Eren Akyol ile söyleşi: “Bölge ayrımı yapılmaksızın bu coğrafyanın ranta açılan her karış toprağı birlikte savunulmalı”

0


Yesil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşilere Perisuyu’ndan aktivist Eren Akyol ile devam ediyor; “Gıda ve su başta olmak üzere yaşamın idamesi için zorunlu varlıkları kendi birikim rejimine sokmak için sermaye; savaşlar, siyasi hak gaspları ve antidemokratik uygulamalara başvurmaktadır. Ekoloji mücadelesiyle tüm radikal ve anti-kapitalist hareketlerin ortak mücadele yürütmenin zemini yaratılmalı. Özelikle yerel, bölgesel ve küresel ölçekte ağlar geliştirmeli ve her türden milliyetçiliğe karşı konularak bölge ayrımı yapılmaksızın bu coğrafyanın ranta açılan her karış toprağı birlikte savunulmalı”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 13 Mayıs 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Her düşünce akımı, kendi temellerini yazılı tarihin derinliklerinde arar. Düşünce tarihi boyunca doğa insan ilişkisi hakkında söylenmiş sözler, özellikle de doğanın aşırı kullanımı, tüketilmesi ve yıkıma uğratılması konularında yapılan her yorum (örneğin Platon’un Attica’daki toprak erozyonundan veya ormanların yok olmasından yakındığı meşhur satırları), içinde yeşil düşüncenin nüvelerini taşıyor gibi görünebilir. Üstelik ekolojik krizin tarihi de Mezopotamya’daki ilk uygarlıkların iklim istikrarsızlıkları, kuraklık ve toprağın yanlış kullanımı nedeniyle çökmesi örneğinde olduğu gibi çok eski çağlara dek geri götürülebilir. Ama bunların hiçbiri bugün kullandığımız anlamıyla ekoloji mücadelelerinin ve yeşil düşüncenin tarih boyunca var olduğunu göstermez. Yirminci yüzyıldaki iki dünya savaşı sonrasında dünya, hem yarattığı sosyal ve kültürel iklimle, hem de hızlanan endüstriyel büyümenin çığırından çıkardığı çevre kirliliği, ekolojik yıkım ve kaynak sorunuyla, ekoloji mücadelelerinin gerçek anlamda toplumsallaşmasına yol açmıştır. Sessiz Bahar’a giden yolda İkinci Dünya Savaşı’nda kimyasal silah olarak geliştirilen DDT gibi klorlu organik bileşiklerin mucizevi böcek öldürücüler olarak ekonomik gerekçelerle son derece yaygın kullanılması rol oynar. Hem insan sağlığına, hem de diğer canlıların varoluşuna kasteden sayısız kimyasal madde, 19. yüzyıldan beri ciddi bir sorun olan hava kirliliğinin yanına, su ve toprak kirliliğinin çözülmesi güç bir hale gelmesini de eklemiştir. Buna 60’ların sonuna doğru iyice hızlanan büyümenin, petrol bağımlılığının artmasının sonucu olarak belirginleşen kaynak sorununun ve hızlı nüfus artışının eklenmesi, insanlığı nasıl bir gelecek beklediği sorusunun daha yüksek sesle sorulmasına yol açmıştır. Dolayısıyla çevre ve ekoloji hareketleriyle yeşil politika, sanıldığı gibi farklı tarihsel gelişim çizgilerinin ürünü değildirler. Daha çok aynı tarihsel sürecin giderek ayrıştırdığı iki ayrı mücadele rotası oldukları söylenebilir. Yeşil düşüncenin ve ekoloji hareketlerinin temellerini modern dönem boyunca yaşanan toplumsal mücadelelerden ayırmak mümkün değildir.


Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulundugumuz koşulların avantaj ve dezavantajlari nelerdir?

Koronavirüs insanlığa yaşattıklarıyla bu kısa zamanda bütün dünyada insanların hayatlarının değişmesine neden oldu. Hastalıkla ilgili endişeler, gelecekte ne olacağı konusundaki belirsizlikler sürerken, milyonlarca insan, yaşamında zorunlu bir sadeleşmeye gitmek zorunda kaldı. Bunun sonucunda küresel ölçekte yeni dönüşümleri kaçınılmaz kılıyor. Üretim ve tüketim yöntemleriyle birlikte, eğitimden sağlığa pek çok alanda dönüşümlerin zorunlu yaşanmasına neden olmakta. Bu yaşananlar gösteriyor ki vahşi kapitalizmin doğası gereği daha çok tüketerek, daha çok kar elde ederken bir o kadar milyonları da yoksulluğa mahkum etmektedir. Kapitalist sistemin yaratmış olduğu bütün bu tahribatların toplumun bütün katmanlarınca sorgulanması ve bu sorunların ortaklaştırılarak sahiplenmesi açısından önemli fırsatı görünür kılınması açısından ekolojik mücadele yürütenlerin önüne koymuştur.İnsanlık bu salgını elbette aşacak, ama insanlığı bekleyen daha ciddi sorunlar karşımızda duruyor. Kapitalizmin aşırı kar hırslarının sonucunda daralmaya gitmesinin faturasını emeği ile çalışan yoksullara kesecektir. Kısa süreçte yaşadığımız bu kriz döneminde milyonlara varan bir işsizler ordusu yavaş yavaş evlerinde aileleriyle bölüştüğü ekmeği artık neden götüremediği sorusunu sesli sesli sorması gerekmekte. Diğer yandan da doğaya hükmeden vahşi kapitalizmin yaratığı sorunlardan olan İklim krizi, çevre kirliliği ve doğal varlıklara yönelik tahribatlar önünde, toplum katmanlarının örgütlenerek, tüketimlerini azaltmaya ve yaşamlarını sadeleştirmeleri yönünde dönüşümünü hayata geçirmek zorunda. Aksi halde mevcut sistem doğası gereği politikalarını uygulamaktan vazgeçmeyecektir.

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Türkiye gibi her yönüyle dışa bağımlı olan ülkelerde bunun yansıması hayatın her alanında dahada katmerleştirilerek hayata geçirilmeye çalışılıyor. Keza sistemin tıkandığı bu gibi durumlarda emekçilerin, köylülerin ve toplumun diğer kesimlerin kazanılmış haklarını ellerinden alma ve yeni reçeteleri uygulatmaktan geri kalınmıyor. Bundan ötürü ekolojik kriz değilde bu sistem krizinin, bir sınıf bilinciyle analizini yapıp, örgütlü bir işçi sınıfı mücadelesinin, doğaya hükmeden bu kapitalist sistemin yaratmış olduğu tahribatların önüne geçilmesiyle aşılabilmeli. Bugün virüsün insanları evlerine mahkumm ettiği bir süreçte, ekonomik kriz hiçe sayılarak kanal İstanbul rant projesinin ihalesinin yapılması bütün gerçekliği görmemiz için bir vesile. Bu sistemde yaşam alanlarımıza yönelik her proje kendi öznelliğinde öncelikli. Çünkü her birini doğaya hükmetmek adına ranta yönelik projeler olarak görüyorum. Karadeniz’de derede yapılan HES, Dersim’de güvenlik amacıyla yapılan HES-maden arama, Ege’de yapılan Jeotermal ve rüzgar, Trakya’daki kayagazı, Marmara’daki Termik ve Mersindeki Nükler sistemin karları uğruna hiç tereddüt etmeden hayata geçirdiği projelerdir.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Türkiye’de özellikle son on ve on iki yılda mevcut hükümetin süregelen neoliberal politikaları sonucunda, doğanın talan edilmesinde bana göre dünyada ilk beş ülkelerden biriyiz. Bu fotoğrafın karşısında, yaşam alanlarımızın talan edilmesi farklı yerellerde, farklı mücadelelerle direnişler gösterildi ve gösteriliyor. Dünyanın farklı ülkelerinde de buna benzer direniş yöntemleri gösterilmekte. Sermaye cephesinde ise, dünyada doğaya hükmeden neoliberal sistemdeki karar vericilerin sadece ülkelerinin isimleri farklı ama politikaları aynı. Neoliberal politikaların ekoloji krizini derinleştirdiği, kapitalizmin derinleşen krizine karşı büyük bir mücadele ağının gelişmesi, buna karşı topyekun bir mücadelenin örgütlenmesi gerektiği önümüzde duran bir görev. Bütün bunların sonucunda yaşamı yaratan, ona yön veren emekçilerin mücadelesi ile ekoloji mücadele yürütenlerin mücadeleleri ortaklaştırılarak zemini yaratılmalıdır.

Eklemek istediginiz başka bir şey var mı?

Sistem ömrünü uzatmak için, medyasıyla, üniversitesiyle, muhalefetiyle hergün ekonomik büyüme propagandası ile ekolojik yıkım dayatılmaktadır. Toplumun sürüklendiği tüketim sarmalı, halkın gönencini azaltmakta ve yaşamı yok etmektedir. Gıda ve su başta olmak üzere yaşamın idamesi için zorunlu varlıkları kendi birikim rejimine sokmak için sermaye; savaşlar, siyasi hak gaspları ve antidemokratik uygulamalara başvurmaktadır. Ekoloji mücadelesiyle tüm radikal ve antikapitalist hareketlerin ortak mücadele yürütmenin zemini yaratılmalı. Özelikle yerel, bölgesel ve küresel ölçekte ağlar geliştirmeli ve her türden milliyetçiliğe karşı konularak bölge ayrımı yapılmaksızın bu coğrafyanın her ranta açılan her karış toprağı birlikte sahiplenilmeli. Tarihte hiç bir kazanım kendiliğinden verilmemiştir. İnsanlık büyük bedeller vererek bu kazanımları almışlardır. Ekolojik mücadelede’de bu böyledir.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Sosyal çevremden dolayı çocukluğumdan itibaren politik bir süreçte büyüdüm. Haliyle bu da mücadele yönünde belirleyici oluyor. İlkokulu Elazığ/Karakoçan/Akkuş Köyünde bitirdikten sonra okul için istanbul’a geldim. Tabii herkesin kendine göre cennet olarak gördüğü memleketiyle bende hiçbir zaman bağımı koparmadım. Adeta bu son on yılın neredeyse yarısı bölgemizde yaşam alanlarımıza karşı verilen çok yönlü rant projelerine karşı mücadeleyle geçti. Dersim Peri Vadisi’nde Limak tarafından inşa edilen Pembelik Barajına karşı 2011 yılında kurduğumuz Peri Suyu Koruma Platformu (KAR-DEF) aracılığıyla ekoloji mücadelesini başlattık. Bugünde bölgemizde taş ocakları-maden-hes-jeotermal projelerine karşı mücadeleyi canlı tutmaya çabalıyoruz. Şu anda Karakoçan Dernekleri Federasyonunda Sekreter olarak görev yapıyorum.

Share.

About Author

Leave A Reply