Kazma Dağları! Bırak Yerin Altında Kalsın…

0
Gün geçmiyor ki yeni bir yerin kazılacağını, doğal kaynakların talan edilerek su varlıklarının, çevre ve canlı yaşamının gözden çıkarıldığını duymayalım! Çanakkale’de Kazdağları, Kütahya’da Murat Dağı’nın etekleri, Fatsa’da Bahçeler, Artvin’de Cerattepe yerin altındakinin üstündekinden daha değerli varsayılmasıyla madenciliğe açılan dolayısıyla toplumsal muhalefetin kabardığı yerlerden. Oysa bugün bile deneyimlediğimiz aşırı hava olayları, sel ve kuraklık gibi afetler sıklaşarak kısa zamanda günlük yaşamın bir parçası olacak ve biz “hep daha fazlasını iste!” noktasından “elindekini koru!” safhasına zorunlu geçiş yapacağız.

En son geçen hafta Kazdağları mevkiinde yurttaşların yaklaşık on yıldır kurulmasına karşı mücadele verdiği altın madeni projesiyle ilgili olarak teyakkuza geçildi, kampanyalar yapıldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın bu yıl mart ayında projeye Çevre Etki değerlendirme (ÇED) onayını vermesi üzerine Çanakkale’nin Kirazlı Köyü’ne yapılması planlanan Siyanürlü Altın Madeni Projesi ile ilgili çalışmalara başlayan firmanın, onay kapsamında izin verilenin 4 katına çıkarak 195 bin ağacı kesmiş olması sabırları taşırdı. Proje gereği 20 bin ton siyanür kullanımına maruz kalacak olan Kazdağları’nın meşe, çam ormanları ile birlikte dünyada sadece Türkiye’de yaşayan 7 bitki türünün yaşam alanı olması da ağaç kesiminin yanında sorunun çok önemli bir boyutu. Zira siyanürle birlikte açığa çıkacak olan arsenik gibi ağır metaller Kazdağları’ndaki dereleri, yer altı sularını, tarım alanlarını zehirleyen kirlilikle; ormanları ve nadir bitkileri de yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak. Ayrıca maden sahası 180 bin nüfuslu Çanakkale şehrinin içme suyunu sağlayan Atikhisar barajına komşu olduğu için bu zehirli maddelerin şehrin şebeke suyuna karışma riski de bulunmakta. Kaldı ki iklim değişikliğine bağlı sel, deprem gibi afet olayları meydana gelirse tolere edilmesi mümkün olmayan büyük ölçekli sonuçlarla karşılaşılabilir.

Maalesef Kazdağları örneği tek değil. Kütahya’nın Gediz ilçesine bağlı Karaağaç Köyü’nde de bir altın gümüş madeni kurulması için 8 Mayıs’ta ÇED onayı verilmiş bulunmakta. Madenin faaliyet göstermesi planlanan Murat Dağı eteklerinin 25 endemik bitki türü, hayvan türlerinin çeşitliliği ve ender bulunan yaban hayat ögeleriyle birlikte sulak alanlarına ev sahipliği yapması önemli bir doğa alanın altın uğruna gözden çıkarılacağının işareti. Uzmanlara göre proje için ağaçların kesilmesiyle toprağın erozyona uğraması ve bölgede heyelanların oluşması da kuvvetli ihtimal. Murat Dağı, Ege’nin en büyük iki akarsuyu olan Büyük Menderes ve Gediz nehirleriyle Karadeniz’e dökülen Porsuk Çayı ve Sakarya Nehri’nin kaynağı olduğu için siyanür kullanımı nedeniyle açığa çıkacak olan zehirli maddelerin şehrin su kaynaklarına karışması yine önemli bir risk.

Maalesef Fatsa ve Artvin de altın-gümüş madeni projeleri nedeniyle yıllardır adını bu risklerle duyurmakta. Yine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın internet sayfasında altın-gümüş çıkartıldığı belirtilen Bergama, Manisa, Uşak, Gümüşhane, Eskişehir ve Erzincan da maden şirketlerinin ele geçirerek toprak, hava, su varlıklarını kirlettiği canlı cansız çevre açısından kıyam gerçekleştirdiği yerlerden. Oysa dünya genelinde iklim krizi konusunda hükümetler düzeyinde de bir farkındalık gelişirken, yalnızca altın madenciliğinden de değil uranyumdan kömüre, altına, gümüşe kadar her tür yer altı kaynağının çıkarılması adına yürütülen operasyonlardan vazgeçilmesi gerekiyor. Zira madencilik çok yoğun enerji kullanılmasını gerektiren, karbon salımına neden olduğu için iklim krizini derinleştiren ve gerek çıkartılan madenin doğası, gerekse maden ayrıştırılırken kullanılan zehirli kimyasallar nedeniyle iklim krizi şartlarında kıymeti artacak su varlıklarını zehirleme potansiyeli de bulunduğu için terk edilmesi gereken bir sektör.

Bu yıl Birleşmiş Milletler (BM) tarafından gerçekleştirilmiş olan Küresel Kaynaklara Bakış 2019 adlı araştırma (Global Resources Outlook 2019) dünya genelinde karbon emisyonlarının yarısının maden ve fosil yakıt,ham maddelerinin yerin altından çıkarılma faaliyetinden kaynaklandığını ortaya koymakta. Buna göre sondajlar, açılan kuyular, çıkarılan maddelerin işlenmesi, sevkiyatı ve atıklarının neden olduğu sorunlar açısından sistemik reformların yapılması iklim krizi açısından elzem olmalı. Her ne kadar “sistemik reform” ifadesi neoliberal kimliğiyle sakil kalsa da bu raporun her tür madencilik faaliyetinin dünya genelinde karbon emisyonlarının %53’üne neden olduğunu teslim etmesi önemli. Yine raporun ortaya koyduğu diğer bir gerçek, geçen 50 yıl içinde dünya nüfusu ikiye katlanmışken küresel çapta yer altından çıkarılan maden ve fosil yakıt miktarının 1970’lerde 27 milyar tondan 2017 yılında 92 milyar tona yani yaklaşık 4 katına çıktığını ortaya koyması. Bununla beraber yer altı kaynaklarına yönelik kişi 1970’lerde o dönemin nüfusuna göre kişi başı yıllık 7 ton olurken 2017’lerde kişi başı 12 tona çıkmış buluyor.

BM raporunu incelerken kurumsal riskler üzerine çalışmış eski bir beyaz yakalı olarak maden şirketlerinin gelecek riskleri nasıl değerlendirmiş olduğu sorusu aklıma geldi. Avrupa Birliği tarafından 2016-2018 yılları arsındaki verilerle hazırlanarak yayımlanan Madencilik raporu (MARCO)’daki uyarılar genel bir internet aramasıyla karşıma çıkan maden şirketlerine iklim riskleri danışmanlığı hizmetlerinin neden verildiğini de açıklıyordu. Nitekim raporda iklim riskleri verimlilikteki düşüşlerin ötesinde gerek maden alanı gerekse çevre açısından kirliliğe yol açabileceği belirtilmekte ve işletme yönetimi açısından ciddi ve hesaplanmayan maliyetlerin oluşabileceğine hatta, sel suyunun maden sahasını basması zehirlenmelerle beraber çalışma yaşamının sekteye uğramasına yol açabileceğine dikkat çekilmekte.

Bununla beraber şirketler açısından iklim değişikliğine dair en büyük risk faktörünün hükümetlerin karbon emisyonlarını azaltmaya dönük politikası olduğunu söylemeliyim. Zira Queensland Üniversitesi tarafından yapılan iklim değişikliği şartlarında madencilik sektörünü yurt dışı imkanlar açısından değerlendiren bir araştırma maden şirketlerine farklı ülkelerin iklim değişikliği politikasına göre operasyonlarını gerçekleştirmesi yönünde tavsiyeler vermekte diğer bir deyişle uygun şartların küresel çapta aranması için madencilikte kolonyalizmi önermekte! Kuşkusuz Paris anlaşmasından çekilen bir Türkiye küresel maden şirketleri için birbirinden cazip fırsatlar sunuyor, kaldı ki yabancısının gelmesine gerek olmadan yerli şirketler de doğa varlıklarının, yaşam alanlarının cellatlığına soyunmuş durumda.

Murat Dağı’ndaki kartalın, Kazdağları’ndaki ceylanın içtiği suda siyanür olması ihtimalinde, bugün çocuklarımızın da içtiği suda siyanür olması ihtimali gizli. Tek çare hükümetlerin iklim krizini ciddiye alarak samimi politika üretmesinde. Ancak kömürlü termik santrallerinin filtresiz çalıştırılmasına, yeni termik santrallerin kurulmasına göz yuman hükümetlerin toplumsal muhalefet eliyle küresel iklim değişikliği politikalarına uymaya zorlanması yerin altındakini yerin altında bırakmak dahil bir çok sorunun ortak anahtarı gibi görünüyor.

Kaynak: Sivil Sayfalar
Başlık Fotoğrafı: Shane McLendon/Unsplash

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın