KAZDAĞLARI KURTULACAK!

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşilerine devam ediyor:

Kazdağları’nda şu an nöbet çadırında bulunan; ağır kış koşulları, koronavirüs tehlikesi, devlet/şirket baskıları ve dudak uçuklatan para cezaları demeden inatla direnmeye devam eden 4 direnişciye kulak verdik. Bir kez daha yaşama gücü ve sevinciyle dolduk; “Yaşayabileceğimiz tek gezegeni, evimizi yakıyoruz. Önümüzdeki yıllarda tüm dünyanın en önemli sorunu ekoloji ve ekoloji mücadelesi ile ilgili olacak diye düşünüyorum. Yok oluşla mücadele ederken adalet anlayışımızı değiştirmek zorundayız. Bu dünya üzerinde her canlının eşit yaşam hakkı var. Diğer canlıları mal statüsüne koyup keyfimizce yok ediyoruz. Aynı dili konuşamasak da tıpkı insanlar gibi acı çekiyorlar ve yaşamak istiyorlar. Adaletten eşitlikten söz edeceksek tüm canlıların da insanlarla birlikte özgürleşmesi gerek. Biz Kazdağları’nda kurduyla kuşuyla ağacıyla yuvası yok edilmek istenen tüm canlıların da sesi olmaya çalışıyoruz”

Söyleşi: İsmail Akyıldız/ 19 Mayıs 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Sema: Doğanın önceliği bakış açısıyla ilerleyip, yeşil/ekoloji sorunlarına artık işe yaramayan, tozlu raflarda sığ ve çözüme bir adım bile yaklaştırmayan kitapların, kuralların, kanunların yerine toplumsal ve bireysel yaşamımızın doğa dostu öncelikler doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gerekliliği birincil ve acil önceliğimiz olmalıydı.

Jes, Ges, Res, Hes ve madenler, termik ve nükleer santraller gibi yatırımlar ile şirketlerin kâr hırsı için yaşam alanlarının yok oluşuna tanıklık ettik. Endüstriyel tarım, gıdanın kıtalar arası seyahatine karşı yerelin ve toprağın korunması da ekoloji hareketinin bir savunusu oldu. Temel ihtiyaclarımız olmayan, çoğunluğu sanayi ve teknolojinin ham madde ihtiyacını karşılamak için doğayı sınırsız bir alan olarak görüp, kar odaklı bakış açısıyla ilerleyen talan ve tahribatlar ile yok edilmeye devam ediyor.

Artık doğayı sömürmenin, insan merkezli yaklaşımı savunmanın yanlışlığını fark edip, ders çıkarmalı ve her canlı ile eşit yaşam hakkına sahip olduğumuzun bilinci ile doğa merkezli, sömürüsüz, yereli koruyan ve öncelikli ihtiyaçlarının farkında bir yaşamı tercih etmek zorundayız.

Ferzan:Geçmişe dönüp baktığımızda Bergama’dan Cerattepe’ye, 20 yılı aşkın süredir yaşam savunucuları ekoloji mücadelesi veriyor. Ama son yıllarda doğaya, yaşam alanlarına saldırı korkunç boyutlarda. Haliyle buna oranla da ekoloji mücadelesi verenlerin sayısının da arttığını görüyoruz. Ancak geçmişten farklı olarak, ekoloji de artık insan odaklı anlayıştan tüm canlıların eşit yaşam hakkına sahip olduğu gerçeğine doğru evriliyor.

Fakat hala doğa insanların süpermarketi gibi hep tüketilecek bir meta olarak görülüyor. Bugün derdimizi anlatmaya çalıştığımız tüm resmi kurumlarda bu anlayış var. Orman bölge müdürlükleri ormana kereste ya da maden açılacak bölge gözüyle bakıyor. Bizler de mücadelemiz süresince bu anlayışı değiştirmeye çalışıyoruz.

Yılmaz: Yeşil/Ekoloji hareketinin geçmişini çok iyi bilmesem de son yıllarda ülkenin her köşesinde bir mücadele var. Bergama’da köylülerin destansı direnişi ve Gezi direnişi bugün Kazdağları’na ışık oluyor. Bu mücadeleler para kazanmak ya da rant için değil yaşamak ve yaşatmak için verildi aynı Kazdağların’da olduğu gibi.

Ulaş: Çevre mücadelesi deyince, birçok insanın belleğinde yer edinen, Bergama’da Türkiye’nin ilk altın madenine karşı köylülerin yürüttüğü direniş akla geliyor. Köylülerin ulusal medyada ses getiren sivil itaatsizlik eylemleri fazlasıyla destek alsa da halkın nedzinde sadece Bergamalıların sorunu olarak algılandı. Bergama hala bitmemiş bir mücadele ve sonrasında olan birçok mücadeleye ilham veriyor. 2000 li yıllar ile hükümetin el değmemiş doğayı kaynak olarak görmesi ve enerji santralleri projelerinin hızla artmasıyla bunun karşısında yeni mücadele alanlarının doğmasına yol açtı.

Dereleri, ormanları, toprakları kısaca yaşam alanlarının yok olma tehtitiyle karşı karşıya kalan halk beraber karar alıp, hareket edebileceği dernek ve platformlar oluşturmaya başladı. Ülkenin her bir köşesinde talan ve tahribatlar karşısında sesini çıkaran insanların artmasıyla mücadeleler yerelden çıkıp çok katılımlı eylemlere dönüşmeye başladı. Örneğin, Karadeniz İsyandadır Platformu’nun öncüleri arasında bulunduğu, 25 Nisan 2010 tarihinde Kadıköy’de gerçekleştirilen ekoloji eylem/mitingi ile artık mücadelelerin yerel ile sınırlı olmadığı, bir çok çevre mücadelesinden insanı bir araya getirdiğini gördük. Çevre mücadelesi olarak başlayan Gezi direnişi ve sonrası çevre / ekoloji hareketlerine yabancı olan birçok insan bu sorunları gündemine aldı ve çözümün bir parçası olmak için adım atmaya başladı. Sosyal medyanın da etkisiyle ekoloji hareketleri daha fazla görünür ve ses getirir hale geldi. Halkın ilgisinin artmasıyla birlikte daha önce gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan çevre /ekoloji hareketleri artık çevre bültenleri, programları gibi kendi alanlarını yarattı ve daha fazla insana ulaştı. Cerattepe ve Kazdağları direnişlerinde görüldüğü gibi ekoloji hareketleri yerelden başlayıp on binlerce insanın katıldığı eylemlere dönüşebiliyor. Türkiye’nin her köşesinden Kanal istanbul projesine karşı itiraz için oluşan uzun dilekçe kuyrukları gösterdi ki çevre sorunlarının sadece yereli değil ulusu hatta dünyayı etkileyecek ekolojik yıkımlar yaratacağının farkındalığı oluşmaya başladı.

Dünyanın en temel sorunu iklim krizine karşı harekete geçen yokoluş isyanı ve gelecek için cumalar gibi oluşumlara Türkiye’den gençlerin katılımı ve eyleme geçmesi, ekoloji mücadelesini yeni neslin omuzladığının göstergesidir. Bugün sosyal medyanın da desteğiyle bir araya gelmiş onlarca oluşum Türkiye’nin herhangi bir yerindeki ekolojik yıkıma karşı ses çıkarmakta ve beraber hareket edebilmektedir.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulundugumuz koşulların avantaj ve dezavantajlari nelerdir?

Ferzan: Koronavirüs salgınının hem olumlu hem de olumsuz etkisi oldu. Yaşadığımız sistemin yanlışları yüzümüze bir tokat gibi çarptı. Emek sömürüsünden, eşitsizlikten, doğaya karşı acımasızca davranışlarımıza kadar kurduğumuz düzeni sorgulattı. Doğadan uzaklaşmış, kendini ondan üstün gören insanın doğal olaylar karşında ne kadar çaresiz kalabildiğini gördük. Pandemi sürecinin açıkça gösterdiği gibi dünya değişiyor, biz de değişmek zorundayız. Giderek artan ormansızlaşma, madencilik, endüstriyel tarım ve hayvancılıkla kirlenen topraklar, vahşi türlerin sömürülmesi hayvanlardan insanlara geçen hastalıkların sebebi. Bilim insanları böyle doğayı sömürerek yaşamaya devam edersek bu gibi pandemileri daha sık göreceğimizi söylüyor.

Hayvanları kafeslerde mezbahalarda korkunç şartlarda yaşamaya zorlayan insan şimdi kendi yarattığı kafeste esir düşmüş durumda. Bunun bir ders olarak anlaşılacağını düşünüyorum. Yıllarca ekolojistlerin anlatamadığı şeyi bir virus anlatabildi.

Bunun yanı sıra salgın süreci sermaye tarafından fırsat bilindi ve hızla saldırıya geçtiler. Salda Gölü 1. Derece doğal sit ve korunan alan statüsüne sahip olduğu halde “Millet Bahçesi” uğruna iş makineleriyle göl çevresi tahrip edildi. Rize Artvin Bursa’da halkın istememesine rağmen HES projelerine başlandı. Aydın JES Kirazlıyayla Köylüleri pandemiyi fırsat bilen madencilere direnmeyi sürdürüyor. Kazdağları nöbetimizin 270. Gününde yine salgın gerekçe gösterilerek ruhsatsız şirket yerine nöbet alanımız tahliye edilmek istendi.

Yılmaz: Daha önce böyle bir salgınla karşılaşmadığımız için sonuçlarını kestirmek zor. Ama doğa savunucularının gezegene etkimiz hakkındaki görüşlerini doğrular nitelikte. Dünya bir ekosistemler bütünü, insan da bu bütünün bir parçası. Bütünü düşünmeden hareket ederek bu döngüye zarar vermeye devam edersek yok olacağız. Salgın gerekçesiyle insanlara evde kal deniyor, ama bu sırada talan politikaları hızla devam ediyor.

Ulaş: Kitleleri harekete geçirmekteki temel sorun öngörülerin ve bilimsel araştırmaların halkta yeterince karşılık bulmamasıdır. Koronavirüs salgını, doğanın dengesinin bozulması ve küreselleşme sonucu ortaya çıkan somut bir örnektir. Bu örnek kullanılarak dünyanın herhangi bir yerindeki ekolojik yıkımın bizi de etkilediğini, evlere kapanan milyonlarca insana gerçekte sağlıklı bir çevreye ihtiyacımız olduğunu anlatma fırsatı vermiştir.

Kapitalizm krizi nasıl fırsata çevirip yeni talan alanları yaratıyorsa, bilim insanlarına daha fazla kulak kabartıldığı bu dönemde, ekoloji mücadelesi verenler de bilimin ışığında iklim krizinin ve ekolojik yıkımların sonuçlarını halka daha fazla ulaştırma alanları yaratılmalıdır.

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Ulaş: Türkiye’de uygulanan yanlış tarım politikaları orman ve mera alanlarının yapılaşmaya açılması enerji santralleri gibi projeler ormansızlaşma sulak alanların yok olması ve toprak kaybı gibi sonuçlara yol açmıştır. İklim krizinin etkilerinin hissedilmeye başlanmasıyla öncelikle tarımsal üretim etkilenmiştir. Zaten tarımsal üretimde neredeyse durma noktasına gelen Konya Ovası’ndan sonra seracılıkta ön plana çıkan Antalya’da daha önce görülmeyen hava olayları meydana gelmeye başlamıştır. Gelecekte bu gibi yerlerde tarımsal üretimin nasıl yapılacağı büyük bir soru işaretidir. Yağış alan mevsimlerin değişmesi ve yağış oranlarının azalması ile zaten su fakiri olan ülkemizi, su politikaları değişmediği sürece yeni krizler ile başbaşa bırakacaktır. Türkiye’nin en temel ekolojik sorunu iktidarın iklim krizi ve doğal tarımsal üretim hakkında halkı bilgilendirip yönlendirmek yerine, yaşamı hiçe sayarak doğayı sermayeye kaynak olarak sunmasıdır.

Ferzan: Türkiye’de ekolojik saldırı korkunç boyutta. Her yönden, her şekilde, hem de aynı anda bir saldırı. Hiç böyle bir dönem olmuş muydu bilmiyorum. İklim krizinin etkilerini ve kuraklığı giderek daha fazla yaşarken tüm ormanlarımız maden şirketlerine, tüm derelerimiz HES projelerine peşkeş çekiliyor. Almanya nükleer enerji santrallerini yıkarken Çernobil faciasını yaşamış Türkiye’de yeni santraller kurulmaya çalışılıyor. Tüm gezegen için çok önemli bir ekosistem olan Kazdağları JES, RES, termik santral ve metalik madencilikle kuşatılmış durumda.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Ulaş: Ekoloji mücadelesi verenler dernek mantığından çıkarak beraber karar alınıp, hareket edilen oluşumlara dönüşmelidir. Bu oluşumlar arasında daha fazla iletişim kurulup organik bağlar oluşturulmalıdır. Böylece her hangi bir yerdeki ekolojik yıkıma karşı daha gür ses çıkartma ve mücadeleleri büyütme fırsatı sunacaktır. Aynı zamanda iklim krizinin etkileri küreselleşme karşısında yerelleşme gibi konuların halka aktarılmasına daha fazla önem verilmelidir.

Yılmaz: Öncelikle ayrışmamalıyız. Geçmişe baktığımız da bir çok mücadele bu yüzden sönümlenmiş. Bölge bölge değil bir bütün olarak mücadele etmeliyiz.

Ferzan: Önümüzdeki yıllarda tüm dünyanın en önemli sorunu ekoloji ve ekloloji mücadelesi ile ilgili olacak diye düşünüyorum. Yaşayabileceğimiz tek gezegeni, evimizi yakıyoruz. Yok oluşla mücadele ederken adalet anlayışımızı da değiştirmek zorundayız. Bu dünya üzerinde her canlının eşit yaşam hakkı var. Diğer canlıları mal statüsüne koyup keyfimizce yok ediyoruz. Aynı dili konuşamasak da tıpkı insanlar gibi acı çekiyorlar ve yaşamak istiyorlar. Adaletten eşitlikten söz edeceksek tüm canlıların da insanlarla birlikte özgürleşmesi gerek. Biz Kazdağları’nda kurduyla kuşuyla ağacıyla yuvası yok edilmek istenen tüm canlıların da sesi olmaya çalışıyoruz.

(Kazdaglari direnişcilerine ek soru) Koronavirüs salgını Kazdagları’nda nöbet tutan ve onların direnişlerine dışarıdan destek veren yaşam savunucularını nasıl etkiledi. Alamosgold ve devlet kurumları bu süreci nasıl okudu?

Ferzan: Çanakkale ve hatta Türkiye halkının desteği hiç bir zaman eksik olmadı. Nöbetimiz dışında sesimizi daha çok duyurabilmek için Çanakkalelilerin de katılımıyla, her Cumartesi Çanakkale İskele Meydanı’nda Kazdağları için El Ele eylemi yapıyorduk. Salgın başladığında bu eylemlerimize ara vermek zorunda kaldık ve el ele eylemini dijitale taşıdık. Seyahat yasakları da başlayınca nöbette o sırada olan arkadaşlar olarak kendimizi alanda izole ettik hatta gelmek isteyen dostlarımızı bulaşma riski oluşmasın diye geri çevirmek zorunda kaldık. Ama buna rağmen İl Umumi Hıfzıssıha Kurulunun aldığı karar gerekçe gösterilerek alanı boşaltmamız istendi. Vali başkanlığındaki kurul ormanda piknik yapmayı, konaklamayı ve salgınla hiç bir alakası olmayan drone uçurmayı yasaklamış. Biz ve Çanakkale çevre örgütleri bu karara dilekçeler ile itiraz ettik.Çünkü biz piknik yapmıyoruz, Kazdağları’nı savunuyoruz. Kaldı ki Alamos Gold’un çalışanlarına böyle bir tebligat yapılmadı. Onlar da hala ormanda varlıklarını sürdürüyorlar. İtirazımız dikkate alınmamış olmalı ki en son her birimize kişi başı 13 bin tutarında toplamda 57240 lira para cezası kesildi.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Yılmaz (Doğan): Daha önce Munzur vadisi üzerinde kurulmak istenen Heslere karşı ve Cargill mücadelelerine destekte bulundum. Geçtiğimiz yaz da İç Anadolu ve Ege’yi 2000 km pedallayarak Kazdağları nöbetine katıldım.

Ferzan (Aktaş): Çanakkale’de yaşıyorum. İlk kez Kazdağları’nda aktif olarak bir ekoloji mücadelesinde bulunuyorum. Bu proje Kazdağları’nda kendini göstermeden önce altın madeni nedir altın nasıl çıkarılır bilmiyordum. Öğrendiğimde şoka uğradım. %80 i kuyumculuk sektörüne ve şirketlerin kasasına giden bu altın için koca bir ekosistem yok ediliyor su kaynakları zehirleniyormuş. Bu adaletsizliğe engel olmak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.

Ulaş (Baş): Kazdağları’nda nöbete katılmadan önce aktif olarak bir ekoloji mücadelesinde bulunmadım. Ama hep çeşitli yollarla destekledim.

Sema (Demir): Bu zamana kadar ekoloji hareketlerini daha çok basın ve medya aracılığıyla ile takip ettim. Bu kadar fazla tahribat karşısında bugün hala bu hareketin küçük bir parçası olduğumu düşünüyorum.

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın