‘Doğanın Çocukları’ konuşuyor; “Ekolojik krizin içerisindeyiz; Covid-19’da bunun bir fragmanı oldu!”

0

Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi “Türkiye’de Koronavirüs Öncesi ve Sonrası Ekoloji Hareketleri” başlığını taşıyan söyleşileri Doğanın -neşe ve dinamizmiyle ile dolu- Çocukları Selver, Utku, Beyza ve Baran ile devam ediyor;

“Pandemi süreci yeni bir toplum arayışlarının başladığı bir süreç olarak kendini göstermektedir.”

Söyleşi: İsmail Akyıldız / 13 Haziran 2020 / Yeşil Direniş – Ekoloji ve Yaşam Gazetesi

Yeşil/Ekoloji hareketinin tarihsel birikimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz? Böyle bir birikimden söz edebilir miyiz? Eğer yanıtınız evet ise bugüne kadar genel bir değerlendirme yapmanız mümkün mü?

Baran: Dünya genelinde 1970’lerden itibaren kapitalizmin teşhiri ile birlikte büyüyen/güçlenen ekoloji hareketi bir tarihsel birikime sahiptir. Türkiye’de Bergama direnişi ve Gezi direnişi ile bu tarihsel birikimin oluştuğunu düşünüyorum. Bu direnişlere ilham ve yol gösterici olarak Yeşil Yol, Cerattepe, ODTÜ Kavaklık ve şimdi devam etmekte olan Kazdağları mücadelesini tanımlayabiliriz. Verdiğimiz ekoloji mücadelesi böyle bir tarihsel birikimin üzerinde şekillenmektedir.

Beyza: Ekoloji hareketini tarihselliğinden bağımsız düşünemeyiz. Zaman içinde büyüyen bir güç var. Gezi direnişi yaşım itibariyle en belirgin hatırladığım süreç. Orada güçlenen ruh bugün etkisini göstermeye devam ediyor. Geziden önceki ekoloji hareketlerinin de geziye bir kaynak oluşturduğunu düşünüyorum. Aslında doğaya olan daimi ihtiyacımız, direnişler ve dayanışma halini de daimi kılıyor. Örneğin Bergama’da henüz ben doğmamışken yapılan direniş ve hak arayış bugün bana güç ve ilham veriyor.

Utku: Türkiye sınırları içerisinde düşünürsek ekoloji hareketinin kendisini açıkça ortaya koyduğu Bergama direnişine bakabiliriz. Burada hukuki mücadelenin yanı sıra sivil itaatsizlik eylemlerinin hayata geçtiğini, sermaye karşıtı hareketin kıvılcımlarının oluştuğunu görüyoruz. Daha önceki karşı koyuşlardan farklı olarak devlet olgusunun köylüler tarafından sorgulanmış olmasını da eklemeliyiz.

Neoliberal politikaların güçlenmesiyle doğaya yönelik saldırılar yayıldı. Saldırılar sonucu oluşan tahribata karşı başta Karadeniz bölgesi olmak üzere direnişler açığa çıktı. 2013 yılına geldiğimizde sadece kır alanları değil, kentler talan edilmeye başlanmıştı. Kent mücadelesi dediğimiz dinamiğin etkisiyle gezi direnişi ortaya çıktı. Öyle büyük bir enerji yarattı ki mevcut potansiyelini aşarak halkın bütün taleplerini içeren bir ayaklanmaya dönüştü.

Ardından Yeşil Yol, Cerattepe ve şimdi devam etmekte olan Kazdağları mücadelemiz. Yaşadığımız tüm bu deneyimler büyük bir birikim oluşturdu. Özellikle gezi ruhu dediğimiz olgu, kendi ismiyle var olmasa dahi tüm bu direnişlerin yaşam kaynağı oldu.

Selver: Böyle bir birikim tüm antikapitalist alan dinamiklerinde mevcut olduğu gibi ekoloji hareketinde de mevcut. Bu tarihsellik içinde birikimden söz etmememiz elbette gerçekçi olmaz. Gezi direnişi aslında yeni bir toplumun, yeni bir ruhun doğuşunu en iyi örnekleriyle gösterdi bizlere. Bu direnişte önce 3-5 ağacı bahane ederek başlayan isyan aslında tüm yaşamı, tüm doğayı savunan onlarca insanken milyonlarca insana nasıl dönüştüğünü de gösterdi. Elbette gezi direnişinden önce gerçekleşmiş olan mücadelenin bu noktada etkisi büyük.

Koronovirüs salgını ekoloji hareketinin dönüşümü ve gelişimi bakımından olumlu ya da olumsuz bir rol oynamakta mıdır/ oynar mı? Salgının hareketin güçlenmesi için yeni olanaklar doğurdu ise bunlar nelerdir? İçinde bulundugumuz koşulların avantaj ve dezavantajlari nelerdir?

Selver

Selver: Aslında bu süreç bizlere ekolojik yıkımı bir kez daha tüm gerçekçiliği ile göstermiş oldu. Doğa talanını kimin yaptığı,  nasıl sistematik bir şekilde ne şekilde uyguladığını da. Şimdiye kadar görmek istemedikleri bir gerçeklikti aslında bu. Bulaşıcı hastalıklara dair bilgilere bakacak olursak, UNEP her 4 ayda bir salgın hastalıkların ortaya çıktığını, CDC ise dünyanın bir köşesinde bir köyden çıkan patojenin 36 saat içinde dünyanın dört bir köşesine erişebileceğini söylüyor. DSÖ ise bu yüzyılın ‘pandemiler yüzyılı’ olduğunu belirtmişti. Olumlu olarak da olumsuz olarak da gördüğümüz noktalar elbette mevcut. Kapatılan AVM’ler insanlara AVM’siz de hayatımızın olabileceğini, şehir içi ulaşımda daha az bireysel araç görüyor oluşumuz, toplu taşıma araçlarının da kullanılabileceğini gösterdi. Bazı sektörlerdeki çalışma durumunun azalması (an itibariyle eski kapasiteye geçiliyor) doğayı daha net görmemizi aslında nasıl da işgal ettiğimizi gösterdi. Yani doğa sonunda nefes alabildi. Hayvanlar kendi yaşam alanlarına gelmeye başladı. Dayanışma ağlarının değerini, ne kadar önemli olduğunun da remini çizdi süreç bize. Aslında hala mücadele edeceğimiz bir hayatın olduğunu gösterdi süreç insanlara. Tek başına değil birlikte daha güçlü olacağımızı da gösterdi tabii ki.


Utku:
Avantajları ile başlayalım. Salgın ile birlikte ekolojik yıkımın ne kadar büyük bir sorun olduğunu güçlü bir virüsle gördük. Sermaye düzeni doğayı sınırsız bir kaynak gibi görerek saldırılarını devam ettirdiği sürece, iklim felaketleri, gıda sorunu ve salgın hastalıklarla karşı karşıya olduğumuz anlaşıldı. Kapitalizmin yapısal krizlerinin iç içe ve etkileşim halinde olduğu her zamankinden daha net. Ekonomi, Ekoloji ve Hegemonya krizinden bahsediyorum. Yani ekoloji hareketi her zaman olduğundan daha büyük bir siyasal ağırlık kazanmıştır. Yeni olanakları, alternatif düzen arayışlarını tartışmanın olanakları gelişmiştir.

Elbette yukarıda avantajları sıralarken mücadeleye olan umudumuz etkili oldu. Ancak riskleri görmeye çalışalım. Ekoloji hareketinin en büyük gücü fiili meşru eylem biçimlerinden geçmektedir. Özellikle geldiğimiz koşullarda hukuki mücadelenin öneminin azalmasıyla birlikte, kentlerde sokakların, kırda köylerin fiziksel direnişi önemini arttırmıştır. Salgın ile birlikte fiziksel mesafe koyma zorunluluğu, sokağa çıkma yasakları eylemlerin gücünü belli düzeyde azalttı. Birey düzeyinde oluşan yalnızlaşma duygusuna karşı ise en güzel panzehir dayanışma ve aktif mücadele. Sosyal medya eylemlerinin güçlendiğini de söylemeden geçmeyelim. Ancak medya düzeyinde sonuç alabilsek dahi karşısında fiziki engel görmeyen devlet destekli sermaye kepçe ve dozerleriyle dağları tepeleri dümdüz edebilir.

Beyza: Pandemi süreci biz bu gezegene ne yapıyoruz sorusunu tekrar tekrar sordurdu. Tabi bu soruyu sorabilmenin yanında bundan sonra nasıl bir anlayış ve hareketle ilerleyeceğimiz oldukça önemli. Kirazlıyayla, Olimpos, Kazdağları için yükselen sesler HES ve termik santrallere yapılan itirazlar ekoloji hareketini güçlendirdiğimizi gösteriyor.  Bunun yanında yaşamak ve yaşatmak için tüketmekten ziyade var olan cana, doğaya sahip çıkmak gerektiğini anlayabilmemiz ekoloji hareketinin güç kazanmasını sağlıyor. İçinde bulunduğumuz koşulların en belirgin dezavantajı krizi fırsata dönüştürmek isteyen bir anlayışla doğa talanına devam edilmek istenmesi oldu. Bunun yanında ise ekolojik yıkımın azımsanacak ve ertelenecek bir tarafı olmadığını salgın süreci bizlere apaçık anlatıyor. Bu da doğa için verilen mücadelenin ne kadar haklı ve gerçekçi olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Baran: Aslında Pandemi süreci ileride yaşanılacakların bir habercisi olmuştur diyebilirim. İnsan merkezcil bakış açısına sahip olan sermaye doğayı sınırsız bir kaynak olarak görmektedir. Bunun etkisi ve yansıması olarak hepimizin görebileceği üzere bir Ekolojik krizin içerisindeyiz; Covid-19’da bunun bir fragmanı oldu.

Bu süreç insanlarda Doğa ile olan ilişkisini sorgulamaya yardımcı olduğunu düşünüyorum.  Doğaya yabancılaşan insanın, bir nebze de olsa parçası olduğu doğaya yakınlaşma ihtiyacı artmıştır.  Yeni bir toplumun arayışları, doğaya uyumlu bir sistemin arayışlarının ortaya çıktığını düşünüyorum.

Fakat bu süreçte tek düşündükleri rant olan Sermaye Kanal İstanbul konusunu sıkça hatırlatıp, Salda Gölüne kamyonetlerle girmiştir, Kirazlıyayla’da tarafını belli etmiştir.

Özetle Pandemi süreci yeni bir toplum arayışlarının başladığı bir süreç olarak kendini göstermektedir. Fragmanını gördüğümüz geleceği yaşamak istemeyenlerin bu düzeni değiştirme umudu Ekoloji mücadelesine mutlaka yansıyacaktır.

Utku

Küresel ekolojik kriz Türkiye’ye ne şekilde yansımakta? Bugün ülkenin en önemli ekoloji sorunları -öncelik sıralamasına göre- nelerdir?

Beyza: Ekolojik kriz dünyada olduğu gibi Türkiye’de de canlı sağlığını ve varlığını hiçe sayıyor. Örneğin Kanal İstanbul bugün itibariyle en belirgin tehditlerden biri. Canlı türlerini, havayı, suyu yok sayan geri dönülemez bir talana işaret ediyor. HES’ler termik santraller, betonlaşma doğayı nefes alamaz hale getiriyor. Kazdağları’nda verilen mücadele gündemdeyken bir anda yeni bir tehdit çıkabiliyor. Bu yüzden hepsinin birbiri kadar önemli ve öncelikli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ülkenin her bir yanından Kazdağları’na, Kanal İstanbul’a ya da Olimpos’a hayır diyebilmek, bu ekolojik krize karşı dayanışmayı oluşturmuş olmak demek.

Baran: Ülke sınırları çizilse de ekolojik kriz bu sınırları çizmez. Ekolojik kriz olgusu evrenseldir, dünya genelinde olan hava kirliliği, su kaynaklarının yetersizliği, sıcaklık artışı, biyoçeşitliliğin azalması vb. birçok sorun Türkiye’yi de ilgilendirmekte ve etkilemektedir.

Bugün ülkenin en önemli sorunlarını sıralarken öncelikten bahsetmek bence çok zor; dünya da ekoloji sorunları bakımından en sorunlu ülkelerden birisi Türkiye. ‘’Ekonomik Kalkınma’’ başlığı altında planlanan binlerce HES’ler, başta İstanbul’un tüm yapısını mahvedecek Kanal İstanbul projesi, iklim krizini arttıran, sellerin etkisini arttıran asfalt ve beton politikaları.. vb. bütünsel olarak iç içe geçmiş ekoloji sorunlarını içermektedir.

Selver: Küresel ekolojik krizin Türkiye’deki yansımalarından öne çıkan sorun olarak sıcaklığın aşırı artmasını söyleyebiliriz öncelikle. Hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin ya çok altında ya da çok üstünde oluşu gibi. Betonlaşma ile birlikte oluşan tahribat, toprakların talanının verimsiz gıda ürünlerine sebep olması ya da yenilenebilir enerji santrallerinin halka yansıttıkları gibi basit bir olay olmayışı da gibi.

Ekolojik krizin sonuçları sadece insanları etkilemiyor, daha da büyümek isteyen sermayenin doğa talanına sebep oluyor ve sistematik şekilde kendini var eden bu yapıda yaşayacağımız başka bir dünya olmadığını unutturuyor.

Utku: Asfalt, çimento, fosil yakıtlara bağlı sıcaklık artışı ve hava kirliliği, toprakların verimsizleşmesiyle her geçen gün kötüleşen gıda politikalarını başa koyabiliriz. Hemen ardından bir kısmı yenilenebilir zannedilen enerji santralleri geliyor. Örneğin devlet HES’leri yenilenebilir enerji kaynağı olarak açıkladı. Oysa gayet iyi biliyoruz ki dereler eski halinde değil. Madencilik ise ülkenin her yanına aynı anda saldırıyor. Taş ocakları, altın madenciliği vb. örnekler çoğaltılabilir. İktidarın doğaya sınırısız bir kaynak gibi yaklaşması itibariyle geleceğe yönelik bir ekoloji politikasının olmadığını görüyoruz. Yüksek rant hedefli “Kanal İstanbul” ekoloji felaketi projesini de unutmayalım. Ekoloji sorunlarının iç içe geçen daireler şeklinde olduğunu düşünüyorum. Sorunlar birbiriyle bağlantılı ve birbirini tetikliyor.

Beyza

Ekoloji hareketinin bundan sonra nasıl bir yönelimi olacaktır/olmalıdır? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?

Utku: Kapitalizm içinde gezegenin bir geleceğinin olmadığını, eşit, özgür ve adaletli bir toplumsal düzen oluşamayacağını gördük. Kısa vadeli planları gezegeni yok olmaya götürüyor. Bu yok oluş süreci en başta yoksulları, emekçileri vuracak. O halde işçi sınıfı başta olmak üzere, toplumsal mücadele dinamiklerinin ortaklığını büyütmeliyiz. Bireyci kurtuluş çözümlerine, yerelci dar bakış zaaflarına düşmeden muhalefet cephesini en geniş temelde örgütlemeliyiz. İrili ufaklı tüm direnişleri küçümsemeden ciddiye almalıyız. Bürokrasiden uzak, demokratik özgürlükçü işleyiş özelliğini kazanmalı ve en önemlisi örgütlenmeliyiz.

Beyza: Birlikte hareket edebilmeliyiz. Bu yıkımın gezegen üzerinde her bireye, her coğrafyaya hız kesmeden zarar verebildiğini görerek ve tehdidin yanı başımıza kadar gelmesine fırsat vermeden dayanışma içinde kalabilmeliyiz. Ekoloji örgütleri olarak birlikte hareketi sürdürebilmeli, daha çok insana ulaşabilmeliyiz. Bunun için üniversiteler, sosyal ağ, ekoloji dergi ve gazetelerinin önemine inanıyorum. Bu platformlarda yapılan haber, bilgilendirme, çağrılar vb. oldukça kıymetli.  Bunun yanında ekoloji üzerine hem güncel hem tarihsel yönüyle derinleşebilmeliyiz.

Baran: Enternasyonel bir mücadele örmeliyiz en başta. Yüzyıllardır doğayı sınırsız kaynak olarak gören Sermaye/Kapitalizm son bulmalıdır. Doğaya uyumlu, özgür, demokratik yeni bir toplumu inşa etmeliyiz. Ekoloji mücadelesini, yerelci dar bakış, siyaset üstü görmek ve  bireyci çözümler zaaflarından arındırarak örmeli ve örgütlemeliyiz. Ekolojik hareketin en önemli özelliği evrensel olmasıdır.

Selver: Bizler birçok tahribatta gördük ki aniden ve büyük bir patlamayla oluşan mücadele hatlarımız aslında kendiliğinden değildi. Halkın oluşan öfkesinin, isyanının tohumuydu. Tek başına değil birlikte güçlü oluşumuzun da göstergesiydi yaşanılanlar.

Emek gücünü ve doğayı daha fazla sömürmek isteyen bu sistemin karşısında söyleyecek sözümüzün olduğunu göstermeliyiz. Bireyselliğin değil örgütlü mücadelemizin önemini vurgulamalı, yaşayacak başka havanın, suyun, toprağın yani başka bir gezegenin olmadığını unutmayıp mücadele hattımızı buradan görmeliyiz. Bu mücadele hattında da enternasyonal bir direniş olduğunu görmeli, tüm antikapitalist alan dinamikleriyle de ortaklaşmalıyız.

Baran

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Bugüne kadar hangi yeşil/ekoloji hareketlerinin parçası oldunuz?

Beyza(Genceli): Doğanın çocukları ekoloji topluluğu ekibindeyim. Daha önceleri bireysel takip ettiğim ekoloji çalışmaları olsa da bir ekip içerisinde ekoloji mücadelesini sürdürmek çok daha verimli.

Utku(Şahin): Doğanın Çocukları ekoloji topluluğunun kurucularından biriyim. Ekoloji Birliği kuruluş sürecinde yer aldım. Aynı zamanda Kuzey Ormanları Savunması, Kazdağları İstanbul Dayanışması ve Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu içerisinde mücadele etmeye devam ediyorum.

Baran(Baştaş): Doğanın Çocukları ekoloji topluluğunun bir üyesiyim. 2 yıldır ODTÜ’de ekoloji mücadelesi veriyorum. ODTÜ Kavaklık Direnişinde, Ankara İklim Platformunun kurulum sürecinde yer aldım ve mücadele etmeye devam ediyorum.

Selver(Büyükkeleş): Doğanın Çocukları ekoloji topluluğunda Antakya’da faaliyet yürütüyorum. Doğanın Çocukları ile üniversitede tanıştım ve öncesinde de içinde bulunduğum örgütlü bir ekoloji hareketi olmamıştı.

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın