“Dokunmak bir umudu yeşertmektir” Hatun Esen yazdı

0

“Ah güzel annem! Sen böyle yürekli ve vicdanlı evlatlar yetiştirdin, birileri çıkıp onu senden aldı, senin yanına oturup başımı dizine koysam, sen yüreğindeki acıyı bana döksen, su olup söndüremem ama paylaşınca bir rahat nefes alırsın belki, ben de o sırada, yüzünde derinleşen acıların oluşturduğu çizgileri izlerken öpsem seni, gözyaşlarımız birbirine karışıp aksa aksa, ah güzel annem!.. Sana ve bütün yüreği kanamış analara sözümüz olsun, bu davanın peşini bırakmayacağız. Çantamızın gözünde, saçımızın telinde, kitabımızın ayracında ve düşlerimizin başucunda taşıdığımız o umut tohumlarını sizlerle de paylaşacağız çünkü biliyoruz ki dokunmak bir umudu yeşertmektir ve yeşeren umut binlerce umut tohumu daha verecektir bizlere…”

7-8 Mayıs 2022 tarihinde gerçekleştirilen Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu anma etkinliğine katılan Munzur Çevre Derneği’nden Hatun Esen etkinlik hakkındaki izlenimlerini kalemine ket vurmadan duygusal tonu yüksek bir metin kaleme aldı. Bu metin etkinliğe katılan yaşam savunucularının ortak duygulanımlarını dile getirir nitelikte.

Adaletin mumla arandığı, vicdanların rafa kaldırıldığı bu süreçte, karanlığa bir ışık olmak için bu seferki rotamız olan Antalya Finike. Doğayı ve yaşam alanlarını savundukları için 9 Mayıs 2017 tarihinde, Finike Kızılcık yaylasındaki evlerinde katledilen Aysin ve Ali Ulvi Nohutçu çiftinin ölümlerinin 5. yılında, mezarları başında onları anmak için buradayız. Onları acımasızca katledenlerin ve bunu azmettirenlerin yargılanacağı güne kadar mücadeleye devam ederek hep birlikte güçlü bir ses olmak için yollara düştük.

Yollar kıvrıla kıvrıla giderken ruhumun derinliklerinde, acının ve sızının karmaşası içinde geçen bin bir soruya cevap arayıp durdum. Bu gelgitler içinde uyku mahmurluğunun çöktüğü ve dalıp gittiğim hayallerle yol almaya devam ettik. Sabah saat 10’da, konaklama alanında, ülkenin farklı yerlerinden gelen ekoloji gruplarından arkadaşlarla tanıştıktan sonra çiftin mezarı başında yapılacak olan basın açıklaması için arabalara binerek mezarlığa yol aldık. Orada gözümüze ilk çarpan mezarlarında bir tek mermer taşının dahi olmayışıydı. Bu da bana bahçe için yıllarca çalışan bahçıvana bir çiçek kokusunun dahi çok görülmesi kadar trajik geldi. Ki onlar tek ve hür bir ağaç gibi yaşamı ve doğayı savunduklarından dolayı, gözleri hırs bürümüş kişilerce gülüşleri ve düşleri yarım bırakılanlardı.

“Bizler 5 yıl boyunca Aysin ve Ali’nin mücadelesi bitti diye yaşadık, yaşamaya çalıştık. Bugün Ali’ler, Aysinler hepsi burada, gördüm ki Ali’nin mücadelesi bitmemiş; bunu siz kanıtladınız bize. Evde 90 yaşında annem var adaleti bekleyen; hak, hukuk adalet, eşitlik, sevgi diyen… Ali Ulvi’nin annesi 90 yaşında, ölümü reddediyor, Adalet yerini bulmadan ölmeyeceğim lütfen desteğinizi çekmeyin” diyerek yüreğindeki acıyı âdeta insanlığın duyarsızlaşan katılaşmış vicdan duvarlarına vuruyor. Akıp giden zaman bu acıyı katmerleştirmesin diye ve azmettiricilerin yanına bu acı da kâr kalmasın diye suçluların yargılanması için sonuna kadar onların yanında olacağız. Bir anne adalet yerini bulsun diye yaşamakta zorlanıyor, sadece nefes alıp veriyorsa bu kışın ortasında baharın özlemini çekmek değildir de nedir? Ben de, bu ülkede analarımızın gözyaşları dinsin diye adaleti özlemle umutla bekleyeceğim. “Ah güzel annem! Sen böyle yürekli ve vicdanlı evlatlar yetiştirdin, birileri çıkıp onu senden aldı, senin yanına oturup başımı dizine koysam, sen yüreğindeki acıyı bana döksen, su olup söndüremem ama paylaşınca bir rahat nefes alırsın belki, ben de o sırada, yüzünde derinleşen acıların oluşturduğu çizgileri izlerken öpsem seni, gözyaşlarımız birbirine karışıp aksa aksa, ah güzel annem!.. Sana ve bütün yüreği kanamış analara sözümüz olsun, bu davanın peşini bırakmayacağız. Çantamızın gözünde, saçımızın telinde, kitabımızın ayracında ve düşlerimizin başucunda taşıdığımız o umut tohumlarını sizlerle de paylaşacağız çünkü biliyoruz ki dokunmak bir umudu yeşertmektir ve yeşeren umut binlerce umut tohumu daha verecektir bizlere…”

Daha sonra oradan arabalara binip o iyi ve yürekli insanların katledildikleri dağ evine doğru yola çıktık. Yolculuğumuz sırasında gördüğüm yıkımın boyutları beynimde âdeta bir deprem etkisi yaratmıştı. Sanki yaşamla yıkım bir aradaydı. Bir tarafta hayvancılık, narenciye yetiştiriciliği, yeşile sarıya çalan ağaçlar ve diğer tarafta mermer ocakları… En çok canımı yakanda bu oldu! Bu büyüleyici doğanın yok olmasını izleyenlerin, sessiz kalıp tepki vermemesi, bir akıl tutulmasından başka ne olabilirdi ki? Az bir zaman orada kalmamıza rağmen o tozdan çok kötü etkilendim, gözlerim iltihaplanma derecesine geldi. Benden başka bir iki arkadaş daha aynı şikâyetler de bulundu. Ya orada sürekli yasayan canlıların, o canların kuytularını kendine yuva yapan börtü böceğin; bu toz bulutlarının ve yıkımın içinde yerlerinden, yuvalarından yoksun bırakılmalarına ne demeli!.. En acısı da farkında değiller belki ama insanların yavaş yavaş ölüme yol alışlarını nasıl anlatmalı, bilmem ki? Bu insanları bu kadar korkutan, sindiren, baskı altında tutan ne olabilir? Yoksa vicdanlarını bir miktar paraya karşılık sattıkları için mi şimdi o yükün ağırlığını omuzları taşıyamıyordu. Anlat bize ey kızıl çam, anlat içinde damlayan kanı; anlat ki merhem olalım, yaralarına el sürelim.

Vuruldukları eve vardığımızda ilk göze çarpan, katledildikleri gün sanki burada zaman durmuş gibi. Sevdikleri, yakınları içleri el vermediği için hiçbir şeye dokunmamış, her şey öylece onların bıraktığı gibi duruyordu. Kim bilir bu evi yaparken hayallerini hayata geçirmek için içlerindeki o heyecanın, umudun ve doğanın onlara vereceği güzelliklerin kendi ölümleri olacağını nereden bileceklerdi ki. Etrafta kocaman sessizliğe gömülen insanlar, fazla değil bir dakikalığına onların yerine koyun kendinizi: Umutla, hayallerle, dirençle ve bin bir emekle yaptığınız eviniz size mezar oluyor. Bunu bir kez düşünün lütfen! Düşündüğünüzde nefessiz kaldığınız oluyor mu ya da en ufak bir isyan isteği geçmiyor mu yüreğinizden… Eğer geçiyorsa artık haykırın, haykırın ki adalet yerini bulsun. Orada yapılan tüm konuşmalarda duygusal anlar yaşandı ve bu duygular bir kez daha körleşen vicdanlara ışık olmaya çalıştı. İnsanım diyen herkes bu zulme, bu acıya kayıtsız kalmamalı. O insanlar artık burada yoklar. Evin bahçesinde asılı duran tabelada “Ali Baba’nın Çiftliği” yazıyor. Görmek isteyen göze kırık bir yaşamın umut dolu izleri çarpıyor: özlemini düşledikleri yarım kalmış yaşamları, her tarafta heyecanla dolanan ayak izleri ve daha birçok anı… Bütün bu dağlar, taşlar, ve bu ağaçlar dile gelse belki de bize neler neler anlatacaklar…

Bu içimizi ısıtan ama bir o kadar da hüzünlendiren evden çıktıktan sonra konaklama yerimize geldik. Sabah kalkıp kahvaltı ettikten sonra Muratpaşa Belediyesinin, Büyüknohutçu Parkı’na onlar adına fidan dikildi. O fidanları yeşerip umut olması için oradaki dostlara emanet ederek ayrıldık. Aydın Kanza Parkı’na geçtik orada bir forum gerçekleştirdik. Burada “akan suyun, meyve çağında ağacın ve ümidin düşmanlarına’’ karşı birlikte nasıl bir mücadele edebiliriz diye görüşlerimizi paylaştık. Sonrasında Aysin ve Ali Ulvi Nohutçu için yapılan belgeseli izledik ve Bengisu arkadaşın yazdığı, oraya gidenlerin de bir iki prova alarak sergiledikleri tiyatroyu izledik. Bu oyundaki acıyı iliklerime kadar hissettim. Bu duygusallık hepimizi derinden etkilediği gibi öfkemizi, isyanımızı ve birlikteliğimizi de güçlendirdi.

Bir kez daha hep birlikte haykırdık ‘”Bu zulmün azmettiricilerini yargılayacağız.’’

Aysin ve Ali Ulvi Nohutçu ölümsüzdür…

NOT: 7-8 Mayıs 2022 tarihinde gerçekleştirilen anma etkinliğinde Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu Dostları’dan Munzur Direnişi’ne verilen ödülü temsilen Hatun Esen aldı.

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın