Kazdağlarını ve bütün ormanları kurtarmak için… Ne yapmalı?

0
Kazdağlarındaki Su ve Vicdan Nöbeti sürüyor. 26 Temmuz’da başlatılan nöbet eyleminin dört talebi var: Ağaç kesiminin bir an önce durması, kesilen ağaç sayısının tespiti için bizlerinde önereceği isimlerden uzman ekibin belirlenmesi, Kirazlı altın gümüş işletmesinin şantiye çalışmalarının durması, sahanın şu an ki mevcut durumuna gelmesine sebebiyet verenlerin yargılanması, Kazdağı ve yöresinde ki, Kirazlı projesi ve 30 ayrı metalik madencilik ruhsatının iptal edilmesi.

Polen Ekoloji‘nin yazısına göre; OHAL sürecinin baskısının kırılması ile yeniden yeşermeye başlayan toplumsal muhalefet, “uzak” Hasankeyf’in yok oluşuna yeterince ses çıkaramazsa da Kazdağlarındaki yıkıma karşı adeta seferber oldu. Türkiye’nin seçimlere kilitlendiği günleri fırsat sayarak yapılan binlerce hektarlık ağaç katliamının görüntülerinin paylaşılması adeta bir infial yarattı. 5 Ağustos’ta Büyük Su ve Vicdan Nöbeti Buluşması’na Türkiye’nin dört bir yanından ekoloji örgütleri, sivil toplum kuruluşları, siyasi parti il, ilçe teşkilatları, odalar ve sendikaların da içinde olduğu binlerce kişi katıldı.

Su ve Vicdan Nöbeti, Kent Konseyi Çevre Meclisi’nin oluşturduğu, şehir merkezi ile Kirazlı/Balaban’da iki ayrı koordinasyon merkezinde ve Balaban’da geceli gündüzlü çadır nöbeti biçiminde farklı eylem biçimleri olarak sürüyor. Oluşan bu ikili eylem durumu, bir karşıtlık olarak değil, farklı eylem tarzları ile koordineli olarak direnişin sürdürülmesi biçimine girmiş durumda.

#Kazdağları’ndaki felaket kapıda…

Kazdağları, genel olarak İda Yarımadası, yıllardır maden şirketlerinin saldırısına maruz kalıyor. Bölgede onlarca maden ruhsatı var, bunları birkaç tanesi işletme halinde. Bin pınarlı İda, Ege Denizi’nin de su kaynaklarından biri. Ege Denizi’ndeki ısınmanın nedenlerinden biri de İda Yarımadasındaki madencilik faaliyetlerinin yer altı sularının akış rejiminde yarattığı tahribat.

İda Yarımadasındaki madencilik faaliyetlerinde esas sorun ağaç katliamı değil. Bölgedeki altın ve diğer madencilik faaliyetlerinde siyanür ve toprak altındaki ağır elementlerin toprağa, havaya ve suya karışması riski, çok daha büyük bir yıkıma neden olacak. Altın genellikle bir ton kayada on gramdan bile azdır. Birkaç gram altın çıkarmak için patlatmalarla yeryüzüne çıkarılan binlerce ton kaya öğütülerek mikro yapılara ayrıştırılır. Öğütülmüş bu yığın siyanür çözeltisiyle karıştırılarak, suda çözülebilir bir altın-siyanür bileşiği oluşturulur. Bütün bu sürecin sonunda binlerce ton atık ve siyanür havuzları oluşacak. Öğütülmüş olan kayalar toprak özelliği taşımaz, çünkü içindeki bütün canlı organizmalar yok edilir. Bu çıkarma ve öğütme işlemi ile beraber birçok ağır metal (Arsenik, kadmiyum, krom, kobalt, bakır, kurşun, civa, nikel, vanadyum, çinko, antimuan ve manganez) de serbest kalarak havaya, suya ve toprağa karışacak. Siyanür havuzlarında, sızdırma ya da taşma olmasa bile buharlaşma yoluyla büyük oranda siyanür havaya karışacaktır. Dolayısıyla buharlaşma, tozlaşma yoluyla havaya karışan siyanür ve diğer ağır metaller yağmur vb. yoluyla yeniden suya, toprağa geri dönecektir. Esas tehlike budur. Ve daha önceki birçok olaydan (örneğin Uşak Kışladağ altın madeninde yaşanan felaketi, Muammer Sakaryalı’nın “Kışladağ’dan Mektup Var”[1] kitabından öğrenebilir) biliyoruz ki, devlet, bütün gücüyle, tedbir ve felaketi açığa çıkarmaya değil de, üstünü örtmeye çalışarak hem insanların hem de bütün canlıların yokoluşuna çanak tutacaktır. Dolayısıyla katmerli bir yokedici saldırı ile karşı karşıyayız.

#Kazdağları: kısa bir yerellik tartışması

Bu yokedici saldırıya karşı hepimiz ve bütün canlılar adına başlatılan Su ve Vicdan Nöbetini başarıya ulaştırmaktan başka şansımız yok. Ama nasıl? Bu soruya cevap bulmak için öncelikle Bergama’da ve Cerattepe’de verilen mücadelelerin deneyimlerini hatırlayarak cevap geliştirebiliriz. Bu yazıda en kısa yoldan, bu deneyimlerden çıkan sonuçlar üzerinden bazı önerilerde bulunmaya çalışacağız.

Birinci olarak, şimdiye kadar birçok çevre/ekoloji davası/direnişinde yeniden yeniden üretilen yerellik söyleminin yanlış kullanımlarına işaret etmek gerekir. Yerellik, bir yer’de yaşayanların belli bir sorun karşısında oluşturdukları yeni bir ortaklık’ı, öznelliği işaret ettiği oranda olumludur. Bir olay (bu bazen bir uluslararası şirketin ora’nın doğasına müdahalesi olur bazen başka bir şey) temelinde yeni bir uzlaşmazlık yaratılarak yeni bir saflaşma oluşturur. Fakat yerellik, o yer’de yaşanan olayın/sorunun asıl ve bazen tek muhatabının ora’dakiler olduğu, dolayısıyla ora’daki öznelerin söz ve kararının nihai söz ve karar olduğu şeklinde yorumlandığında negativ bir yerellik üretilmiş olur.[2]

Çevre/ekoloji hareketin yerellik-dışardanlık/ecnebilik ayrımı, iktidar tarafından bir manipülasyon tekniği olarak kullanıldığı kadar, olayda mütehakimiyet için yereldeki özneler tarafından da kullanılmaktadır. Bu ayrımın somut bazı görünümlerini şöyle örneklendirebiliriz: Birinci olarak, Artvin Cerattepe’deki siyanürlü altın madenciliği Artvinlilerin ama Hopalıların değil de maden sahasının olduğu Artvin il merkezindeki Artvinlilerin sorunudur. Hopalılar, “dışardan gelen provakatörler”dir. Karar süreçlerinde görüşleri bile alınmaz, onlardan sadece tabiyet beklenir. İkinci görünüm, olay’ın yaşandığı yer’in komşuları ya da binlerce kilometre uzaktaki çevreci/ekolojistler vb. sadece ora’dakileri yani “yerel”dekileri destekleyen edilgen bir pozisyon alırlar. Bu edilgen yaklaşım, olay’ın, sorunun yaşandığı yer’deki “köylüler”in durumuna dair birçok spekülasyonla yeni örüntüler geliştirir.

Oysa, bu yerel direnişlerin söylemi, gerek Bergama, gerekse Cerattepe ve şimdi Kazdağları, yaptıklarının “vatan savunması” olduğu, bütün insanlar ve canlılar adına/için mücadele ettikleri iddiasını dile getirir. “Vatan savunması” söyleminin iktidarın “yerli ve milli” söylemiyle olan benzerliğini bir kenara bırakarak söyleyebiliriz ki, bu direnişlerin hepsi, bütün insanlar ve canlılar adına bir itirazdır. Doğanın insanın koyduğu sınırları tanımamasından dolayı da değil, yaşadığımız ekolojik krizin en net görünümü olan küresel iklim krizinin etkilerini her geçen gün daha ağır bir şekilde yaşamaktayız. Amazonlar, Sibirya veya Afrika’daki yangınlar kadar, İda Yarımadasındaki ya da Kafkasya yaşlı orman kuşağının bir parçası olan Artvin Cerattepe’deki orman yıkımı ve siyanür gibi ağır metallerin neden olacağı zehirlenmenin “kelebek etkisi” yaratacağını düşündüğümüzde küresel bir sorun/olay olduklarını daha iyi anlayabiliriz.

Ne Bergama ne Cerattepe ne de Kazdağlarındaki mücadele bu anlamıyla “yerel” bir mücadeledir. Küresel bir mücadeledir. Geçerken altını çizelim, Hasankeyf’in kurtarılması için gerçekleştirilen küresel eylemlerden sonra ilk kez, kendiliğinden Kazdağları için başta Kanada’da ve başka ülkelerde dayanışma eylemlerinin yapılması da onun küresel niteliğinin bir ifadesidir.

Yoldaki bazı sorunlar

#Kazdağları, sadece biz insanların değil bütün canlıların. Dolayısıyla Kazdağlarına sahip çıkmak için Kazdağlarında, Kirazlı ya da Balaban’da yaşıyor olmak zorunda değiliz. İda Yarımadası, bütün Ege ve Marmara’dan başlayıp etrafa yayılarak herkes, bütün renkleri ve bileşenleri ile toplumsal muhalefet, Su ve Vicdan Nöbeti’nin başarıya ulaşmasını sağlamakla mükelleftir.

Dolayısıyla, Kazdağlarına madencilerin hücumu yerel bir sorun değildir. Mücadelenin öznesi de yerel ile sınırlanmamalıdır. Nöbete verilen destek “ziyaret” olmaktan çıkmalıdır. Kamuoyu desteği de diri iken ve henüz kışa daha varken, (Cerattepe’de şirketin iş başı yapması Şubat ayında yapılan bir askeri çıkarma ile olduğunu da hatırlayalım), Nöbete katılan herkes (bireyler ve örgütler), nevi şahsına münhasır stratejiler, planlar geliştirmekle mükelleftir.

Maden şirketi için proje alanında yapılan orman katliamı geniş bir toplumsal tepki yarattı. 5 Ağustos’da da büyük bir kitlesel eylemle bu tepki somutluk kazandı. Hem Balaban mevkiinde hem de şehir merkezinde nöbet ve eylemler sürüyor. Fakat şirketler de çalışmalarını sürdürüyor. Muhtemelen şirket ve devlet, hareketin kışa doğru sönümlenmesini bekliyorlar ve hazırlıklarını sürdürüyorlar. Bu nedenle, direnişin başarıya ulaşmasını murat edenlerin de, Cerattepe’de Artvinlilere ya da daha geçtiğimiz hafta Manisa Salihli’de JES’e direnen köylülere yapılan jandarma zulmünü kulaklarına küpe ederek, hazırlık yapması gerekir.

Kazdağlarında genel olarak İda Yarımadası’nda aslında ikinci bir Soma trajedisi yaşanıyor. Resmi rakamlara göre 301 madencinin katledildiği Soma’nın trajedisi, topraktan, üretimden koparılmış, dolayısıyla aşil topuğundan vurulmuş köylülerin kölece koşullarda madenlerde çalışmak zorunda bırakılmasıdır.[3] Memleketin genelinde de köylülerin yaşadığı trajedi aynı. İflasa sürüklenen köylü, müflis iktidar gibi, varını yoğunu tüccara satarak ayakta kalmaya çalışan “girişimci” gibi davranıyor. Kazdağlarında da aynı süreç yaşanıyor. Zeytinlikler, bereketli topraklar terk edilmiş. Köylüler, maden şirketlerinin cami, yol, sosyal tesis gibi rüşvetlerine, iş vaatlerine “rasyonel birey” olarak yaklaşıyorlar. Tıpkı Somalılar gibi, kendi trajik sonlarına hevesle koşuyorlar.

Neoliberal tarım politikalarının yarattığı bu öznelliği kırmak için de çevre ve ekoloji hareketinin etraflı bir stratejiye, karşı-öznellik stratejilerine ihtiyacı var. Maden şirketleriyle kurdukları “rasyonel” ilişkiyi kırmak için, onlara sadece siyanürün zararlarını, ağaçlarının önemini vazetmek yetmiyor. Başka türlü nasıl ayakta kalacaklarını, geçimlerini nasıl sağlayacaklarına dair de önermede bulunmak gerekiyor.

İktidarın, Kazdağlarındaki madenciliği müflis ekonomi politikası açısından beka sorunu olarak görüyor olması gibi, muhalefet güçlerinin de, Kazdağlarındaki direnişin başarısını o kadar önemsemesi gerekir. Belediyelere kayyum atanması siyasi bir darbe ise madencilik, enerji kanunları ve bu kanunlara dayanarak yapılan madencilik faaliyetleri de doğaya yapılmış bir darbedir. İki darbeye karşı mücadele arasında öncelik-sonralık ilişkisi kurmadan aynı anda, bütün güçleri ve yetenekleriyle mücadele edilmesi gerekir.

Ne Yapmalı?

Kazdağları etrafında örülen duyarlılık ve dayanışma, hattı müdafaadan sathı müdafaaya geçmelidir.

Kazdağlarındaki mücadelenin başarısı, iktidar-muhalefet ilişkilerindeki yeni güç dengesinden, toplumda oluşan uzlaşmazlık ve ittifaklardan bağımsız değildir. Çevre ve ekoloji hareketi, “apolitiklik” ya da “siyasetler üstülük” söyleminin geçersizliği bir çok kez ortaya çıkmasına rağmen yine kendi ayağını bağlamasına izin vermemesi gerekir. Toplumsal bir sorun politik bir sorundur ve politika yapılarak çözüm üretilir. Beceri, uyuşmazlığın nereden tesis edileceğinin tespitidir.

Çevre ve ekoloji hareketi hattı müdafaadan sathı müdafaaya geçmelidir. Kazdağlarının ve de Cerattepe başta gelmek üzere, Munzur’un, Murat Dağı’nın ve diğer bütün ormanların, su kaynaklarının kurtuluşu yerellerin tek tek mücadelesi başarılamaz. Çevre ve ekoloji hareketi, ormanların, su kaynaklarının, tarım alanlarının madencilik vb. faaliyetlerine karşı korunması için daha radikal bir taleple ve kapsamlı bir planla hareket etmelidir. Toplumsal muhalefetin bütün bileşenlerini içerecek/birleştirecek bir taleple yerel mücadelenin kuşatılması, sıçratılması gerekiyor. Memleket çapındaki duyarlılığı aktif bir kampanyaya dönüştürmek ve hak kazanmaya odaklanmak gerekiyor.

Bunun için ta 1980’lerden başlayan, inşaat ve enerji yatırımları üzerinden sermaye birikim modeli ile 18 yıldır iktidarda olan AKP’nin neoliberal politikalarının yarattığı çevresel/ekolojik yıkıma temel oluşturan bütün yasal düzenlemelerin[4] iptal edilerek, ekoloji açısından önemli bölgelerdeki (Karçal-Kaçkarlar, İda yarımadası, Munzur, Dicle gibi) ormanların, su alanlarının ve tarım alanları için radikal/mutlak koruma altına alınması yasası çıkarılması talebi etrafında, başta çevre ve ekoloji örgütleri, Türkiye Barolar Birliği, TMMO, TTB gelmek üzere, muhalefet partileri, sendikalar ve diğer toplumsal örgütlerin birleşik bir mücadelesi örülmelidir.

Bu radikal/mutlak koruma talebi, bu ekolojik sıcak bölgelerde yaşayan yurttaşlara (geçim sorunlarını göz önünde bulundurularak), bu ekolojik alanların piyasalaştırılmasını ve dolayısıyla tahribini sağlayan kalkınmacı araçların devredışı bırakılması karşılığında, temel yurttaşlık/ekolojik gelir desteği sağlanması talebi ile birleştirilmelidir.[5] Ekoloji hareketlerinin en önemli handikapı olan yerlilerin ekonomik sorunları ile ekolojinin korunması arasındaki çelişki bu yolla en azından geçici olarak aşılabilir ve bu talep yerliler tarafından da destek bulabilir, koruma altına alınacak alan talebi yaygınlaşabilir. Dolayısıyla ekoloji hareketi daha da yaygınlaşabilir.

Bu hem mümkündür hem de kaçınılmazdır. Kazdağlarındaki madencilik faaliyeti, bir kez daha açığa çıkardı ki, “kamu yararı”, “milli menfaat”, “kalkınma” gibi söylemlerin hepsinin iktidarın ve yandaşı şirketlerin siyasi ikbali ve karları dışında bir içeriği yoktur. Bergama’da karlı çıkan Koza Holding, Cerattepe’de Cengiz Holding, Kazdağlarında da Alamos Holding’tir. Bilim insanları, ekolojistler tarafından ortaya konduğu gibi, madencilik vb. faaliyetleriyle ormanlarda yaratılan yıkım, küresel iklim krizi her geçen ağırlaşırken, kuşaklar boyu sürecek ve bedeli ölçülemezdir. Gerçekleşen yıkım iktidar tarafından bile savunulamamaktadır. İnandırıcılıklarını kaybetmiş iktidar tam bir iflas süreci yaşamaktadır. Toplumsal muhalefet güçleri bütün bu dengeleri gözeterek, protesto etmenin ötesine geçerek, meşru mücadele ile hak kazanma hedefine odaklanmalıdır.

Kazdağlarında şirket gündemin soğumasını ve kış soğuklarının bindirmesi için sessizliğe bürünüp, şirket çalışanlarının 45 günlük eğitimine başlamış. Çevre ve ekoloji örgütleri, TBB Çevre ve Ekoloji Avukatları ve diğer siyasi ve toplumsal güçler de hızlı bir çalışma ile oluşan toplumsal duyarlılık ve tepkilerin birleştirilerek doğadan yana bir başarı elde etmesini sağlayabilirler.

[1] https://yeniinsanyayinevi.com/kitaplarimiz/memleketim-uzerine/

[2] Bu konuda geliştirici bir tartışma için bkz. Sezai Ozan Zeybek, Ekolojinin politikası: Yeni sınırlar, yeni aktörler, Toplum Ve Bilim, Sayı: 138 – 139, 2016

[3] Bkz. Ali Bülent Erdem’le söyleşi, https://birartibir.org/ekoloji/164-mucadeleleri-b irlestirme-stratejisi

[4] Bkz. https://twitter.com/DoganayTolunay/status/1164130752373678081

[5] Cemil Aksu, Ekoloji Siyaseti Adına Temel Bir Hak Olarak Vatandaşlık Gelirini Savunmak, https://www.academia.edu/36176213/Ekoloji_Siyaseti_Ad%C4%B1na_Temel_Bir_Hak_Olarak_Vatanda%C5%9Fl%C4%B1k_Gelirini_Savunmak

Kapak Fotoğrafı: Sultan Güner

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın