Av. Bedrettin Kalın ile söyleşi: “İnsanlığın tek şansı ekoloji hareketin başarılı olmasına bağlıdır!”

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi’nin “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşileri Türkiye’nin en büyük çevre davası olarak bilinen Cerattepe davası avukatlarından Yeşil Artvin Derneği yönetim kurulu üyesi Bedrettin Kalın ile devam ediyor;

“İnsanlığa aklını başına almasını hatırlatacak hareket ekoloji hareketidir. Bugün, özellikle bilim insanları 2035 yılını kritik sınır olarak ifade etmekte iken ve bu sınıra en fazla 15 yıl yaklaşmış iken iklim değişikliği ile mücadeleyi önüne koymayan hiçbir ekoloji mücadelesinin başarı şansı olamaz. Elbette HES’lere, madenlere, nükleer santrallere, termik santrallere karşı mücadele edilirken bu faaliyetlerin yerkürenin ısınmasına etkisinin dikkate alınarak mücadelenin bu eksende yürütülmesi gerekir.”

Söyleşi: Cemil Aksu / 3 Haziran 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi/Foto: Yasin Akgül

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Ekoloji hareketinin kuşkusuz ki tarihsel bir birikimi oluşmuştur. 1983 yılında Çevre Kanununun kabulünden sonra 1993 yılında yapılan Rio Zirvesinin etkisi ile de hukuksal anlamda çevre mevzuatının temel yasaları oluşmaya başlamıştır. Çevre hakkı 1982 Anayasasında da bir hak ve görev olarak yer almış, gelişmiş bir yasal zemin oluşmuştur. Bu yasal mevzuatın oluştuğu dönemde çevre hakkı 3. kuşak haklardan sayılmaktadır.

90’lı yıllardan sonra ise küreselleşmenin hız kazanması, kapitalizmin krizlerini çözmek için doğal kaynaklara saldırısının giderek hızlanması ile çevre mücadelesi de oluşmaya başlamıştır. Mücadelenin birikim oluşturmaya başlaması Bergama maden davaları ile olmuştur. Cerattepe süreci de aynı dönemlere denk gelmiş, Cerattepe süreci idari kararlarla o dönemde durdurulmuş iken Bergama süreci davalarla, sivil toplum hareketleri, protest eylemler ile sürmüştür. Bu dönemin hukuksal mücadelesi ve sivil toplum direnişi ülkemizin ekoloji mücadelesi açısından büyük deneyimler oluşturmuştur. Bu dönemde özellikle hukuksal mücadele ve mevzuat oluşumuna katkı anlamında başta büyük hukukçu Av. Noyan Özkan başta olmak üzere İzmir’li avukat meslektaşlarımızın katkısı çok büyük olmuştur.

2000’li yıllarda ülkede siyasi iktidarın değişmesi ile çevre sorunlarında adeta bir sıçrama olmuş, geçmiş 10 yılda oluşturulan çevre mevzuatı da ayak bağı olmaya başlamış, giderek şirketler lehine mevzuatta değişiklikler başlamıştır. Bu dönemde özellikle Bursa’da Cargill davası Av. Ali Arabacı’nın öncülüğünde büyük bir birikime dönüşmüş, sular üzerinde de ilk olarak Fırtına davaları örnek olmuştur.

Siyasi iktidarını güçlendiren totaliter dinci siyasi iktidar 2010 yıllarına gelindiğinde ülkenin neredeyse her akarsuyu üzerinde onlarca HES projelendirmiş, ülke topraklarının neredeyse yarısını maden ruhsatları ile yabancı maden tekellerine terk etmiştir. Sonraki dönemde de örneğin ÇED yönetmeliği 18 kez değiştirilerek aslında başlarda çevreyi koruyan yasal mevzuat, giderek yatırımcıyı koruyan, engelleri kaldıran bir mevzuata dönüştürülmüştür. Bütün bunlar elbette çevre hareketini, ekoloji mücadelesini de güçlendirmiştir.

Bu kapsamda örneğin Yeşil Artvin Derneği öncülüğünde sürdürülen Cerattepe mücadelesi bütün ülkeye örnek bir mücadele olmuştur. Geçmişte ormanları vatandaştan kamu idaresi korurken bu dönemde ormanları koruma görevi vatandaşa düşmüş, 1750 m kodunda 245 gün aralıksız nöbet tutularak kamu idaresi ve madenciler Cerattepe’ye sokulmamıştır.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulunduğumuz koşulların avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Koronavirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi açısından mutlaka olumlu bir rol oynamalıdır.  Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım gibi 80-90’lı yıllarda üçüncü kuşak haklardan sayılan çevre hakkı, küresel kapitalizmin azgın saldırıları sonrasında 1. kuşak haklarında üzerine çıkmıştır. Bugün ekonomik, siyasal, temel insan haklarının tümünün uygulanma ve yaşama geçirilme alanı içerisinde yer aldığımız bu ekosistemdir. Ekosistemin devamlılığının sağlanamadığı durumda diğer temel hakların da bir anlamı kalmayacaktır.

Küresel boyuttaki tehlikeler bilim adamları tarafından uzun yıllardır söylenmektedir. Uluslar arası toplantılarda da küresel sorunlar tartışılmakta sorunlara çözümler aranmaktadır. Bu anlamda Kyoto Protokolü ve sonrasında Paris Zirvesi küresel iklim değişikliği sorununa yönelik çözüm arayışlarını göstermektedir. Ancak uluslar arası hukuk ne yazık ki alınan kararları yaptırıma bağlayacak güçte değildir. Dünyanın gelişmiş emperyal ülkeleri bir kuralla sınırlanmayı kabul etmemektedir. Buna rağmen giderek başka çaremizin olmadığı bir dünyaya doğru gidilmektedir. Bilim insanları dünyanın ısınmasının 1,5 derece ile sınırlanmaması halinde 2035 yılından sonra geri dönüşümü olmayan bir aşamaya gelineceğini bilimsel olarak anlatmaktadırlar. Radikal önlemlerin alınmaması halinde dünyamızın 6. yok oluşa doğru gitmekte olduğunu ileri sürmektedirler. Gelmesi muhtemel 6. yok oluş bundan öncekilerden farklı olarak ilk defa insanlığın kendi eliyle yok oluşu hazırladığı bir süreç olarak yaşanıyor.

Bütün bu durumlar küresel anlamda ekoloji mücadelesinin bilinç düzeyine yükselmesine yol açması gerekirken ve çoktan çok daha radikal önlemler alınması gerekirken maalesef beklenen ölçüde bu gerçekleşmiyor. Ancak tamda bu dönemde ortaya çıkan koronavirüs salgını özellikle bu salgının da iklim değişikliği ile ilgisinin de bilimsel olarak ortaya konması ile birlikte ekoloji mücadelesini bilinç düzeyine yükseltmede önemli bir görev yapıyor. Bu gün herkes artık yeni bir dünya düzeninden, korona öncesi ile sonrasının aynı olamayacağından söz ediyor. Eskilerin deyimi ile bir musibetten bin nasihat doğuyor gibi görünüyor.

Bu gerçeklik önümüzde dururken ekoloji hareketinin ekosistemin sorununu doğru tespit etmesi ve kendini dönüştürmesi gerekiyor. Bu gün, özellikle bilim insanları 2035 yılını kritik sınır olarak ifade etmekte iken ve bu sınıra en fazla 15 yıl yaklaşmış iken iklim değişikliği ile mücadeleyi önüne koymayan hiçbir ekoloji mücadelesinin başarı şansı olamaz. Elbette HES’lere, madenlere, nükleer santrallere, termik santrallere karşı mücadele edilirken bu faaliyetlerin yerkürenin ısınmasına etkisinin dikkate alınarak mücadelenin bu eksende yürütülmesi gerekir.

Şu bir gerçektir ki bilim insanlarının söylediği 2035 yılı gelene kadar eski dünya düzeni devam edecek 2035 yılına gelindiğinde birden felaket olacak değildir. Bu süreç giderek ekolojik felaketlerin artarak süreceği bir dönem olacaktır. Koronavirüs bu felaketlerden birisi olarak algılanmalı ve insanlık uyanmalıdır. Yakın bir gelecekte orta Anadolu’nun çöl olacağı Akdeniz sahillerinde yaşamanın mümkün olmayacağı Afrika’dan kitlesel göçler olacağı söylenmektedir. Bu göç dalgalarına hiçbir ülkenin direnç göstermesi mümkün değildir. Bunlar varsayım değildir, nitekim yüzyılın en yüksek 10 sıcak yılının son 15 yıl içerisinde yaşanmış olması tesadüf değildir. İklim değişikliğinin yol açacağı felaketler bu yazının boyutlarını aşacak niteliktedir. İnsanlık küresel boyuttaki bu sorunlara karşı yok olma sorunu ile karşı karşıya olup aklını başına toplamak durumundadır. İşte insanlığa aklını başına almasını hatırlatacak hareket ekoloji hareketidir. İnsanlığın tek şansı da bu hareketin başarılı olmasına bağlıdır. Bu durum ekoloji hareketi açısından yeni olanaklar yaratmaktadır/yaratacaktır.

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

18 yıldır ülkeyi yöneten siyasal iktidar küresel krizi algılamaktan uzaktır. Ülkede üretime dayalı çevreye saygılı bir ekonomik model yerine inşaat sektörüne, ranta ve betona dayalı bir ekonomik modeli tercih eden siyasi iktidar ülke kaynaklarını bitirmiş, ekonomi sürdürülemez bir krizle karşı karşıya kalmıştır. İnşaat sektörünün görece bir rahatlama sağladığı ilk 10 yıllık dönemden sonra ekonomik krizi aşmak için doğal kaynaklara saldıran siyasal iktidar dereleri, madenleri ve diğer kaynakları paraya çevirme yoluna gitmiştir. Doğaya bir saldırıya dönüşen bütün bu etkenler küresel krizin ülkemizde ağır şekilde yaşanmasına sebep olmaktadır. Derelerimiz kurumakta, sulak alanlarımız yok olmakta, ormanlarımız yağma ve talana açılmaktadır. Kıyılarımız betonla kaplanmakta Kanal İstanbul gibi projelerle ekolojik yıkım büyük ölçekte planlanır hale gelmekte, kanalla ayrılan kıyılarda yeni kentler kurularak yeni rant alanları yaratılmaya çalışılmaktadır. Artık tek tek ihalelerle zaman kaybedilmemekte grup ihale yöntemiyle 300-500 ruhsat alanı bir seferde ihale edilmektedir. Vandalizm ülkeye ihanet boyutundadır. Tarım alanları, taş ocakları, jeotermal, maden alanlarının baskısı altında yok olmakta, gıda güvenliği yok edilmektedir. Siyasi iktidar Korona virüs dönemini de fırsata çevirmekte, mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının alınan önlemlere saygı duyarak karantinada olduğu koşullarda ihaleler yapmaya, ruhsatlar vermeye devam etmektedir. Ülkenin en önemli ekolojik sorunu öncelikle bu anlayıştır.

Bunun dışında önem sıralamasına göre ülkemizin ekoloji sorunları öncelikle iklim değişikliği olarak görülmelidir. Yakın bir gelecekte orta Anadolu’da çölleşmenin olacağı, zaten başlamış olan nüfus hareketlerinin giderek artacağı dikkate alınmalıdır. Bu süreci hızlandıracağı bilinen nükleer santral, termik santraller, hesler ve maden projeleri önemli ekolojik sorunlardandır. Bunun yanı sıra ormanların yok edilmesi, jeotermal santrallerle tarım alanlarının yok edilmesi önemli ekolojik sorunlardır.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Ülkenin ve dünyanın geleceği ekoloji mücadelesinin başarısına bağlıdır. Doğru stratejik hedeflere halkın daha fazla sahip çıkacağını düşünmek doğru olacaktır. Nitekim küresel felaketler herkesin çare aramak durumunda kalacağı sorunları önümüze koyacaktır. Ekoloji hareketi on yıllardır biriktirdiği deneyimleri ile halkın önüne doğru çözümleri koyabilecek tek harekettir.

Ancak ekoloji hareketinin halka güven vermesi gerekir. Bunun için kısır tartışmalardan, kişisel egolardan kurtulmak gerekir. Mücadelenin yaşamsal olduğuna öncelikle bu mücadelede olanların inanması gerekir. Ekoloji mücadelesinin bütün toplumu kapsayıcı olması, ayrım gözetmemesi gerekir. Farklı toplum kesimleri farklı sebeplerle bu mücadele içerisinde yer alabilir, herkesin aynı sebeple ve aynı oranda aynı güçle bu mücadele içerisinde yer almasını beklemeye gerek yoktur. Ön şartlardan, ilkeler dayatmaktan vazgeçilmelidir. Ekoloji mücadelesinin bütün toplum kesimlerini bir araya getirme, toplumu barıştırma, ayrışmaları önleme, birbirimizi anlama, demokratik bir toplum düzeni kurmada da en verimli alanlardan birisi olduğunu görmemiz gerekiyor. Değişik çevre sorunlarında çalışan çevre örgütlerinin birbirlerini suçlayıcı tutumlarının ekoloji hareketinin güvenilirliğini etkilediğini düşünmek gerekiyor.

Kendinizi kısaca tanıtırmısınız, bu güne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketinin parçası oldunuz.

Ben 1964 Artvin Şavşat doğumluyum. 25 yılı aşkın süredir avukatlık yapmaktayım, halen mesleğime Artvin’de devam etmekteyim. Bir süre İstanbul’da avukatlık yaptıktan sonra 2000 yılında Artvin’e döndüm. Bir dönem Baro başkanlığı yaptım. Çevre sorunlarıyla ilk kez ilgilenmem 2005 yılında Cerattepe’deki maden faaliyetine karşı Erzurum İdare Mahkemesinde Yeşil Artvin Derneği ve Artvin Barosu adına dava açmamla başlamıştır. 2005 yılından itibaren gerek Artvin’deki ve gerekse ülkemizin bir çok yerindeki bir çok çevresel sorunla ilgilendim.

Bu süreçte ilk önce Yeşil Artvin Derneğinin üyesi oldum. 2008 yılından bu yana yönetiminde yer almaktayım. 2009 yılında kurulan Derelerin Kardeşliği Platformunun iki dönem yürütme kurulunda yer aldım. 2010 da oluşan Su Meclisinin iki dönem yürütme kurulunda yer aldım. 2010 yılında kurulan TBB Çevre Komisyonunda 2018 yılında Barolar Birliği makamını işgal eden Metin Feyzioğlu’nun komisyonu dağıtmasına kadar görev yaptım. Yine bu dönemde çevre avukatları tarafından kurulan ÇEHAV içerisinde yer aldım. Halen TBB Çevre Komisyonunun dağıtılmasından sonra oluşturulan Türkiye Baroları Çevre Komisyonları grubunda yer almaktayım. Artvin Barosu Çevre Komisyonu başkanlığını yürütmekteyim.

 NOT: Av. Bedrettin Kalın’ın 30 Mart 2016 tarihinde Yeşil Direniş’te yayımlanmış bir yazısını buradan okuyabilirsiniz

Share.

About Author

Leave A Reply