Kübra ve Melih ile Söyleşi; “Konu Kazdağları’ndan daha büyük. Bu bir uyanış, farkındalık hareketi!”

1

Kazdağları sadece bizim evimiz değil, dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların evidir. Ev kavramına olan bakış açımızı değiştirdiğimizde, evi tüm dünya olarak algıladığımızda, yaşam alanı tehdidi dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun yaşayan bir varlık olarak yaşam savunmasında yer almak hepimizin görevidir diye düşünüyorum. Doğanın, yaşamın tehdit edildiği herhangi bir yerde hepimiz için var olmak, korumak, kollamak için dayanışmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Yaşam savunucusu olarak var olduğumuz her yerde hiçbir yaşam formunu ayırmadan adil ve sevgiyi çoğaltan barışçıl bir dayanışma içinde olmayı önemsiyorum. Bu demek oluyor ki yaşamı bilerek ya da bilmeyerek tehdit edenler adına da onların da daha iyi bir geleceğe sahip olabilmesi için, birlik için hareket etmemiz gerekiyor. Şefkat, hoşgörü ve dayanışma ile.

“Ekolojik yaşam sadece kırsalda, şehir hayatına kıyasla daha doğal bir ortamda yaşayarak, kişinin kendi gıdasını üretip, bireysel konfor oranını arttırması olarak algılanıyor olması son derece ham bir düşüncedir. Ekolojik yaşam, mekandan bağımsız politik bir anlayış ve yaşam disiplinidir. Küresel, adil eşitlikçi bir vizyona sahiptir. Hak savunuculuğu olmadan ekolojik bir yaşamdan söz edilemez.”

“Birleştirici, destekleyici bir dil kullanarak insanları doğa ile yeniden bağ kurmak, doğanın iyileştirici gücü ve kollayıcılığı üzerine bilinçlendirirsek o zaman hareket için olumlu bir etki yaratma şansımız olabilir.”

“Yapabileceğimiz en küçük etki bile büyük değişikliklerin bir tetikleyicisi olabilir. Bu yüzden katılımcı olmak lazım. Bir çok farklı alanda yapabileceklerimiz var. Kim ne yapabiliyorsa onu yapmaya devam etmeli.”

“Yaşamımızı onarmak üzerine mi yaşayacağımız yoksa yıkıma katkı sağlamak üzerine mi yaşayacağımız esas soru diye düşünüyorum.”

“Ekolojik sorunlara çözüm üretmek için tasarım projeleri ve eğitimler tasarlıyoruz. Verdiğimiz eğitimler içinde uygulamalı olanları kendi arazimizde düzenliyoruz. Arazimizi ekolojik problemlere çözüm üretmek için bir açık hava laboratuvarı olarak tasarladık. Burada birçok onarıcı tekniği deneyerek raporluyoruz.”

“Ekolojik farkındalık üzerine çalışmak, ekolojik tasarımlar yapabilmek, bana sürekli yaşamın doğru tarafında olduğumu hissettirmiştir.”

“Bununla birlikte mücadeleler doğası gereği kısa sürede sonuçlanmazlar. İnsanlık tarihi mücadele tarihi gibidir. İnançlarımız doğrultusunda hepimiz bir mücadele içinde yaşamlarımızı sürdürmüyor muyuz?”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 30 Aralık 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Kübra: Ekoloji hareketi felsefi, sosyolojik, politik, kültürel, ekonomik açıları olan bir çok disiplin ile doğrudan ve dolaylı olarak ilişkili olan bir hareket olduğundan; bu hareketi tarihsel olarak değerlendirmek için öncelikle hangi bölgeye hangi perspektiften bakacağımıza karar vermemiz gerekir. Dünya genelinde ekoloji hareketinin başlangıcını Birinci Sanayi Devrimi ile ilişkilendirebiliriz. Dünyadaki savaşların etkisiyle de hareketin giderek arttığını ve yayıldığını gözlemliyoruz. Ekoloji hareketi benim gözlemlerime göre doğrudan şiddet ile ilişkili. İnsanların ve doğanın şiddete maruz kaldığı dönemlerde hareket kitlelere yayılmış ve etkinliğini arttırmıştır. Örneğin 60 ve 70’li yıllarda savaşlara ve nükleer silahlara karşıt olan insanlar başka bir dünya düzeninin mümkün olabileceğini düşündükleri için ekoköyler kurmaya başlamışlardır.

Tarihsel birikimde fark edilir en önemli unsurlardan biri geçmişte ekoloji hareketi görece küçük bir kitlenin derdi gibi göründüğünden kitlelerin çok fazla dikkatini çekmeyen bir akım iken; bugün ister hareketin içinde olun ister olmayın insanın yıllar içinde yaptığı tahribatlar sonucu yaşadığımız çağın bir sonucu olan iklim değişikliği sebebiyle her kesimden insanın dikkatini çeken bir akım haline gelmiştir. Ekoloji hareketi içinde bulunan insanlar tarihsel süreçte bugün için çözüm önerilerini, bakış açılarını zenginleştirecek birikimi elde etmiştir. Hareketin tarihsel sürecinde değişen bir diğer husus ise geçmişte ekoloji hareketi içinde olan birçok erken ekoköy projesi kendilerini ‘cankurtaran botları’ olarak görmüş, ancak bugün neredeyse tamamı bu senaryonun ne kadar imkansız olacağını anlamış durumda ve sürdürülebilirliğin ancak kimsenin geride bırakılmadığı, gelişen ve yenileyici bir gelecek yaratılarak başarılı olabileceğini düşünmektedirler. GEN (Global Ecovillage Network) eski başkanı Jonathan Dawson, ekoköyleri cankurtaran botlarından “yoğurt kültürüne” dönüşmesi gerektiği ile ilgili bir metafor sunması bu bakış açısının değişmesi gerektiğinin de en önemli göstergelerinden biriydi. Ekoloji hareketinin dünya genelinde geldiği nokta bütüncül bakış açısıyla sorunlara çözüm üretmek ve sürdürülebilirliğin ötesinde “onarım” yöntemleri arayışıdır, yarın nereye gidecek hep birlikte göreceğiz.

Melih: İnsanın doğa tahribatındaki oransal artışı sanayi devrimi ile birlikte gerçekleşmiştir. Gelişen teknoloji ve bilimin bir yan etkisinin doğanın tahribatı olduğunu söylemek sanırım yersiz bir tanım olmayacaktır.Ekoloji hareketi benim gözlemlerime göre doğrudan şiddet ile ilişkili. İnsanların ve doğanın şiddete maruz kaldığı dönemlerde hareket kitlelere yayılmış ve etkinliğini arttırmıştır. Bu küresel ekolojik tahribat ile birlikte savaş karşıtlığı ve doğa savunuculuğunun karşı safta hemen yerini aldığını görüyoruz.

Türkiye ise 1990’lar da Bergama ve Muğla eylemleri ile ekolojik bir hareket ile tanışıyor diyebiliriz. Sonrasında ise vatanın her bir karış toprağının kaynak olarak görülmesi ve bu kaynağın vahşice kullanılmak istenmesi ile ekoloji hareketi ülkenin dört bir yanına hızlıca yayılarak her geçen gün daha geniş bir kesimin dahil olduğu bir hareket olarak devam ediyor.

Ekoloji hareketinin zaman içinde insanın unuttuğu ya da unutturulmaya çalışıldığı çocuk istismarı, kadına şiddet, evrensel barış, ırkçılığa karşı olmak gibi temel değerleri de içerisine dahil ederek gücünü arttırmış olduğunu düşünüyorum.

Ekoloji hareketinin bugüne kadar önemli başarıları ve başarısızlıkları nelerdir?

Kübra: Benim bakış açıma göre dünya genelinde ekoloji hareketi kitle iletişim araçlarını ve tasarımın sunduğu avantajları iyi kullanamamıştır. Yazılan onlarca kitap, düşünce yeterli sayıda insana ulaşamamış,  ekoloji hareketinin tam olarak ne olduğunu aktaramamıştır. Fakat 2000’li yıllara gelindiğinde bu alanda da bir öğrenme ve farkındalık olduğunu görüyoruz. Artık marjinal  grup gibi görünmenin ötesinde tasarımdan ve iletişim araçlarından daha çok faydalanan bir hareket haline geldi. Bu da hareketin yayılması ve gelişmesi için önemli bir unsur. Türkiye’ye baktığımızda ise geçmişte ekoloji hareketi kitleler tarafından salt çevresel felaketlerle ilgilenen çevrecilerin eylemleri olarak algılanır haldeyken bugün de kırsala göç eden herkesin ekoloji hareketinin içinde olduğu gibi bir ek algı oluşmuştur. Bana göre bu bakış açısı harekete zarar veren unsurlardan biridir.  Ekolojik yaşamın sadece çevresel felaketleri önlemeye çalışmak olmadığı, sosyolojik, kültürel öğeleri de içerdiği gibi meseleler yine iletişimle insanlara aktarılmalı ve ekoloji hareketinin marjinal bir grubun temsil ettiği bir yapı olduğu fikrinin değiştirilmesi için çalışılması gerekmektedir. Türkiye’de ve Dünya’da başarılmış bir çok küçük ve büyük örnek mutlaka var, tek tek saymak bir röportaja sığmaz ancak Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin öncülüğünde bir araya gelen Zehirsiz Sofralar  Sivil Toplum Ağı tarafından başlatılan Zehirsiz Kampanya sayesinde birçok tarım zehrinin yasaklanması, son dönemdeki en önemli başarılardan biri.

Melih: Başarı ve başarısızlık kelimelerinin; mukayese gerektiren ve kiminle mukayese ettiğinize göre de değişkenlik göstererek objektif olmayan bir tanımlama çabası olduğunu düşünüyorum.  Mesela Türkiye’yi ele aldığımızda, kır ve kent arasında  zayıflamış olan bağların yeniden kuvvetlenmesi, kolektif hareket etme ve  hakkını arama kültürünün çeşitli sınıflarda kendine yer edinmesi, milliyetçi bir vatan savunmasının yanında bütüncül bir ekoloji savunmasının kendine yer bulabilmiş olması çok önemli başarılardır bana göre. Arkamızda bıraktığımız her bir başarısızlık ise deneyim olarak bir sonraki eylemlerimizde yanımızda yerini alıyorsa başarısızlıktan da bahsedemeyiz.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulundugumuz koşulların avantaj ve dezavantajlari nelerdir?

Kübra: Salgın elbette ki hareketin gelişimi bakımından önemli bir rol oynayabilir. Ancak bunu iyi değerlendirebilirsek. İnsanlar salgın sebebiyle belirsizlik ve kaygı dolu bir döneme girdiler. Ekoloji hareketinin öncülleri, bireyleri olarak bu durumu iletişimde insanları daha da kaygılandıracak şekilde şiddetli bir dil kullanarak, doğa tahribatı böyle giderse daha çok pandemi yaşarız gibi örneklerle insanlara anlatmaya çalışırsak harekete daha çok insan çekmek yerine korku, kaygı duygularını beslemeye yardımcı olmuş oluruz ve bu hiçbir işimize yaramaz. Birleştirici, destekleyici bir dil kullanarak insanları doğa ile yeniden bağ kurmak, doğanın iyileştirici gücü ve kollayıcılığı üzerine bilinçlendirirsek o zaman hareket için olumlu bir etki yaratma şansımız olabilir. İçinde bulunduğumuz durumun avantajı elbette ki artık çoğunluğun “bu düzen böyle gitmez” diye düşünmeye başlamasıdır. Ancak bu aynı zamanda bir dezavantaj gibi görünüyor bana, düzeni kendi düzeni olarak görerek, sadece mevcut durumunu değiştirmek niyeti de bir dezavantaj yaratıyor. Yani daha sağlıklı kalabilmek adına daha az nüfusun olduğu bölgelere/kırsala göçün tetiklenmesi göç alan yerel bölge halkının olumsuz etkilenmesinin yanı sıra, ekoloji hareketinin de kötü etkilenmesine sebep oluyor. Kırsalda arazi alıp ben de ekolojik yaşıyorum diyerek trendi takip eden, suyunu sondajdan sağlayıp organik tarıma girişen bireyleri de doğuruyor. Bu yüzden bu dönemde hepimize bir görev düşüyor. “Ekoloji”, “sürdürülebilirlik”, “onarıcı” gibi kelimelerin içinin boşaltılmasına izin vermememiz lazım. Bu nasıl olur? Biz kendi adımıza bol bol eğitim vererek, konuşmalar yaparak, insanlarla iletişim kurarak bunu bertaraf etmeye çalışıyoruz.

Melih: Küresel çapta bir virüsün bizlere doğa karşısında ne kadar kırılgan olduğumuzun bir hatırlatması olduğunu düşünüyorum.  Güçlü bağışıklık sistemleri, daha çok temiz hava ve açık alan ihtiyacı, temiz gıdaya ulaşılabilirlik, aldığımız gıdanın şifalı olup olmadığı düşünmemiz gereken başlıklardan sadece bir kaçı olarak karşımızda durmaktalar. Virüs ile birlikte paranın çok fayda etmediği, bütüncül bir sağlığın gerekliliği, bireysel refahımızın aslında bir refah olmadığı, sokağa çıkılabilir yaşam alanları yaratmamız gerektiği gibi daha başka birçok önemli kısımda su yüzüne çıkmış bizlerden çözüm beklemekte.

Kurduğumuz sistemin zayıflıklarını görmüş olduk. Corona virüsünün bize en çok bütüncül bir refahın gerçek olduğunu öğretmiş olmasını umuyorum. Virüs sınırları, ekonomileri ve ırkları tanımıyor. Bence hepimizden güçlü olan bu canlıdan örnek almamız gereken yanlar var.

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Kübra: Türkiye ekolojik kriz için eylem planlarını hala olması gerektiği şekilde hazırlayamamış durumda. Biz hazırlığımızı yapmamaya direndiğimiz sürece en kötü şekilde etkilenecek ülkelerden biri olacağız, şu anda da etkileniyoruz zaten. Ancak bu sadece yönetim kadrolarının yapabileceği bir hazırlık değil. Topyekün bir hazırlık gerekiyor.  Bizler bireyler olarak kendi sorumluluklarımızı almalı ve bütünün hayrına çalışmalıyız. Yapabileceğimiz bir çok şey var. Genel eğilim “erk” tarafından hazırlanan bir kanun ya da kurallar silsilesinin uygulanması yönünde oluyor. Ben buna çok üzülüyorum. Bu bakış açısını anlayamıyorum açıkçası. Bu insana kendini çaresiz hissettirir. Halbuki hiçbir zaman çaresiz değiliz. Hepimiz bütünün birer parçasıyız. Yapabileceğimiz en küçük etki bile büyük değişikliklerin bir tetikleyicisi olabilir. Bu yüzden katılımcı olmak lazım. Ne demek istiyorum? Örneğin; çöp ayrıştırılmasını önemsiyorsak o konuda sorumluluk alıp apartmanımızda insanları bilgilendirip ayrıştırma için teşvik edebiliriz. Komşularımızın evinden cam atıklarını toplayıp geri dönüşüme götürebiliriz. Yapılabilecek bir sürü şey var.

Türkiye’de şu an en acil konulardan biri su konusudur bence. Dünya içilebilir su kaynakları açısından bir dar döneme girmiştir ve bu iklim değişikliği etkileriyle de hızla artmaktadır. Bilim adamları bugün yağmuru ve suyu gezegenimize ormanların getirdiğini ispatlamışlardır. Dolayısıyla bu bilgiler ışığında ivedilikle ormansızlaşmanın durması gerekiyor tüm dünyada. Ayrıca şehirlerde su ve atık su için tasarımlar yapılması gerekiyor. Var olan kaynakların akıllıca kullanılması için. Özellikle büyük şehirler su hususunda tüketimin en büyük kaynakları. Şehirlerde su yönetimi ile ilgili ekolojik tasarım bağlamında acil stratejik planlar yapılıp yeni tasarımlarla şehirlerin su tüketiminin azaltılması gerekiyor. Ekolojide en önemli konu diye bir şey yoktur, çünkü ekoloji diye bahsettiğimiz şey kocaman bir bütündür. Suyu ormansızlaşmadan, ormansızlaşmayı verilen maden ruhsatlarından, maden eliyle bozulan toprağı gıda güvenliğinden ayıramazsınız.

Melih: Türkiye’de de dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi son derece şiddetli bir şekilde ekolojik kriz sürmekte. Sadece pek farkında değiliz. Ülkemiz her açıdan çölleşen bir ülke. Bir yandan tarım topraklarımız kayboluyor, diğer taraftan kullanılabilir sularımızı kaybediyoruz, öte yandan ormansızlaşma bütün hızı ile devam ediyor.  Hem politika olarak hem de halkın yaşayış alışkanlıklarına baktığımızda sanki hiçbir şey olmamış gibi davrandığımızı görmek ise gerçekten korkutucu.

Bence ülkenin en büyük ekolojik sorunu ekolojik sorunu yokmuş gibi davranan top yekûn bir halka sahip bir ülke olması. Gerçekleri kabul edip görmeye başlarsak bir şeyler yapmamız mümkün, fakat ekolojik kriz bir kaçımızın uğraşarak altından kalkabileceği bir oyun çamuru değil. Ya hep birlikte mücadele edeceğiz ya da hep birlikte bu serüveni trajedi ile bitireceğiz.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Kübra: İlk soruda zaten bu konuya değinmiştim o yüzden sözlerimi tekrarlamıyorum, ancak özetlemek gerekirse ekoloji bir çok disiplinle ilişkili olan bir alandır. Biyolojiden ekonomiye, ekonomiden sosyolojiye, fizyolojiden felsefeye bir çok alanla ilişkilidir. Bu sebeple bu hareketin içinde doğru yönelimler ve çözümleri geliştirebilmek için bizler de doğadaki çeşitliliği benimsemeli bir çok disiplin ve bakış açısı ile beslenerek bütüncül hedefler ve çözümler ortaya koymalıyız. Doğayı insandan ayıran bakış açısını bırakarak, bütüncül bakışa ilk adımı atabiliriz.

Melih: Hareketin yönelimini bilmek pek mümkün değil. Özellikle tek bir merkez tarafından yönetilmeyen kitlesel hareketlerin refleksleri öngörülebilir olmaktan uzakta, canlı doğası gereği daha kaotik bir düzende ilerlemekte. Önümüzdeki günler neler getirecek, hangi etkiler ortaya çıkacak ve ekoloji hareketi bu etkilere nasıl tepkiler verecek bilemiyorum.

Ne yapmalıyız konusunda ise bir şey söyleyebilirim. Aslında Türkiye’nin bu güne kadar ki temel sorunlarından birini yapmamalıyız. Bütüncül bir politika ortaya koymalıyız. Tek bir kesimi hedef almayan, tek bir kesimin liderliğinde de olmayan bir politikamız olmalı. Bütüncül dediğimizde kesimler, ve sınıflardan başka kavramlarında işin içinde olduğunu idrak etmemiz gerekiyor. Sınıf dediğimizde, ekonomik ve kültürel sınıflardan başka şeylerden de bahsedebilmeliyiz. Konuyu sadece pozitif bilimler ile ele alamayacağımız gibi sadece insanların sorunları olarak da ele almamamız gerekiyor. Bu kolaylıkla ortaya koyabileceğimiz bir politika değil, fakat artık köklü çözümlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Günü kurtarmak kendimizi kurtarmaktan öteye gitmeyen bencil bir çabadan başka bir şey değil.

Sizinle Kazdağları’nda Balaban’da HeryerKazdağları grubuyla birlikte yaptığınız çadır direnişinde tanıştık. Harmonia’da çalışmalarınız devam ederken çocuğunuzla birlikte çadırlarda ve direniş alanlarında yer almanız mücadele anlayışınızla ilgili olmalı. Ekolojik bir yaşam kurmaya yönelik çabanın, dayanışma ve direnişle birlikte sürdürülmesi gerektiğini düşündüğünüzü söyleyebilir miyiz?

Kübra : Kazdağları sadece bizim evimiz değil, dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların evidir. Ev kavramına olan bakış açımızı değiştirdiğimizde, evi tüm dünya olarak algıladığımızda, yaşam alanı tehdidi dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun yaşayan bir varlık olarak yaşam savunmasında yer almak hepimizin görevidir diye düşünüyorum. Doğanın, yaşamın tehdit edildiği herhangi bir yerde hepimiz için var olmak, korumak, kollamak için dayanışmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Yaşam savunucusu olarak var olduğumuz her yerde hiçbir yaşam formunu ayırmadan adil ve sevgiyi çoğaltan barışçıl bir dayanışma içinde olmayı önemsiyorum. Bu demek oluyor ki yaşamı bilerek ya da bilmeyerek tehdit edenler adına da onların da daha iyi bir geleceğe sahip olabilmesi için, birlik için hareket etmemiz gerekiyor. Şefkat, hoşgörü ve dayanışma ile.

Melih : Ekolojik yaşam sadece kırsalda, şehir hayatına kıyasla daha doğal bir ortamda yaşayarak, kişinin kendi gıdasını üretip, bireysel konfor oranını arttırması olarak algılanıyor olması son derece ham bir düşüncedir. Ekolojik yaşam, mekandan bağımsız politik bir anlayış ve yaşam disiplinidir. Küresel, adil eşitlikçi bir vizyona sahiptir. Hak savunuculuğu olmadan ekolojik bir yaşamdan söz edilemez. Yaşam alanlarının korunması aynı zamanda bireyin anayasal bir ödevidir. Eğer biz bu gün ekolojik bir yaşamdan söz ediyorsak, katılımcılıktan, hak savunuculuğundan ve vatandaşlık sorumluluklarımızı yerine getirmekten de söz etmemiz gerekir. Yaşam alanlarının korunması,  tüm canlıların refahının sağlanası gibi bireysel sorumluluklarımızı yöneticilerin sırtına yüklemek kaçak dövüşmeye benzer. Yaşayan tüm canlılar olarak hep birlikte dayanışma içinde mücadele ederek içinde bulunduğumuz küresel iklim değişikli ve beraberinde getirdiği sorunları çözebileceğimize inanıyorum.

Bugün Kazdağları’nda çok farklı bir manzara var. Cengiz holding bölgeye geldi. Bunun hemen ardından çadır nöbeti tutan dostlarımız kolluk güçleri marifetiyle -sizin de nöbet tuttuğunuz- Balaban’dan uzaklaştırıldılar. Çadırları söküldü barakaları yerle bir edildi. Direnişin yükseltilmesi somut olarak neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Kübra: Bir çok farklı alanda yapabileceklerimiz var. Kim ne yapabiliyorsa onu yapmaya devam etmeli. Bugün gelinen durum benim için iç karartıcı bir manzara değil, çünkü benim gözümde bu bir savaş değil, cephe savaşı hiç değil. Bu bir uyanış, farkındalık hareketi. Konu Kazdağları’ndan daha büyük, tüm ekosisteme bakışımızın ve yaklaşımımızın değişmesi gerekiyor. Kazdağları için benim somut önerilerim hukuki anlamda haklarımızı savunmaya devam ederken uluslararası anlamda da Kazdağları gibi mitolojik bir değere ev sahipliği yapan kültür mirasının, endemik türlere sahip olan doğa mirasının insanlığın elinden alınmaması için Kazdağları’nın bu yönlerinin tanıtılmasına katkı göstermek, korunma altına alınması için kurumlara başvurarak bu mücadeleyi sürdürmek gerektiğini düşünüyorum.

Melih: Dünyadan örnek ile gidersek direniş dediğimiz eylemin çok yönlü olduğunu görürüz. Hiçbir eylem bir diğerinden daha az etkili değildir. Eylemleri kabaca, yeterli farkındalık yaratmak, sorunlara açıklık getirmek, derdi doğru biçimde karşı tarafa aktarmak tüm bunları yapabilmek için zararlı olan faaliyetleri engelleyerek zaman kazanmak gibi birkaç ana başlık altında toplayabiliriz muhtemelen. Bir etki yarattığımızda peşi sıra bir tepki ile karşılaşırız. Tepki ile karşılaşmak etki yaratabildiğimiz anlamına da gelir.

Doğa savunuculuğu gibi bütün canlıları etkileyen bir eylemin hedef kitlesi toplumun birçok kesimini oluşturur. Dolayısı ile iletişimin tüm enstrümanlarının etkili bir biçimde kullanılmasına ihtiyaç duyar.  Hukuki mücadele, bilimsel raporlama, festivaller, söyleşiler, çadır eylemleri iletişim kurmanın farklı yöntemleridir. Bu çeşitliliğin arttırılmasının etkili olacağını düşünüyorum. Bununla birlikte mücadeleler doğası gereği kısa sürede sonuçlanmazlar. İnsanlık tarihi mücadele tarihi gibidir. İnançlarımız doğrultusunda hepimiz bir mücadele içinde yaşamlarımızı sürdürmüyor muyuz?

Kırsalda kurduğunuz bu yaşam tarzını seçmenizde çocuğunuz ne kadar etkili oldu? Aldığınız kararın çocuğunuzun gelişmesi üzerine olumlu etkileri olduğunu düşünüyor musunuz? Anne ve baba adaylarına bu konuda söyleyecek sözleriniz olmalı.

Kübra: Çocuğumuz doğduğunda biz zaten yıllardır kırsalda yaşayan insanlardık, yani göçle çocuğun bir ilişkisi yok. Kırsalda çocuk yetiştirmenin bir çok avantajı ve dezavantajı var. İnsan nerede yaşarsa yaşasın mutlaka olumlu ve olumsuz etkenlere maruz kalarak yaşamını sürdürüyor. Ancak elimizde ne olduğunun farkına varıp, bütünün faydasını gözeterek yaşadığımızda nerede yaşarsak yaşayalım herkesi gözettiğimizden mutlu ve huzurlu bir yaşam kurabiliriz. Dolayısıyla bence bir anne babanın vermesi gereken karar çocuğunu kırsalda mı şehirde mi büyüteceği değil, kendi yaşamlarını diğer canlılara karşı sorumlu olduğunun ne kadar farkında olarak yaşayacağı ve kendini doğadan ayırmadan bir canlı olarak yaşamayı isteyip istememesidir. Bu kararı verdiğinizde çocuğunuz şehirde de büyüse ormanda da büyüse fark etmez. Yaşamımızı onarmak üzerine mi yaşayacağımız yoksa yıkıma katkı sağlamak üzerine mi yaşayacağımız esas soru diye düşünüyorum.

Melih: Kırsal yaşam bizim için çok eski bir hayaldi. On yıl önce gerçekleştirmek için şehirden çıkabilecek fırsatı bulabildik. Asya çok sonra dünyaya geldi. Sağlıklı bir çocuğun yetişebilmesi için sağlıklı ebeveynlere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Kırsal yaşamın şehir yaşamı gibi bazı avantajları ve dezavantajları beraber geliyor karşınıza. Elbette ki çocuğumuz yaşadığı yer gelişiminde oldukça etkili oluyor. Ama bence en önemli konu, yetiştirdiğimiz canlının bir gün dünyanın gidişatı üzerinde söz sahibi olabileceği ihtimali. Bu sorumluluk ile bir canlı yetiştirebiliyorsak nerede yaşadığımız ikinci planda yer alıyor. 

Bugün aktif olarak hangi çalışmalar içerisindesiniz?

Kübra: Ekolojik tasarım alanında kurum ve bireylere tasarım danışmanlığı yapıyorum. Arazilerin ekolojik tasarımı, atık su tasarımı, konsept tasarımı, markalaşma tasarımı, ürün ambalaj tasarımı gibi konularda  tasarımlar üretiyoruz. Bunların yanı sıra tasarım stüdyomuzun bir projesi olan “Harmonia Kaybolan Sanatlar ve Ustalıklar Okulu” projesinde eğitmen ve eğitim koordinatörlüğü yapıyorum. Harmonia olarak “Ekolojik tasarım”, “Ekolojik Mimari”, “Südürülebilirlik İçin Tasarım”, “Yeşile Boyama: Markalaşmada Ekoloji Tanımının Kötüye Kullanımı” gibi konularda hem bireylere, hem de kamu kurumlarına eğitimler veriyoruz. Ekolojik sorunlara çözüm üretmek için tasarım projeleri ve eğitimler tasarlıyoruz. Verdiğimiz eğitimler içinde uygulamalı olanları kendi arazimizde düzenliyoruz. Arazimizi ekolojik problemlere çözüm üretmek için bir açık hava laboratuvarı olarak tasarladık. Burada birçok onarıcı tekniği deneyerek raporluyoruz. Deneyimlerimizi ve birikimlerimizi hem eğitimlerde katılımcılarla paylaşıyoruz hem de çeşitli dergi, radyo programı, üniversitelerde katıldığımız konferanslar, çevre festivalleri gibi etkinliklerde panellerde insanlarla paylaşıyoruz.

Melih: Kırsalda geçirdiğimiz 10 yıl tempomuzu hiç düşürmedi hatta daha da arttırdı diyebiliriz. Eğitimlerimiz, farklı şehirlerde projelerimiz, seminer ve diğer çalışmalarımız covid döneminde de devam ediyor. Bazı çalışmalar çevirim içi olarak şekil değiştirdi. İstediğimiz kadar aktif olamadığımız alanlar da peşimizi hiç bırakmıyor. Haliyle her tarafa yetişemiyoruz. Fakat ekolojik farkındalık üzerine çalışmak, ekolojik tasarımlar yapabilmek, bana sürekli yaşamın doğru tarafında olduğumu hissettirmiştir.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Kübra: Türkiye’nin ilk dağ başına kurulmuş sosyal fayda gözeten Harmonia Multidispliner Ekolojik Tasarım Stüdyosunun eş-kurucusuyum. Tasarımcıyım. Kendimi hayatımın hiçbir döneminde bir grubun, cemaatin parçası olarak görmedim. Ekolojik hareket içinde bir dönem Yeşil Gazete’ye gönüllü çevirmenlik yaptım, yazılar yazdım. Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nde gönüllü olarak çalışıyorum, Türkiye  Ekolojik Yerleşkeler Ağı EKOYER’in koordinatörlüğünü yapıyorum, aynı zamanda Küresel Ekoköyler Ağı olan GEN’in iletişim ekibinde gönüllü olarak çalışıyorum. Harmonia olarak bir çok STK ve kamu kuruluşu için de ekolojik tasarımı yaymak için gönüllü projeler yürütüyoruz.

Melih: 10 yıl önce İstanbul’dan Kırsala geldim. Burada eşim ile Harmonia Multidisipliner Ekolojik Tasarım Stüdyosu’nu kurduk. Geleneksel Yapı Teknikleri adında bizim toprakların ilk ekolojik mimari kitabını yazdım. Sonrasında kırsal atölyeleri kitabı ile devam ettim. Hem kendi arazimizde hem de farklı şehirlerde üniversiteler ile sivil toplum kuruluşlarında ekoloji eğitimleri, söyleşiler ve konferanslar düzenliyoruz, ekolojik tasarımlar yapıyor ve çeşitli projeler yürütüyoruz. Harmonia Ekolojik Tasarım Stüdyosu’nun ortağı, doğal yapı malzemeleri derneğinin kurucu üyesi, Buğday derneği gönüllüsü olarak çalışmalarıma devam etmekteyim.

Melih Aşanlı, 02/08/1980 tarihinde İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Türk Sanatı Bölümü’nden mezun oldu.

Kübra Köprülüoğlu Aşanlı, 26/08/1984 tarihinde Sakarya’da doğdu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü’nden mezun oldu

Asya Aşanlı, 22/01/2016

Share.

About Author

1 Comment

  1. Merhaba Kübra, Melih. Söyleşinizi zevkle okudum. Ekoloji hareketinin “çok yönlü” olduğunu belirtmenizin yanında, sürekli dayanışma ve birliktelik mesajları vermeniz beni sevindirdi, benzer düşüncelerde olduğumuz için. “Sürdürülebilirliğin ancak kimsenin geride bırakılmadığı…”, “ekoloji hareketinin marjinal bir grubun temsil ettiği bir yapı olduğu fikrinin değiştirilmesi gerekmektedir”, “birleştirici ve destekleyici bir dil kullanma”, “katılımcı olmalı” gibi ifadelerinizden ekoloji hareketinin bir grup ve/veya ideolojinin etkisi altında kalmadan, özgür bireylerce yürütülen, ortak bir mücadele ile yürütülmesi anlamını çıkarıyorum. Zaten söyleşi içinde yer alan “Hayatımın hiçbir döneminde bir grubun parçası olarak görmedim” söylemi ile “özgür ve bağımsız” olarak hareket içinde daha başarılı olabileceğinizi belirtmişsiniz. Tüm bunları yazma nedenim, yıllardır süren bu tür ekolojik hareketlerin “politik” olarak düşünülmesi, ideolojik birikimlerce yönlendirilmesi tartışmalarının halen sürmesi. Bu durum, sizin de belirttiğiniz gibi hareketi “marjinalliğe” götürebileceğinin göz ardı edilmesine, sonuçta kitle kayıplarına yol açmasına neden olmaktadır. Sizler gibi ben de yaşam savunucularının özgür ve bağımsız bireyler olarak, herkesin ortaklaşacağı ilkeler ve yöntemler çerçevesinde mücadele edilmesinden yanayım. Teşekkürler yararlı bilgilendirmeleriniz için, umarım pandemi kısıtlamaları hafiflediğinde yolumuz bir yerde kesişir.

Reply To İhsan İçten Cancel Reply