Büyük bir dönüşüme daha fazla siyasete ihtiyaç var!

0

Av.Tuncay Koç ile 9 Şubat 2022 tarihinde gerçekleştirdiğimiz, güncelliğini koruyan bu söyleşiyi bugün yayımlayabiliyoruz. Ekoloji hareketi içinden gelen ve pek çok davaya bakan Koç’u özelikle Büyüknohutçu davası avukatlarından biri olarak tanımaktayız. Bugün kendisinin TİP Antalya milletvekili adayı olarak 14 Mayıs seçimlerine katılacağını biliyoruz. Buna pek şaşırmadık zira ekoloji hareketinin yol kat edebilmesi için daha fazla siyasete ihtiyaç duyulduğu görüşünü bu söyleşide savunduğunu görüyoruz. Aktivist olarak aramızdan biri olan Av.Tuncay Koç’un ekoloji hareketine bir bütün olarak nasıl baktığını burada derli toplu bir şekilde bulabilirsiniz.

Söyleşi: İsmail Akyıldız, 9 Şubat 2022, Yeşil direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

“Küresel olarak büyük bir dönüşüme ihtiyacımız var ve bunu yapamazsak yeryüzünü bu haliyle gören son nesillerden olabiliriz. Bu yüzden daha fazla siyasete ihtiyacımız var. Sorunların kaynağı kapitalizmin dayattığı  üretim/tüketim döngüsü ve buna yol veren siyasal sistemse, çözüm de siyasal sistemi dönüştürmekten geçer.”

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Yeşil /Ekoloji Hareketi birikiminden bahsetmek için kıstaslarımız nedir onu koymak lazım. Almanya’daki gibi bir siyasi yeşil hareketten bahsediyorsak elbette var diyemeyiz. Bize siyasi bakış olarak belki çok  geç gelmedi ama siyasi hareket olarak çok cılız kaldı. Burada yasal olarak kurulmuş Yeşil Partilerden söz ediyorum.

Diğer taraftan eylemlilik, direniş ve hukuksal mücadele olarak bakarsak elbette bir gelenek var. Bu konuda bildiğim ilk eylem, Ankara’daki Güvenpark’ın otoparka dönüştürülme sürecinde gelen imza kampanyası ve dava sürecidir. 1986 yılında bu otopark girişimine karşı 60 bin imza toplandı. Mahkemede açılan dava sonucu projeyi iptal etti. Keza Akkuyu Nükleer Santrali’ne karşı tam 1975’lerde başlayan bir süreç var. Benimde çevre hareketiyle tanışmam 1993 yılında Akkuyu Nükleer Santrali’ne karşı  yapılan eylemler  sırasında oldu. Ama bence çevre hareketini kitleselleştirebilen ve tüm Türkiye’ye duyuran olay, siyanürlü altın madenine karşı 1990’ların hemen başında başlayan Bergama mücadelesi olmuştur. İzmir Çevre Hareketi Avukatlarının ve Bergama halkının ortak mücadelesi çok önemli bir aşamadır. Demek ki mücadele ve eylem anlamında evet bir birikim mevcuttur. Bu sayede Bursa’da dev uluslararası Cargill şirketine karşı etkili bir mücadele verilebilmiştir.  2011 yılında “Anadolu’yu Vermeyeceğiz” eylemi, sonra Gezi İsyanı bu birikimin sonucudur.  Bugünde bu mücadele  Anadolu’nun değişik yerlerine dağılmış kişi ve örgütlerce lokal anlamda sürdürülmektedir. Alakır vadisinde Tuğba ve Birhan kaç yıl mücadele verdi. Çevre mücadelesinde merkezi yapılanmalar söz konusu değil. Ama  Nükleer Santraller gibi, Kanal İstanbul gibi çevresel felaketlere yol açacak projelerde tepkiler birleştirilebiliyor. Geçen yıl Rize İkizdere’de, Muğla İkizköy’de verilen mücadeleler var. Validebağ korusu var. Önceki yıl Kazdağları’nda müthiş eylemlilikler olmuştu. Demek ki bir mücadele birikimi oluşmuş durumda diyebiliriz.

Ekoloji hareketinin bugüne kadar önemli başarıları ve başarısızlıkları nelerdir?

İsyan etme geleneği zayıf olan toplumumuzda, hak mücadelesi çerçevesinde isyan edebilmenin önünü açan hareketlerden biri oldu ekoloji hareketi. Daha önceki sol gelenekten, talep ettiği haklar yönünden ayrılarak ve daha renkli bir mücadele tarzı geliştirebildi. Bu sayede bence günümüzde vejeteryan ve vegan bireyler de arttı. Bu artışta kesinlikle ekoloji hareketinin payı olduğunu düşünüyorum. Böylece insanların farkındalıkları arttı. Dünyaya daha açık hale geldi. Çünkü ekolojik sorunlar, ülke sınırlarıyla bitmiyor. Dünya bir bütün. Bütüncül bakış kazandırılmasında önemli bir payı var.

Daha somut kazanımlara gelirsek, durdurulmuş yüzlerce proje var. Mesela Gerze’de Bartın’da hem eylem hem dava yoluyla durdurulan termik santrallar. Özellikle Gerze direnişi gerçekten müthiş. Emeği geçenler varolsun.

Başarısızlık tanımına ise daha çok şey sığdırabiliriz. Çünkü son 10 yılda Türkiye doğası tek kelimeyle yağmalandı. Yani tek tek ağacı kurtarırken koca ormanı kaybettik. Çünkü karşımızda vahşi neoliberal bir iktidar vardı. Mani olamadık.

Yine teorik eksiklikler ve örgüt sorunları ise her zaman olan zaaflarımız.

Pandemi süreci ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulunduğumuz koşulların avantaj ve dezavantajlari nelerdir?

Bu sorunuz kapsamlı ve geniş. Benim bilgi olanaklarım çerçevesinde doyurucu bir yanıt vermem de imkansız. Ancak, her çevreci ya da ekolojist, salgın sürecinde eminim ne kadar haklı olduğunu bir kez daha görmüştür. Bu da mücadele azmini elbet artıracaktır. Meşhur Kızılderili atasözü paranın yenmeyecek bir şey olduğunu bize söylüyordu. Pandemi süreci de tapuların, hisse senetlerinin  aslında birer kağıt parçası olduğunu insanlığa bir kez daha hatırlattı düşüncesindeyim. Aslolan doğayı esir almak değil, doğayla uyumlu bir hayat sürdürebilmektir. Önümüzdeki zaman dilimleri bu anlayışla, daha otoriter yönetimlerin mücadelesi halinde geçecek gibi görünüyor. Dünya büyük bir dönüşüm eşiğinde. Bu dönüşümü gerçekleştiremezse geri dönüşü de olmayacak. Türkiye, kendi lokal sorunlarından boğulmuş durumda. Karşımızda hiçbir ölçüye sığmayan akıl dışı bir iktidar aygıtı var.  Buradan biraz kafayı kaldırabilsek, yeni imkanlar, değişen bir hayat modeli olduğunun farkına varabileceğiz belki. Halkımız bu süreç içinde çok yoksullaştı. Bu yoksullaşmanın getirdiği sancılarla bazı şeyleri anlatabilmek zor olabilir. Ama bizi yoksullaştıranlar aynı zamanda bizi ve dünyanın doğal varlıklarını da sömürenler. Üretimin o kadar da gerekli bir şey olmadığının farkına varmalıyız. Önümüzdeki 15 yılda ülkelerin zenginlik parametreleri değişecektir. Milli Gelir değil, belki mutluluk endeksi, belki doğal varlık endeksi öne geçecektir. Parayı ölçmek aptalca çünkü…

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Havanın suyun sınır tanımadığı yeryüzünde, sınırlarla kapatabileceğiniz tek temel yaşam parçası topraktır. Hava ve su kirliliği tamamen küreseldir ve önümüzdeki 10 yılda temiz su en değerli doğal varlık haline gelecektir. Küresel iklim krizi tüm dünyayı önümüzdeki yıllarda  daha çok etkiyecek. Türkiye’nin en büyük problemi temiz su ve gıdaya erişim  olacaktır. Son 50 yıl içinde, 3 Van Gölü büyüklüğünde (1,3 milyon hektar) sulak alan kaybedilmiş durumda. DSİ verilerine göre kişi başına düşen kullanılabilir yıllık su miktarı 2000 yılında 1652 metreküp iken, 2009’da 1544 metreküpe, 2020’de ise 1346 metreküpe gerilemiş durumda. 2030 yılı projeksiyonuna göre nüfusun artmasıyla da kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının  1.120 m³’e düşeceği öngörülüyor. 1000 m3 altı su fakirliği anlamına geliyor. Tarımda kullanılan kimyasal kaynaklı kirlilikle aslında gerçek su potansiyelimiz bana göre daha düşük.

Enerjiyi verimsiz kullanıyoruz. Dünyanın yenilenebilir enerji kabul ettiği alanlarda bile Türkiye denetimsiz, bilim dışı o kadar çok iş yapıyor ki o enerji türleri Türkiye’de doğaya zarar veriyor. Mesela jeotermal santraller Aydın’ın Denizli’nin havasını suyunu  öldürüyor. Rüzgar santrallerinde yer seçimlerinde çok büyük yanlışlar var. Hes’ler keza öyle. Nükleer Santraller ise bir ihtiyaç değil, berbat bir tercih. Kanal İstanbul gibi apokaliptik bir proje bizde var. Bu da bize öncelikli sorunumuzun bir zihniyet sorunu olduğunu  yani iktidar sorunu olduğunu gösteriyor.  Çünkü karşınızda sorunlarınızı anlatabileceğiniz bir muhatap yok. Vahşi kapitalist şirketlerle devlet Türkiye’de bütünleşmiş durumda. Tabii din soslu olarak. Yani öncelikli sorunumuzu ben iktidar olarak görüyorum. Burayı aşamadan hiçbir ekolojik talep cevap bulamayacaktır.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Türkiye’de yolun daha çok başındayız. Üstelik bireysel gönüllülük üzerinden giden bir hareket.  Siyasi partiler daha yeni yeni ekoloji ile ilgili söz söylemeye başladılar. Siyasetten uzak bir ekolojik hareket olamaz. Bugün siyaset küresel olarak da çok belirleyici konumda. Yeni bir imparatorluklar çağına mı gireceğiz, yoksa herkes klanına geri mi dönecek? Bu imparatorluk nasıl biçimlenecek? Başka yol mümkün mü? Bence mümkün. Dünya dönüşemez ise insan türü yakında toprağa ve tarihe karışacak zaten. O halde buna göre dönüşümü (değişim değil) talep etmeliyiz. Yakında bir film vardı “Yukarı Bakma” Dünyanın karşı karşıya olduğu felaket karşısında siyasetin umursamazlığı ve çıkarcılığını güzel eleştiriyordu. Dönüşüm şartsa eğer, işe  tüketimimizi ve egomuzu azaltarak başlamamız gerek. Halâ insan dünyanın efendisiymiş gibi davranıyor. Yaşantılarımızda da yüksek egolarımızla birbirimizi anlamak yerine, kapitalist ilişki biçimlerini yeniden üretmek peşindeyiz. Pandemi süreci bunların boş olduğunu gösterdi görmek isteyene…  Buralardan başlanabilir.

Bugün aktif olarak hangi çalışmalar içerisindesiniz?

Antalya’nın lokal çevre sorunlarında davalar açmaya devam ediyorum. Mesela bir tarım deposu olan Korkuteli ilçesinde son 1,5 yılda üç kez değişik madencilik projelerine karşı dava açtık. Tarım alanlarını maden şirketlerine tahsis eden bir iktidar var karşımızda. Bu da gıda krizini tetikliyor. Temiz suların azalması ve suların tahsisi üzerinde çalışıyorum.  2 ay önce Antalya Muratpaşa Belediyesinin iklim krizi çalıştayına katıldım ve ağırlıklı temiz su ve çevre üzerine bir sunum yaptım. İleri Haber Portalında iki haftada bir ağırlıklı çevre sorunları üzerine yazılar yazıyorum. Baro’da meslektaşlarımızla Çevre ve İmar komisyonunda çalışıyoruz.

Takip ettiğimiz kadarıyla Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu davasının da avukatısınız. Doğayı savunurken katledilen çevreci çiftin davası için ne söyleyebilirsiniz?

O davada bulunan avukatlardan biriydim. Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çifti, Kızılcık yaylasında sedir ağaçlarını yok eden madencilere karşı bir mücadeleye girmişlerdi. Yakınlarına henüz 10 gün önce taşınan biri tarafından öldürüldükleri söylendi.  Gerek hazırlık aşaması gerek kovuşturma yani mahkeme aşaması çok kötü giden bir dosya oldu. Önce tetikçi Ali Yamuç suçunu itiraf etti dendi. Sonra tetikçinin cezaevindeyken yazdığı ve bir maden ocağı sahibini suçladığı mektup ortaya çıktı. O mektuptan sonra tetikçi olduğu söylenen Ali Yamuç’un eşi tutuklandı. Zanlı Ali, 2.ifadesinde de çelişkili beyanlar verdi ama bu çelişkiler üzerine Savcılık gitmedi. Dosyada çelişkili ifadeler, Savcılık tarafından yapılmayan telefon HTS kayıtları gibi eksik incelemeler  vardı. Sonra can güvenliği nedeniyle tetikçinin cezaevi değiştirildi. Daha güvenli olması gerekirken tetikçi olduğu söylenen Ali Yamuç’un nakledildiği cezaevinde intihar ettiği haberi geldi. Cezaevinde ki her ölüm şüpheli ölümdür. Herkesin can güvenliği özellikle bir mahpusun can güvenliği devlete emanettir. Ben, bu vakadan sonra “Türkiye’nin Kennedy davası” sıfatını kullanmıştım. Orada da Başkan Kennedy’i vuran tetikçi olduğu söylenen Oswald, Karakol çıkışında öldürülmüştü. Onu öldüren Jack Rugby’de cezaevinde ölmüştü.  Zanlı Ali Yamuç’un intihar dosyasını  yargılamanın yapıldığı Elmalı Ağır Ceza Mahkemesine getirtemedik. Mahkeme, bir an önce karar vermek için acele ediyordu. Neyse ki ısrarımız üzerine talebimizi kabul ederek bir görgü tanığını dinledi. Görgü tanığı, olaydan birkaç gün önce tetikçiyi siyah Jeep’li bir adamın  yanında gördüğünü söylüyor. Mahkeme bunun üzerine azmettiriciler için tekrar suç duyurusunda bulundu. Ama kararın gereği için Finike Savcılığına yollamadı bu suç duyurusunu.  Mahkeme tutanağını ekleyerek biz tekrar suç duyurusunda bulunduk. Finike Savcılığı, 2. Kez dosyada hiçbir ek incelemede bulunmadan takipsizlik kararı verdi. Siyah jeep kimin hiç araştırılmadı. O karara da itiraz ettik. Sonucu bize gelmedi henüz. Ana dosya da ise, Ali Yamuç’un eşi cinayete yardımdan beraat etmişti, Yargıtay aşamasında bekliyor. 3. Yıla girildi Yargıtay sürecinde… Olayın ilk başında “acaba adi bir cinayet olabilir mi” diye düşünüyorduk. Ama yargılama süreci ve anlattığım olaylar işin boyutunu gösteriyor bence…

Ekoloji hareketlerinde yargıya başvurulması, Anayasa Mahkemesi, AİHM’e gidilmesi gibi süreçler, ekoloji hareketini sekteye uğratıyor mu sizce?

Hayır uğratmaz. Eylemlilikler ve dava süreçleri bir bütündür. Nasıl ki sadece eylem yapalım davaya gerek yok demek süreci bir yere götürmez ise, bir çevre ihlalinde de olayı sadece  hukuka ya da avukata havale etmek de ekoloji hareketini bir yere götürmez. İkisi beraber olmak zorunda ve kamuoyu ilgisi için medya kullanımı da gerekmektedir. Bir çevre ihlaline karşı yargı sürecine başvurmak, eylemleri sönümlendirmemeli. Çünkü Türkiye’de yargı zaten çok uzun sürüyor. Anayasa Mahkemesi ya da AİHM daha da uzun süreçler ve AİHM’nin çevre konusunda kararları çok parlak değil. Yaşam hakkı ya da özel hayatla bağlantılandırmak gerek. Bir çevre davasının Anayasa Mahkemesi’nden geçerek AİHM’e gitmesi (eğer bir Çevresel Etki Değerlendirme davası değil ise) nereden baksanız en az 7-8 yıl. 7-8 yılda AİHM süreci var. Kimsenin bu kadar beklemeye tahammülü yok elbette. O yüzden üst mahkeme süreçlerini beklemek  ekoloji hareketine bir şey kazandırmaz. İkizköylüler, bugün dava açtık diye Akbelen ormanını terkediyor mu? Mücadele alanları boş bırakılamaz. Hukuksal mücadele sadece mücadelenin bir yönüdür. Öncelik yöre halkına o projenin neden yanlış, çevreye zararlı olduğu anlatmak, o halkı kazanmaktır. Arkasından da kamuoyu oluşturmak gerekir. Ekolojik bilinç için ise durmadan çalışmak, propaganda yapmak, ve biraz da öyle yaşamak gerekir tabii. İşin en zor tarafı da bu olsa gerek.

Kendinizi tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Antalya’da 23 yıldır aktif avukatlık yapmaktayım. Aslen kendimi Ankaralı olarak görürüm. Çünkü diploma için gereken tüm okulları Ankara’da bitirdim. 2000 yılından itibaren Antalya Barosu Kent ve İmar İzleme Komisyonunda çevre davalarıyla ilgilenmeye başladım. Başta da belirttiğim gibi çevre hareketiyle tanışmam  Ankara’da öğrencilik yıllarımda Akkuyu Nükleer Santral karşıtı eylemlerle ve Siyanürlü Altına Karşı Bergama Mücadelesini takip etmekle başladı. Çevreyle ilgili çok sayıda avukat grup/komisyonunun içinde yer aldım. Bunların başında Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları gelir. Takip ettiğim, çevre hakkını ihlal eden projelere ilişkin çok sayıda  dava mevcut. TBB Çevre ve Kent Komisyonunda 2011-2018 yılları arasında çalışmalar yürüttüm. Halen Türkiye İşçi Partisi üyesiyim. Bunlar dışında bir ekolojist hareketle doğrudan bağım yok.  

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Geçen yıl Türkiye hem sel baskını hem orman yangını hem de kuraklığı yaşadı. Küresel iklim krizinin şakası yok. Artık çevre felaketleri uzak bir gelecekte değil, şimdi şu anda yaşanıyor. Onun için zamanımız artık yok. Çevreciler bugün yaşam mücadelesi vermektedirler. Sadece kendileri için değil, tüm canlılar için. Küresel iklim krizinin  getirdiği sorunlar yeterince kavranmış değil. Dünyayı yönetenlerin ajandası çok farklı ve bu yeryüzünün sorunlarına çözüm getirecek nitelikte değil. Küresel olarak büyük bir dönüşüme ihtiyacımız var ve bunu yapamazsak yeryüzünü bu haliyle gören son nesillerden olabiliriz. Bu yüzden daha fazla siyasete ihtiyacımız var. Sorunların kaynağı kapitalizmin dayattığı  üretim/tüketim döngüsü ve buna yol veren siyasal sistemse, çözüm de siyasal sistemi dönüştürmekten geçer.

NOT(1): Phaselis direnişi avukatlarından Tuncay Koç’un nöbet alanında yapmış olduğu konuşmayı burayı tıklayarak izleyebilirsiniz

NOT(2): Paylaşmış olduğumuz son iki fotoğraf ve video Nisan/Mayıs 2023 tarihinde, diğer fotoğraflar söyleşinin yapıldığı 9 Şubat 2022 tarihinden önce çekilmiştir

Tuncay Koç Phaselis direnişinde (29 Nisan 2023)

Share.

About Author

Leave A Reply