski emperyalizm döneminde değil bir tür Negri’nin söz ettiği imparatorluk döneminde olduğumuzdan ya da Gezegen’in globalizmle geldiği yer itibariyle artık her tür faaliyet -etki süreç ve olgularıyla yerel boyutları çoktan aşmış bulunduğundan dolayı- küreseldir. Bu durum sadece Ukrayna olayına özgü değildir. Bu açıdan şiddet unsurlarının kullanıldığı alan Ukrayna yerelidir ama küresel olan savaş değil açıktan yürütülen pazar ve pazarlık konumlanışı ve ilişkileridir.

4- Nükleer yıkım tehdit ve tehlikesi Ukrayna ile kızışıp tehlikeli hale gelmedi. Bu tehdit ve tehlike Nagazaki ve Hiroşima’dan beri aynı ölçüde bir tehlikedir ve biz NGS kazaları ve yaşanılan iki büyük patlama Çernobil ve Fukişima ile bu tehlikenin farkında olmayanları uyarmaya çalışıyoruz.

5- Avrupa göçmenleri/ilticacıları rengine göre değil, potansiyel işgücüne göre ayırıyor. Gayet kapitalist bir yaklaşım. Sınıfsal bakış açısıyla -enternasyonal bir çıkışla- Avrupa’ya yönelik daha radikal eleştiriler geliştirilebilir. Burada ekoloji mücadelelerinin enternasyonalist birliği bir yakıştırma olarak duruyor. Enternasyonal sol sınıfsal bir bağlamdır. Ekoloji Gezegensel/küresel bir bağlamdır (Radikal demokratik yeşillerin vakti zamanında önerdikleri gibi uluslarüstü/uluslarötesi’dir). Bu ayrımlara dikkat etmeksizin ekolojik birlikteliklere stratejik çözümler üretmek uygun düşmüyor. Ekoloji mücadelelerinin içinden ya da dışından bakmak çok temel yanılgılara yol açmaktadır; Ekoloji mücadeleleri, savaşa karşı mücadelenin bir parçası değildir. İçeriden bir bakışla, doğrudan yaşamı tüm boyutlarıyla -bireyden türlere, ekolojik nişten Gezegensel ekolojiye- savunuyorsak, savaş karşıtlığı ve anti-militarist hareket ekolojinin bir alt konusudur. Dolayısıyla mevcut yerel ekoloji mücadelelerini doğrudan savaşa karşı harekete geçirebilmenin dinamikleri -ülkemizde anti-militarist hareketin güdükleştirilmesi ile salt tek taraflı vicdanı redde indirgenmiş olmasıyla- büyük oranda sekteye uğratılmıştır. Bunu gönülden isteriz ama mevcut “köylülerden” örülü yerel ekoloji mücadelelerini savaş karşıtı bir mücadelede bir araya getiremezsiniz. Bu işin öznesi, çalınan güdükleştirilen “yeşil örgüt” ve “partilerle” ülkemizde iğdiş edilmiştir.

6- Türkiye’de Nükleer karşıtlarının içinde bulunacağı “bağımsız” bir heyet kurulması bir hayaldir. Politika hayallerle yürümez. Ancak hayaller somut politikalarla gerçekleştirilebilir.

7- İş cinayetlerinden önce şantiyelerin kurulduğu alanların yokedilen özelliklerinden ve doğrudan oradaki ekolojik özelliklerden söz ederek Nükleer santral ve 3.Havaalanının ölümcül ekolojik zararlarından söz edilebilir; Göletlerin kurutulması, ağaçların kesilmesi, yaşam kaynağı 20 cm’lik toprak katmanının kazınıp çöpe dönüştürülmesi, ana kayaların parçalanması, taşın toprağın tonlarca beton malzemesine dönüştürülmesi, dökülen tonlarca betonla yaşamın o alanda tümüyle yapay tüketimlere bağlı hale getirilmesi… Oysa bildiriyi yazanların temel aldığı sınıf bakış açısı, ekolojik bir bildiride ikincil olarak söz etmemiz gereken iş cinayetlerini zorlamayla, ekolojinin temel konusuna yükseltmiştir.

8- “Kapitalizmin kurtarıcısı”… “Yaşamı öncelemeyen” projeleri kapitalistler niçin iptal etsin! İlk bakışta bu sözler çok önemli gibi duruyor ama gerçekçi değil. Bizlerin propagandası elbette anti-kapitalisttir ama projelerin iptali güçler dengesine ve meşrutiyete bağlıdır. Bunu gözetmezsek her bildirinin altına “Tek yol devrim” yazmamız gerekir. Oysa bizim “politik ekoloji”miz, iktidarın ve üretim biçiminin durumuna bağlı kalmaksızın devrim yapmadan da örneğin nükleer belasından kurtulmak zorunda olduğumuzu anlatmalıdır.

Sonuç olarak her mücadele hattı bulunduğu ve baktığı pencereden kendine özgü politikalarıyla yol alsa, sınıf siyaseti zemininde mücadele verenler sınıfsal safları güçlendirse, ekoloji hareketi ise ekoloji mücadelelerini yükseltse, her bir mücadele hattı diğerine dayatmacı bir tavırla yaklaşmadığı sürece, iktidarlar her alanda daha hızlı sönümlenir ve daha uygun çözümler üretilir.

———————————————–

NOT(1) Mustafa Cevdet Arslan ile gerçekleştirilen kapsamlı bir söyleşi için burayı tıklayınız

NOT(2) Bu tartışmaya katılmak ve katkı vermek isteyenler burayı tıklayarak “Ekoloji Tartışmaları Grubuna” katılabilirler.

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın