Ondaki temiz ruhun yaptığı işle doğaya, cana, yeryüzünün ruhuyla birleşmiş ve bütünleşmiş hali çok hoşuma gidiyordu. Hiçbir karşılık beklemeden, ün veya zaman geçirmek niyetiyle de değil, sadece “Yapılması gereken doğru eylem bu. Doğaya zarar verilmesinin önüne geçilmesi gerek ve ben, önüme çıkan bir fırsatla bu alandaki yerimi buldum ve görevimi yapacağım,” demişti. Ne kariyer ne zenginlik ne de bir aile kurmanın peşinde değildi. Ona en anlamlı gelen kutsal göreviydi bu ve kemiklerine kadar hissediyordu. Böyle insanlarla karşılaşmak, Türk Mitolojisinde yer alan ve Kayın ağacıyla tasvir edilen Tanrı Kayrahan’ın oğullarından Erlik adlı açgözlü, Tanrı’nın toprağını sinsice zimmetine geçirmeye çalışan adamlarla dolu olan günümüzde görmek çok zordur. Eğilip onun ayaklarını öpmek geldi içimden. Onun ayakları, Kayrahan’ın köksaldığı toprağa hizmet ediyordu. Kayrahan’ın iyi oğlu Ülgenler’den biriydi ve ayaklarından akan enerji toprağı güçlendiriyordu. Ben de onun bu hizmetinden ötürü, benim hiçbir şey yapamazken onun benim için de toprağı, suyu, ağaçları ve havayı koruma çabası, onun önünde eğilmemi gerektiğini hissetmiştim. Onu baş tacı yaptım o sırada, insanlara böyle davranırım bazen, içlerindeki iyiyi ve cevheri gördüğümde, ama kimseyi ayaklarını öpecek kadar değerli bulmamıştım daha önce.
HAKAN TOSUN’UN AYAKLARINI ÖPTÜM
Hakan Tosun ile “Yaşam ve Dayanışma Yolcuları”nın Akkuyu’da başlayan “Akdeniz ve Ege Dayanışma Yolculuğu” esnasında tanıştım. İlk defa katıldığım doğayı korumaya yönelik eylemleri sadece yakından izlemek bile beni çok yormuştu. Bir de yolda 15 Temmuz 2016 darbesi olayının meydana gelmesi nedeniyle gerginleşen ortamda, giderek şişmesi nedeniyle patlamasından korktuğum ayaklarıma anksiyete ve panik atağım eşlik ediyordu. Evimde olmayı ne kadar çok istemiştim. Yorgun ruhum, o günlerde beni yatakta yatırarak psikolojimi düzenlemeye çalışıyordu. Tembellik değil, acil bir ruhsal dinlenmeye duyduğum bir ihtiyaçtı benimkisi. Psikiyatristimden ilk defa ekstra ilaçlar vermesini gerektirecek bir durumdaydım. Ona yaşamakta zorluk çektiğimi, sıklaşan ağlama krizlerimi ve ensemden beni yakalamaya çalışan bir canavarın varlığı gibi bir korkuya kapıldığımı anlatıyordum. Gerçek halim bu değildi, umutsuzluğa kapılmayan ve acıyı bile değerlendirmesini bilen bir insandım. Fakat yakın çevremin yalanlarını, maskelerini, çıkarcılıklarını, ahlaksızlıklarını ve ihanetlerini yumuşak bir kalple kaldırabilecek halim kalmamıştı. Hayatın insanı psikoza sokacak şekle bürünmesi karşısında tek başıma ayakta duramayınca, psikiyatrinin ilaçlarından destek alarak ihtiyaçlarımı görebilecek dengeyi buldum.
İşte, Hakan Tosun’la tanıştığımda, ruhun karanlık gecesi denilen zorlu evrelerden birini geçiriyordum. Eski arkadaşım İsmail Akyıldız’ın ısrarla vadilerin, suların güzelliğini anlatarak beni Yaşam ve Dayanışma Yolculurı’na katılmam için ikna etme çabası, boşa çıkmadı; Hakan Tosun’la tanıştım. Grup Silifke’den Manavgat’a belirlenen saatte geçtiğinde, ben de orada olacaktım. Otobüsten indikten sonra otostop yaparak vardığım yerde doğa İsmail’in dediği gibi harikaydı. Ama gruptaki insanlar, yine insanlar gibiydiler; dedikoducu, maskeli ve yalancı. Toplumun doğayı korumaya gönül vermiş olanları, gözümde çok değerli, verdikleri mücadeleyle takdir ettiğim iyi insanlardı.
İlk gece konakladığımız yer benim için korkunç bir yerdi. Sabaha kadar aşırı yüksek sesle çirkin bir tür müzik çalan, deniz kenarında gazino gibi bir yerin yanında, tek tük ağaçların bulunduğu bir toprak alanda yattık. Çoğunun çadırı vardı. Ben, sadece uyku tulumu getirmiştim. Bir ağacın dibine serdim, ama kulaklığıma rağmen gelen gürültüyü engelleyemiyor, uyuyamıyor ve dinlenemiyordum. Anksiyetem çok yükselmişti ve panik atağa yaklaşıyordum. Bu ruh hallerini deneyimlediyseniz, benim dayanılması çok güç bir psikolojik acı ve kasvet içinde olduğumu tahmin edersiniz. Hakan’ın nerede ve nasıl yattığını hatırlamıyorum. Fakat çektiğim eziyete daha fazla dayanamayacaktım. Gruptaki insanlardan bazıları, gürültüden dolayı bağırarak sohbet ediyordu, sanki hiç yorulmamış gibiydiler, inanamıyordum. Herkesin durumu benimkinden iyiydi. Oradan kaçmak istiyordum. Sahile gidip gürültü ve kalabalıktan uzaklaşmam, dalga sesleri ve ay ışığında kumlara oturmam, kendime gelebilmem için tek çareydi. 100 m. kadar karanlıkta yalnız yürümek yerine, Hakan’ı çağırıp onu da kurtarmak istedim. Onunda o ortamdan rahatsız olabileceğini düşündüm.
Çünkü Hakan, hassas ve kendisi olan tek kişiydi aralarında. O, diğerleri gibi oynamıyordu, kendisiydi ve gerçekti. Sakin, gereksiz yere sesini yükseltmeyen, anlam arayışının peşinde biri gibiydi, yani bana benziyordu. Yaydığı titreşim, huzurlu, gerçek, rekabet etmeyen, içten hesap yapmayan, yalan söylemeyen, ona şöyle, buna böyle davranayım demeyen; herkese eşit davranan biriydi. Rol yaparak yaşayan insanlar karşısında ben de rol yapmak zorunda kalırım bazen, ama şimdi kendim gibi olabileceğim, kendisi gibi olan birine ihtiyacım vardı. Kimsenin sahte benliğiyle, yani kendisinin farkında olmayan insanlarla boşa harcayacak enerjim yoktu. Böyle bir arkadaş bulduğum için seviniyordum, çünkü temiz kalpler konuşurken birbirlerinden enerji çalmaz, enerji verir ve birbirlerini yükseltirler.
Birlikte sahile yürüdük, yer yer bitki örtüsü vardı, karanlıkta onlara takılıp düşmemeyi başardık. Deniz, hafif dalgalı ve ay ışığında huzur verici bir parlaklığa sahipti. Müzik duyulsa da rahatsız etmiyordu. Hakan’la yeni tanışmıştık ama birbirimizi daha önceden tanıyor gibiydik. Biraz astrolojiden ve spiritüel konulardan bahsettik. Böylece dünyevi sıkıntılarımdan sıyrıldım. Sonra gruptan bir gencin de kıyıya indiğini görünce yanımıza çağırdık. Bir saat kadar sohbet edip kalktık. Müziğin sesi, kesilmişti galiba ya da ben uyku tulumuma girip kulaklığımı taktıktan bir süre sonra bitti ve uyudum.
Diğer günler de çok zor geçti benim için. Ve her dayanamaz hale geldiğimde olmasa da Hakan’ın yanına kendimi rahatlatmak için gidip onu bazen rahatsız da ettim. Ondan beş yaş büyük, daha çok spiritüel bilgi ve tecrübe sahibi olmama rağmen o günlerde içinde bulunduğum güçsüz psikolojim nedeniyle kendimi güvende hissetmek için onun yanına gidiyordum. Böylece arkadaş olduk. İki yıl sonra da İzmir’de olduğu bir dönem Kuşadası’ndaki evime davet ettim. Önce onu deniz kenarındaki bir çay bahçesine götürdüm. Yolda etraftan aldığımız negatif enerjilere karşı imgelemimizde yaratabileceğimiz balondan ve oğlumun doğumu sırasında yaşadığı travmaların etkisini taşıyor olabileceğinden bahsettik.
Eve dönünce yemek yedik ve konuşmaya devam ettik. Ondaki temiz ruhun yaptığı işle doğaya, cana, yeryüzünün ruhuyla birleşmiş ve bütünleşmiş hali çok hoşuma gidiyordu. Hiçbir karşılık beklemeden, ün veya zaman geçirmek niyetiyle de değil, sadece “Yapılması gereken doğru eylem bu. Doğaya zarar verilmesinin önüne geçilmesi gerek ve ben, önüme çıkan bir fırsatla bu alandaki yerimi buldum ve görevimi yapacağım,” demişti. Ne kariyer ne zenginlik ne de bir aile kurmanın peşinde değildi. Ona en anlamlı gelen kutsal göreviydi bu ve kemiklerine kadar hissediyordu. Böyle insanlarla karşılaşmak, Türk Mitolojisinde yer alan ve Kayın ağacıyla tasvir edilen Tanrı Kayrahan’ın oğullarından Erlik adlı açgözlü, Tanrı’nın toprağını sinsice zimmetine geçirmeye çalışan adamlarla dolu olan günümüzde görmek çok zordur. Eğilip onun ayaklarını öpmek geldi içimden. Onun ayakları, Kayrahan’ın köksaldığı toprağa hizmet ediyordu. Kayrahan’ın iyi oğlu Ülgenler’den biriydi ve ayaklarından akan enerji toprağı güçlendiriyordu. Ben de onun bu hizmetinden ötürü, benim hiçbir şey yapamazken onun benim için de toprağı, suyu, ağaçları ve havayı koruma çabası, onun önünde eğilmemi gerektiğini hissetmiştim. Onu baş tacı yaptım o sırada, insanlara böyle davranırım bazen, içlerindeki iyiyi ve cevheri gördüğümde, ama kimseyi ayaklarını öpecek kadar değerli bulmamıştım daha önce.
Bir yıl sonra yanıma tekrar geldiğinde, benim onun içini görebildiğimi bildiğindendir bana dedi ki, “Küçük bir adam olarak kaldım.” Önce anlamadım, ne demek şimdi bu, dedim. Bana sıradan insanların illüzyonundan bahsedince şaşırdım. Çünkü ben, çoktan aşmıştım. Erlik çoğunluğunun yarattığı çelişkiyi silmiştim hafızamdan. İçedönük bir karakter olduğum için benim başarılarım içime döndükçe artıyor, ama dışarıdan görünmüyorlarsa bundan da rahatsız değildim. Ben kendimi bütünleştikçe mutlu hissediyorum. Banka hesabımdaki para, evlerimin sayısı, dış görünüşüm, kariyerim, bağlantıda olduğum insanlar vs. benim yaşam amacım olan şeyler değil. Kendimim. Kendimi tanımak, evreni ve Tanrısal varlığımı tanımak anlamına geliyor ve bu benim için en eğlenceli ve yaşamayı anlamlı kılan en önemli şey.
Fakat Hakan, içinde bulunduğu güzel insanlara rağmen kendisini modern çağın küçük diye nitelendirilen maddi gücü az olan insan sanrısından kurtulamamıştı. Çünkü insanlar beş duyuları ile algıladıkları şeylere göre hareket ediyorlar eninde sonunda. Hep yere bakıyor insanlar. Bazıları yerden yer kapmaya çalışırken, yani Erlik dediğimiz şeytani oğullar, Ülgenler, yani iyi oğlanlar, dünyayı cennete çevirmeye çalışıyorlar ama başaramıyorlar. Eksik olan şey, gökyüzüne, yani ağaçların üstünde bir büyüklüğe sahip ve tek olan varlığa da bakmayı unutturulduklarından. Türk Mitolojisinde gökyüzüne mavi, derlermiş. Mavi başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz şey olduğu için bu görünenin adı gökyüzü olarak dönüşmüş. Wilhelm Reich da gökyüzüne mavi rengini veren orgon enerjisini keşfetti. Kısacası Mavi, Gökyüzü, eski Türkçe’de Tengri demek imiş, yani şimdi Tanrı diye adlandırdığımız varlık, dinlerdeki Allah, God ve Yehova isimlerinden daha farklı, sevimli, insanı özgür bırakan ama iyileşmesi, doğru olanı bulması adına da eğitim veren bir yapıya ve zekâya sahip. Ben, onunla ilişki içinde yaşamaktan çok memnunun ve mutluyum. Biraz atalarımızdan kam olanlarımıza benzetiyorum kendimi.
Hakan, son olarak geçen sene şimdi oturduğum İzmir’deki evime de geldi. Aradan geçen zamanda çok hızlı bir ilerleme yaşamıştım. İçime yönelmem evreni daha fazla tanımama yaramıştı. Cin, hayvan ruhu ve meleklerle tanışmıştım. Onları tespit etmek için aldığım elektromanyetik ölçer cihazımı gösterdim. Gökyüzünden aldığım işaretleri, ne şekilde aldığımı ve bana nasıl yol gösterdiğini elimden geldiğince tarif etmeye çalıştım. Yerdeki çita desenli halıyı, duvardaki kaplan örtüsünü geceleyin gökyüzüne bakarken onları gördüğüm için aldığımı, sembolik anlamlarının ne olduğunu ve bu anlamları sürekli hatırlamak istediğim için evime de aldığımı söyledim. Daha birçok şey vardı beni anlayabilecek birine anlatmak istediğim ama bunlar, soyut kavramlar oldukları için anlatılan kişide pek bir etki yaratmıyor. Sadece benzeri tecrübelerden geçenler için anlamlı oluyorlar. Ancak ben de birileriyle paylaşmak istiyordum bildiklerimi ve kendimi. Sonra anlatmaktan çıkıp anlattığım gerçeği tekrar hissetmek istedim. Onu hissetmek çok güzel, ayaktaydım, pencere döndüm ve gökyüzüne bakıp neşelendim ve coşkuyla ona olan sevgimi ifade ettim. O an hissettiğim şeyi onunda keşfetmesini istiyordum.
Ne yazık ki ben, onu ışığın mutluluğuna çekmek isterken gölge, bizi kendi yörüngesine çekti. Buna neden olan enerji Hakan’dan bana aktı. Dedi ki, “Demek böyle oluyormuş.” Bunu duyduğum anda alındım ve kırıldım. Çünkü benim için çok özel ve en değerli bilgilerimi onunla paylaşırken ve anlaşılmayı beklerken, galiba alay edilmiştim. Birden dışarı çıkmış olan özüm, içeri kaçtı, kendini korumak istedi ve kabuğunu geçirdi üstüne. Artık bir an için yaşadığım özsel, içimizdeki çocuğun neşesi olan saf neşeyi yitirmiştim. Yerime oturdum ve az sonra enerjimin düşüşünü ve dakikada birkaç kere esneyişimi incelemeye başladım. Kahve içmeye devam ettim. Üstüme bir ağırlık binmişti, uykum geliyordu ve sık sık esniyordum. Oğlumun da dikkatini çekmişti. Onlar daha sonra bira içmeye başladılar, ben de uyumamaya çalışarak uzandım. Birden bire bana ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, ifademin önünün kesilmesi beni etkilemişti evet, ama başka bir şey daha vardı beni saatlerce esneten. Aklıma şifacı kadınlardan öğrendiğim nazar enerjisi geldi.
Hakan’a “Sana çok mu nazar değdiriyorlar acaba?” diye sordum. Nazarı, biz daha çok kıskançlık ve haset edenlerin verdiği enerji olarak düşündük. Fakat batı da nazarın İngilizcesi, “evil eye,” yani şeytani, kötücül göz, demektir. Biz, belki de sadece ben bu şekilde düşünmek istememiş olabilirim. Çünkü aklıma getirdiğim takdirde, kaygılanmaya başlayacağımı bildiğim içindir. Şimdi daha iyi anlıyorum. Hakan’ı en az bir yıldır takip eden kötücül gözler vardı üstünde. Hakan, benim ışığımın koruyucu, yaratıcı özellikleriyle içime kaçmasına sebep olduktan sonra, gölge devreye girdi ve onun üstünde birikmiş olan karanlık enerjiyi sezgilerim hissetti.
10.10.’25 tarihinden iki ay önce bazı şeylerin bitiş portalı açılacak olarak değerlendirdiğim ve babamın da kimliğine yazılmış ama gerçek doğum tarihi olmayan bu sayının geldiği gün benim için olumlu ve önemli bir şeyin olacağını hissetmeye ve düşünmeye başlamıştım. Maalesef çok üzüleceğim bir şey oldu. Gökyüzünün bana dediğini yapmış, 2 yıldır oturuyor olduğum orman kenarındaki evime oğlumun iki erkek, bir kız arkadaşından başka, sadece ev sahibi, tamiratçılar ve önemli bir ruhsal bilgi aldığım 33 yaşındaki bir genç dışında ne bir komşumu ne bir akrabamı ne de bir arkadaşımı evime almamıştım. Zaten insanlarla ilişkilerimi bitiriyordum. Bir daha hiç görmemek üzere bazılarıyla olan bağlarımı kökünden kesiyordum. Hakan Tosun, evime Tengri’nin girmesine izin verdiği tek arkadaşım oldu. Şimdi nedenini daha iyi anlıyorum.
İki gün önce Hakan’ın sakalları dahil bir yansımasını, üstüne kıvrılıp uyuduğu ikili koltuğun arkasındaki perdede gördüm. Silüeti, elini çenesine dayamış, “Hmm,” der gibiydi. O da beni bulunduğu boyuttan daha iyi anlamaya başlamış ve gerçekten demek böyle oluyormuş, diyerek izliyordu. Hakan, yasımız bitti, ailesi için sabırlar diliyorum, onlarınki uzun sürecektir. Fakat Hakan bir öncü oldu. Tengri, toprağa bundan böyle kan dökülmemesini istiyor. Hakan’la kanayan yaramızdan ışık girsin içeriye, yeryüzü toprağına bu gece.
Viladinur Ruhi / 11 Kasım 2025
1- Metin’de geçen Yaşam ve Dayanışma Yolcuları’nın 2016 tarihli yolculuğunun belgeseli yine Hakan Tosun tarafından çekildi. Belgeselin adı: VAR. Konu hakkında haber ve belgeseli İzlemek için: