Av. Diren Cevahir Şen ile söyleşi; “Sol/sosyalist çizgideki siyasi parti ve hareketlerin tamamı ekolojik çizgiden çok çok uzakta!”

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşileri Av. Diren Cevahir Şen ile devam ediyor;

“Yeşil/ ekoloji hareketleri antikapitalist ve feministdir. Ancak böyle davranmayan yeşil parti ve hareketler de var maalesef. Yine, Türkiye’de geleneksel sol/sosyalist çizginin muhafazakar alışkanlık ve adetlerini ısrarla sürdüren, laf ile “yeşil” ya da “eko” öneki alan hareketler de var. İnsan merkezlilik yeşil düşüncenin de ekoloji hareketinin doğasında yoktur. Hem solcular hem de insan hakları savunucuları bu bağlamda kendilerini değerlendirmek zorundadırlar.”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 8 Haziran 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eger yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir degerlendirme yapmanız mümkün mü?

Yeşil hareket tüm dünyada teker teker örgütlü ve doğrudan tüm hayatların savunusunu yapan bir hareket. Özellikle iklim hareketleri ile biraz daha ön planda ve görünür olan ama yine hayvan hakları meseleleri ile de gündemimize giren bir hareket. Tüm yerellerde bölgenin özgül koşullarına göre oluşan hareketler toplamda yeşil hareketin birikimidir. Örneğin bugün Türkiye’deki Hes, maden ve termik santral karşıtı hareket ile Kuzey Avrupa’daki iklim değişikliği karşıtı hareket, nükleer karşıtı hareket bir bütün esasında. Yine Latin Amerika’daki çiftçi hareketi de bu birikimin bir parçası. Bu birikimlerden faydalanmak yeşil hareketi ilerletmek açısından çok önemli. Yine Avrupa ülkelerindeki yeşil partilerin parlamentodaki umut veren temsiliyeti, hükümet ortağı ya da doğrudan iktidar olan yeşil partiler (örneğin İzlanda’da Sol Yeşil hareket, Hollanda’da Yeşil Sol parti) göz önünde bulundurulduğunda, yeşil hareket birikiminin artık dünyanın bir yerlerinde başarıya doğru gidişinden söz edebiliriz. Şunu not etmem gerekir ki; Yeşil siyaset eşitlikçi ve özgürlükçüdür. Emekten yanadır ve sermayenin karşısında yaşam için yer alır, almalıdır. Bu neden yeşil hareketler antikapitalist ve feministdir de. Ancak böyle davranmayan yeşil parti ve hareketler de var maalesef. Yine, Türkiye’de geleneksel sol/sosyalist çizginin muhafazakar alışkanlık ve adetlerini ısrarla sürdüren, laf ile “yeşil” ya da “eko” olan hareketler de var. Sosyalist çizgideki siyasi parti ve hareketlerin tamamı yeşil ya da ekolojik çizgiden çok çok uzakta Türkiye’de. Gezegeni korumayı esas mesele olarak almıyorlar Ancak ben yine bu sol/sosyalist hareket ve partilere nazaran bir miktar fazla yeşil siyaset yapan ve adı da yeşil olan ve babamın da içinde siyaset yaptığı Yeşil Sol Partiyi -her ne kadar aralarında ekofeminist ve ekososyalistler olsa da- yeşil bulmuyor muhafazakâr/sol buluyorum. Meselenin başka bir boyutu da şu. Örneğin Ege bölgesinde yeşil harekete yönünü dönmüş Kemalistler var. Ancak büyük şehirlerdeki ve Karadeniz’deki bazı yeşil arkadaşlar gerek Ermeni gerek Kürt meselesi konusunda epeyi mücadele veriyorlar. Çünkü yeşil siyaset insanlığa karşı yapılan fiillerin de karşısında durur ve eşit, özgür bir yaşamı savunur. Tek başına Yeşil Sol Parti kurmakla yeşil solcu olunmadığı gibi, HES’e ya da termik santrale karşı söz söylemekle, sol yumruğu sıkıp ‘kahrolsun filanca şirket’ demekle de ekolojik bir yaşamdan, doğadan yana olunmuyor. O nedenle ülkedeki sol/sosyalist partiler yeşil siyasetin yanında geçmediği gibi, ülkenin tek yeşil partisi olan Yeşil Sol Parti’nin üyelerinin bir çoğunun yeşil siyaset, yeşil ideoloji ve yeşil hareketlerden haberdar olduklarını düşünmüyorum. Bir yeşil hareket ve parti, başta gezegen ve onun tüm doğası olmak üzere tüm canlıların yaşamını savunur. Çevreci olmaktan farkı budur bir yeşilin. Ermeni’lerden ya da Kürtler’den söz açılınca rahatsızlık duyuyorsa o kişi aslında ırkçıdır ve burada yeri yoktur. Yahut birileri doğamız yok ediliyor, tabiat katlediliyor diye haykırdığında ‘ama insanlar ölüyor, şimdi sırası mı?’ diyorsa ona da güle güle. İnsan merkezlilik yeşil düşüncenin de ekoloji hareketinin doğasında yoktur. Hem solcular hem de insan hakları savunucuları bu bağlamda kendilerini değerlendirmek zorundadırlar. Irkçı ya da milliyetçilere ya da ulusalcılara zaten söyleyecek bir sözümüz yok. Aynı yerde olma ihtimalimiz dahi yok.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/oynar mı? Salgın, hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulunduğumuz koşulların avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Koronavirüsün doğrudan doğruya hayatımızı yavaşlattığı gündeliklerimizi kökünden değiştirdiği çok açık. Korona virus bana göre yeşil hareket için kendini geliştirmesi ve büyütmesi bakımından fırsattır. Evlere kapandığımız dönemde havanın nasıl temizlendiğini durulaştığını, berraklastığını açıkça gördük. Egzoz uçak ve insan sirkülasyonunu azaldığı zaman ozon tabakasının kendini hızla toparladığını gördük. Bunu yeşil hareket kendisi anlatmak için değerlendirirse çok güzel şeyler başarabiliriz. “Bakınız biz dünyayı biraz olsun rahat bıraktık ve neler oldu” diyebilmelidir yeşil hareket. Sokağa çıkamıyoruz, bunu sokakta örgütlemek şu aşamada çok zor. Ancak online ortamda örgütlenmek de artık çok kolay.

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Küresel ekolojik krizin en çok etkilediği coğrafya Türkiye’dir belki de. Belirgin bir iklim değişikliği var ve bu konuda en eğitimsiz insanlar bile farkında. Ülkede delirmişcesine taş ocağı ve maden katliamı baş gösteriyor. Bir zamanların en popüler doğa katletme biçimi termik santraller ve hesler de elbette varlığını sürdürüyor. Bu nedenle örneğin Zonguldak, 31 büyük şehirle birlikte özel korona yaptırımına maruz kalıyor. Çünkü Zonguldak bir termik santral cehennemi. İnsanlar hasta oluyorlar normal zamanlarda da. Siyasi iktidar ise delicesine santral yapma derdinde hala. Bir de imara açılan doğal varlıklar var. Salda gölü ve şimdi de Olimpos. Ekolojik kriz kapitalizmin krizinden bağımsız değil bana göre. Kapitalizm her gün daha çok daha çok daha da çok tüketiyor. Dünyayı bitirene kadar durmamak niyetindeler. Ancak yaşam bir bütün ve bizim bunu anlatmamız örgütlenmemiz şart. İnsan yaşamını önceleyen anlayışları bertaraf etmemiz gerekiyor. Bugün şu an ülkede en büyük ekolojik sorunlardan biri artık avuç kalan orman alanlarının şirketlerin ve devletin insafına terk edilmesidir. Bir diğeri ise doğal varlıkların inşaat için katledilmesi. İnşaatlar her yerde. Beton yaşam alanlarımızı öldürüyor. Betona ve madene boğulmuş bir ülkeyiz artık. Buna nasıl dur deriz bence en önemli sorunlardan biri adına ne dersek diyelim yeşil hareket, ekoloji hareketi, doğa için hareket ya da yaşam için hareket vb. mücadelemiz ve hedeflerimiz yalın ve kolay anlaşılır olmalıdır. Militan değiliz. Antimilitarist ve antikapitalist olmak zorundayız ama bunu izah ederken anlaşılmak zorundayız. Önce anlaşılalım ve kapsayıcı olalım ki hak verilen olalım. Yeşil hareket yaşamını savunan hayatına sahip çıkanların yanında onlarla birlikte mücadele etmek zorundadır. Sözünü yukarıdan değil eşitce kurmalıdır. Politik hareketlerin çoğunun sorunu bu; anlaşılır olmamak. Ancak yeşil hareket anlaşılır olmak zorundayız. Başka türlü hayatı kurtarmayacagiz. Bu nedenle yerellerdeki çevre ve hayvan hakları örgütleri, inisiyatifleri, kolektifleri ve platformları hatta bireyler ile doğrudan ilişkiye geçmeliyiz. Bizim ortak paydamız yaşamı savunmak doğayı koruyup doğallığını muhafaza etmesini sağlamak ve hasarı onarmak.

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız.

Biraz daha hızlı hareket etmemiz gerekiyor. Doğa her gün devletlerce ve şirketlerce katlediliyor. Türlü bahaneler uyduruluyor; terörle mücadele, istikrar, ekonomik büyüme ve sair. Su akar Türk bakar sözü nasıl heslerin bahanesi yapılıp buradan taraftar toplandıysa yarın başka şeyler olacaktır. Bizim biraz acelemiz var.

Kendinizi kisaca tanitabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Hukuk fakültesi mezunuyum ve serbest avukatım. Bartın’da doğdum ve orada büyüdüm. Yeşil bir kasabada yaşamış olmak en büyük şansımdı belki de. Orta okul yıllarında belki de zorunluluktan (termik santral gerçeği) çevreci oldum. İlk sokak eylemim Bartın Mobil santraline karşı eylemdi. Lise yıllarında biraz daha anlamaya başladım çevre hareketlerini. Üniversite’de ise okuyarak izleyerek çiftçi hareketleri ile tanıştım ve aktivist oldum iyice. Okul bitip avukatlık stajına başladığımda ise artık yaşamını savunanların yanında hukukçu olarak var olmaya karar vermiştim. İlk dava deneyimim Cide Loç Vadisi HES Ceza davasıdır. O süreçten sonra kendime artık Yeşil diyordum. Yeşil olarak da tanımlıyorum kendimi doğa korumacı olarak da. Loç Vadisi Koruma Platformu, Karadeniz İsyandadır Patformu, Bartın Çevre Gönüllüleri gibi platformların içinde yer aldım. Şimdilerde bir ağ olan Karıncalar’dayım ve bir kaç yeşil avukat olarak zaman zaman bir araya gelerek konuşuyoruz. Bir de Kurtuluş Komşu Ağı Ekoloji grubundayım. Yeryüzü Dernegi’nin etkinliklerini elimden geldiğince takip ediyorum. Daha da çok parçası olmayı umuyorum.

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın