Bir Çed toplantısının düşündürdükleri…

0

Çanakkale Lapseki ilçesi Şahinli köyünde geçtiğimiz hafta, Nurol Holding’e bağlı Tümad madenciliğin, Eczacıbaşı Esan’dan devraldığı, köylerin de içinde olduğu alanda, altın ve gümüş madenciliğinde kapasite artışına gitmek için yaptığı çed başvurusunun, halkın katılım toplantısı vardı.

Ülkemizde kısa adı Çed olan, Çevresel Etki Değerlendirmesi 90’lardan beri uygulana gelen bir yönetmelik. Bu yönetmelik ile özellikle büyük yatırımların başlatılabilmesi için, yasal mevzuata uygun hale getirilmesi amaçlanıyor ve Çed raporları da buna hizmet ediyor.  Son bir yılda ise Çed olumsuz kararı çıkmış  sadece iki projenin bulunduğu ve onlarcasının olumlu ya da Çed gerekli değildir kararı alındığı bir ülke gerçekliğinde, ekoloji örgütlerinin bu bilgilendirme toplantılarına katılım sağlayıp, raporu hazırlayan danışmanlık firması yetkililerine, birbirinin kopyası,proje tanıtım dosyası gibi hazırlanmış raporlar üzerinden, sorular yöneltip, hakkaniyetli yanıtlar almayı umması ne denli gerçekçidir? Ve doğa savunularında mücadele alanları bu gerçekçilikten uzaklaştıkça kazanmak nasıl mümkün olacaktır!

Benzer durumlara aynı tepkileri vererek farklı sonuçlar almayı ummayı bırakmak ya da  eylem ve hareketlerde tümden yenilenmek gerekir. Keza yerelin desteklediği ya da istihdam ve rüşvetler ile kandırıldığı projelerin Çed toplantılarında, sıklıkla çevre örgütlerinden gelenlere yerel halkın sitemkar yaklaşımı, hep aynı tekrarlanan argümanlarla karşı çıkışları ve ekoloji hareketinden gelenlerin de karşı argümanlarını kurarken tekrara düştüğü, yerelde karşılık bulmayan iletişim-sizliğin bir yabancılaşma ve kopukluk yarattığı da açıkça ortadır.

Şahinli köyünde yapılan toplantıda ise dikkat çekici birkaç durum vardı. Madenin de bulunduğu köy olması dolayısıyla, madende çalışanın da en çok olduğu köy aynı zamanda Şahinli. Hal böyle olunca köyden madende çalışan erkekler, dışarıdan gelen köylüleri, muhtarları, ekoloji örgütlenmelerinden katılımcıları toplantı salonuna almamak için, neredeyse insan barikatı kurup, içeri girilmesin diye epey direnç gösterdiler. En öndeki kadınları ittirmek suretiyle taciz ederek, kimlik sorma hakkını dahi kendinde görerek üstelik. Tüm bu sürece kolluk kuvvetlerinin seyirci kaldığını da ayrıca not etmek gerekir. Belli ki maden şirketi, madende çalışanlar ve kolluk birlikte hareket ediyor her zaman olduğu gibi!

Kadın doğa savunucularının ısrarlı tavırları ve zorlamaları sonucu içeri girildiğinde, şirketin özel güvenliği gibi hareket eden maden çalışanları, toplantı boyunca dışarıdan gelenleri sürekli proveke edip, sözlü saldırıda bulunmaya da devam etti. Kendi içimizdeki konuşmalara dahi müdahil olarak sataştılar, sözümüzü kesip ithamlarda bulundular. Tüm bunları yaparken organize bir şekilde, çed raporunu hazırlayan danışmanlık şirketinin elemanları ile, göz temasında olup, birbirlerini yönlendirdikleri, önceden bir hazırlanılmışlık içinde oldukları da açıkça anlaşılıyordu. Peki ekoloji hareketleri temsilcileri, aktivistler teorik ve pratik olarak önceden hazırlanıyor mu halkın katılım toplantılarına? Gerçekten söz alarak yapılan teorik  itirazların, Çed’in daha iyileştirilmesi için sürekli şirket yetkilileri tarafından kaydedildiği, şirket yetkilileri ve çed raporunu hazırlayan danışmanlık firmasının yanıltıcı beyanlar ile  gerçeklikten uzak söylemlerinin sesli olarak tekrar edildiği bu katılım alanlarını, ekoloji hareketinden gelenler nasıl okumalı ve sergilenen  bu vahim duruma dahil olmadan, madenin gerçek yüzünü yerel halka ifşa etmek için nasıl tavır göstermeli bu öncelikle tartışılmalıdır.. Çed mevzuatının sorunlu bir yönetmelik olduğu ortadır. Biliyoruz ki halkın katılım toplantıları yaptırılmadığında  dahi, projenin genel sürecine ket vurulmuş olunmuyor. Yöre insanlarının projeyi tümüyle red etme hakkı, bakanlık ve bakanlığın desteği ile proje sahibi şirket tarafından görmezden geliniyor. Yerelin, ekolojistlerin itirazları çed raporunu iyileştirmek ve olumlu kararı alması için dikkate alınacak doneler olarak görülüyor sadece.

Halkın katılım toplantısını düzenleyen Tümad altın madenciliğinde yeni bir isim. Çanakkale Lapseki dışında, Balıkesir Burhaniye İvrindi’de de altın madeni işletmekte. Proje finansmanını Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın gerekliliklerini yerine getirerek, yurtdışından alması dolayısıyla da, bankanın gerekliliklerine uygun olarak pek çok kriteri yerine getirmek mecburiyetinde. Dolayısıyla görünürde sürdürülebilir madencilik anlayışıyla çevre bilincinde davranıyor gözükmek zorunda.

Tümad doğaya karşı sorumluluklarını yerine getireceğini taahüt edip, tarım ve hayvancılığa zarar gelmeyeceğinin altını çiziyor. Peki bu nasıl mümkün olacak şeftali ve kirazda ihracat yapacak kadar kaliteli ürünün çıkan bir bölgede? Ya da kapasite artışı ile 5 hektardan 34 hektera ve son olarak başvurdukları 429 hektar ile, 750 futbol sahası büyüklüğü bir alanda, köylünün hayvancılık için kullandığı mera alanlarının elinden alınacağından hiç bahsetmiyor.. 270 hektarlık bölümü ormanlık olan maden projesinde, ormanda kesim yapıp, düz traşlama yöntemiyle tüm ekosistemin dengesini bozacaklarına ise hiç değinmiyor.. Su kaynaklarını tüketmeyeceklerini aksine yeni su kaynaklarını köylüye sağladıklarını övünerek belirtiyor. Geçmişte Eczacıbaşı’nın şimdi ise Tümad’ın nasıl yöredeki  içme suyu tedarik  edilen derin kuyuları ele geçirdiğini tüm yöre biliyor oysa. Keza altın madenciliğinde fazlasıyla suya ihtiyaç olduğunu ve Alamos Gold’un da, patlatmalı bakır ve daha sonra altın çıkartmayı uman Cengiz Holding’in de Çanakkale kırsalında, projelerine yakın köylerdeki suya nasıl göz diktiğini örnekleriyle biliyoruz. Şahinli köyüne getirdik dedikleri suyun kullanılmayacak kadar kireçli olduğu, evlerde tüm otomatik makineleri  bozduğunu Şahinli köyünün toplantıya girmeye çekinen köylü kadınları anlatmışken, Tümad genel müdürünün toplantıda köye su getirmeleri ile övünmesi tam bir ikiyüzlülüktür o yüzden.

Madenin yapılacağı Pasa atık sahasının Çardak ve Lapsekiyi besleyen Bayramdere Barajına yakınlığı projede açık olarak görülmekte. Pasa depolama alanı toplam 156 hektar genişlikte. Bu alan barajın orta mesafeli koruma alanında yer alıyor. İçme ve sulama suyu barajı olan Bayramdere’ye yakın pasa alanında katı atık bulunduracaklarını, sıvı atık bulundurmayacaklarını üstüne basarak belirten Tümad genel müdürü katı atığın zararsız olduğunu düşünmemizi istiyor olsa gerek. Oysa daha yeni geçtiğimiz aylarda Ayvalık’ta bir demir madenine ait katı atıktan oluşan pasa dağı çöktü, Madra barajı yakınında boyutunu bile bilmediğimiz bir çevresel felaket yaşandı.  Bu katı atıkların içeriğinde pek çok açığa çıkmış ağır metal var ve havayla, yağan yağmurla temas ettiğinde nasıl etkileşim göstereceğini bilmediğimiz bu ağır metallerin  toprağa, Bayramdere barajındaki içme ve sulama sularına,  yeraltı su kaynaklarına sızıntısı durumunda vereceği zararı Tümad görmezden gelebilir ama doğanın ve o doğada yaşam alanı bulunan hiçbir canlının bunu görmezden gelme lüksü olamaz.

Çed raporlarında söz konusu projenin sadece çevreye olan etkisi değil, aynı zamanda sosyal etkileri üzerinde de durulması gerekir. Yaşamın tarihsel, kültürel ve gündelik akışından kopuk sadece kendi yararına hizmet eden bu projelerin tek gerçeği elde edecekleri rant oysaki.. İşte tam bu noktada madene yakın köylerden Yeniceköy muhtarı söz aldı ve dediki; ‘Çamlık mevkimiz var bizim, tarihi mevkimizdir. Bizim didemiz(dedemiz) var burada, biz burayı madene veremeyiz.’ Çamlık alandan inançları dolayısıyla bir dal kesmez iken maden için burayı talan ettirmeyiz dedi muhtar. Aslında Kirazlı’da Alamos Gold’a karşı ‘Kadın erenler diyarı Kazdağları Sarıkız’ın makamı altın madencilerinin değil’ derken tam da  bundan bahsetmiştik. Çanakkale kırsalında, yörüklerden, türkmenlere, manavlardan, göçmenlere her köyün inandığı ermişler, yatırlar, ebeler var. Bu dağlar, ormanlar, vadiler kültürel anlamda toplumsal inanç sisteminde kutsalı olan, ritüellerin, adetlerin yapıldığı, ortak manevi bilinçte ortaklaşıp, sosyalleşildiği, doğayla uyumun, yeryüzüyle bir olmanın hissedildiği doğaüstü değil doğaiçi yerler. Doğa üstü gizemli söylenceler ile günümüze kadar aktarılanlar da aslında toplumun kollektif bilincinden gelen arketipler. Ve bu arketipler tüm yaşamımızın özünü biçimlendiriyor, doğayla bir oluşumuzu da.

Madenciler doğaya baktıklarında,yerin altındaki, milyonlarca yılda oluşmuş madene, maddi olana sadece odaklanıyorlar,doğaya tahakküm uygulayarak kontrolü ele geçirecek ve birtakım şirketlerin mülküne  alacaklarını düşünüyorlar. Militarist devletler eliyle de bitmeyen sömürgecilik anlayışı yani. Oysaki iklim değişikliği, iklim krizi  de bu yıkıcı vahşiliğin, bu tahakkümcü anlayışın bir sonucu. Yeryüzü ile işbirliği içinde, manevi olarak doğayla bir bağ kurulduğunda, yereller için doğayı kontrol etme değil, doğaya uymak, uyumlanmak söz konusu. Kadim izlerin yaşatıldığı bir coğrafyada, tüm coğrafyanın kaderini değiştirmekte rol alacak madenciliğin önünde durmaya tek başına yetmez elbet bu maneviyat. Ama Yeniceköy muhtarının madene karşı olmalarındaki motivasyonunu belirlemeye yetmişti.  Peki ekolojistler eyleme geçmek için böyle bir motivasyonu anlayıp, bu değerleri, kültürel ve tarihsel olarak yereldeki insanların bakış açısından görebiliyorlar mı? Yerelde doğayla kurulan özdeşliğin kaynağı olan bu manevi bilinci anlamaya çalışıyorlar mı? Yeryüzünün yaşayan bir canlı olarak kabul edilmesi için ekolojik anayasa önerileri konuşulacaksa tam da bu manevi değerleri referans almak gerekir oysa…

Tümad kapasite artışı projesinin sağlayacağı istihdam sayısını 80 kişi olarak belirtilmiş raporda. Toplantıda bir kadın ‘Çedten Çed’e geliyorsunuz, çocuğuma bez alamıyorum madende çalışmasa eşim’ derken, ülkedeki derin yoksullaşmanın kaynağını, yönetilememizi ve iktidara duyulan isyanı madenin geçici iş imkanıyla soğutmayı seçiyor, hemde toprağından, havasından, suyundan vazgeçerek ödeyeceği ağır bedelleri bile düşünemeyecek bir çaresizlikte.. Ekolojistler bu çaresizlik yüzünden köylüye değil, sisteme  kızgın olmalı. Köylünün madenin dayattığı kadere sarılmaması için ellerindeki üretiminin değerli kılınması, desteklenmesi gerekiyor ve bu da bir yönetim sistem sorunu yine.  Ekolojistler ‘İklimi değil Sistemi değiştir’ sloganını boşuna atmıyorlar. Lakin içinde yaşadığımız coğrafyanın ve bizim kaderimizi belirleyecek olan ise bu sloganların artık eylem ve harekete, hayata geçirilmesi ile mümkün olacak. Maneviyat ve aktivizmin el birliği ile.

Şimdilerde çok popüler antroposen yıkım çağına girdiğimizin bilgisi. Bizi iklim değişikliği sonucuna götüren, doğayla bir arada ortaklaşmamızın kaynağı biyoçeşitliliğimizin, yaşam formlarının, canlı hayatının üzerinde mülkiyet kurma, hak talep etme sapkınlığından vazgeçmezsek, evet bir yıkım çağına hızla gidiyoruz. Oysaki ekosistemin, o muazzam ekolojik yaşam ağının içinde olduğumuzu, bir parçası olduğumuzu görmeliyiz artık. Manevi bilinç ile de kuracağımız bağ burada devreye girecek ve belki böylece yıkıcı antroposen çağını, insanı gezegendeki en büyük güç gibi gören anlayışı tek seçenekmiş gibi görmekten vazgeçip yeryüzü ile barışacağız.. Bu arada Tümad’ın sahibi Nurol Holding savunma sanayisinin de içinde, paletli ve zırhlı savaş makineleri tasarlıyor, yeryüzüne karşı açılmış her türlü savaşın içinde yani. Şimdi gezegeni yok edici bu güçlere karşı birlik olma zamanı, tarafını seçme zamanı daha da geç olmadan..

Share.

About Author

Leave A Reply