Bir Ormanı Beklemek..

0

Her biri göğü yararcasına uzanan yüzyıllık kızıl çamların olduğu bir orman düşünün, bir dağın zirvesinde ya da yamacında değil, ne yazık ki bir kömür madeninin yanında ve hatta 15 km uzanan kapkara bir ölüm çukurunun yanı başında. Bu yüzyılda halen  bir kömür madeni, termik santralin enerji ihtiyacı için gerekli diye, çevresindeki köyleri, o köylerde yaşayan köylüleri yutuyor yıllardır.

Ve sıra şimdi de, adını içinde bulunan 16 hanelik Akbelen mevkisinden alan Akbelen Ormanı’nına geldi. İki yıldır Muğla, Milas’a bağlı İkizköy’ün köylüleri Akbelen Ormanı’nı madencilere vermemek, yanıbaşlarındaki yaşam alanlarını korumak için hukuki bir mücadele veriyor.  Keşif için ormana bilir kişinin gelmesi beklenirken ve hatta yürütmeyi durdurma kararı çıkma ihtimali var iken, Limak  ve IC Holding İçtaş’a  ait YK Enerji (Yeniköy – Kemerköy  Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.) şirketi kesim için Orman Genel Müdürlüğü ile ormana girdi. Köylülerin de çağrısı ile en yakındaki İkizköy dostları, ekoloji aktivistleri, çevre platformu sözcüleri ormana desteğe geldi. Ve yeniden kesim olmaması için, köylüler ile birlikte karar alınarak, ormana yakın, köyden şahsa ait bir arazi içinde çadırlı nöbete başlanıldı.

Akbelen Ormanı ve yanıbaşındaki 15 km uzanan maden sahası

17 temmuzda 20 ağacın kesilmesinin ardından başlayan çadırlı nöbet devam ederken, ormanda keşif yapacak bilir kişinin geleceği 30 temmuz tarihi, bilirkişi heyetinin genişletilmesi için verilen dilekçe  üzerine ve toplumsal tepkilerin de artmasıyla ertelendi. Ertelemenin hemen ardından ne yazık ki Muğla ve çevresinde, yerleşim ve ormanlık alanlarda, bir türlü önlenemeyen büyük yangınlar başladı. Muğla’nın orman varlığının çok büyük bir bölümü yok oldu. Ülkenin dört bir yanı iklim krizine bağlı küresel ısınmanın sonucu yaşanan aşırı sıcaklar yüzünden bir anda yangın yeri oldu. Yangınlar sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde görüldü. Küresel ısınmaya bağlı iklim krizinin sebep olduğu aşırı sıcak hava dalgalarının bir sonucu olarak bu yangınların yaşanacağı belliydi. Isınan havayla birlikte artan kuraklığın dünyanın her yerinde yangınları çoğaltacağı ve eş zamanlı çıkmasına neden olacağı ortadaydı.  ‘İklim krizi değil, sistem krizi’ derken, tüm bu krizleri toplumsal nedenlerinden, iktidarları elinde tutan yönetimlerin tahakkümünden ayrı tutmamak gerektiğini  ekoloji hareketleri çok uzun zamandır da dile getiriyordu.

Ören Kemerköy Termik Santrali önü

Neoliberal politikaların sonunun geldiği, ülkemizin ve dünyanın yönetilemediği ortadadır. Dünyanın geleceği için ekolojik sorunları erteleme lüksümüzün olmadığı bir dönemdeyiz. Ülke yönetimleri rant ortaklığı uğruna işbirliği yaptıkları şirketlerin her türlü isteğini yerine getirmekte, hukuksal ve toplumsal itirazları görmezden gelerek ve tanımayarak şirketlerin yanında durmakta.

Yaşanan onca eko kırıma, eko yıkıma karşı yasal düzenleme ve anlaşmaları onaylamamakta direten, yandaş şirketlere, ormanları, vadileri, dağları, dereleri tüm doğal varlıkları peşkeş çeken iktidar anlayışlarına bir gün bile tahammülümüzün olmaması gerektiği bugün daha da ivedililikle gündeme taşınmalıdır.  

Yangınların çıkış sebepleri nasıl ortadaysa, yangınların önlenememesindeki eksiklikler de aynı şekilde ortada apaçık durmaktadır. Havadan destek ekipleri olarak uçak ve helikopter eksikliğimiz sıkça gündeme taşındı. Ama görüyoruzki karadan yer ekiplerinin müdahalesi olmadan tek başına hava desteği ile yangınların sönmesi pek de mümkün değil. Yer ekiplerinin orman köylülerinden değil de ihale yolu ile o bölgenin insanı olmayanlardan oluşturulmaya başlanılması, altı ayda bir yapılan ihalalelerin tam da yangın sezonunun en yüksek risk taşıdığı zamanlarda yazın yapılması ve kadroya alınanların yeteri kadar eğitim almamışken, bölgeyi hiç bilmezken yangınlarla mücadele etmek zorunda bırakılması, ısrarla kadroların küçültülmesi tüm bunlar ne yazık ki şu an ki iktidarın bir tercihidir. ‘Yönetemiyorsunuz’ derken kastedilen devlet kurumlarının nasıl işlevsiz hale getirilip, vizyonsuzlaştırıldığı ve işe yaramaz boş kurumlara dönüştürüldüğüdür. Ve bu, devleti elinde tutan siyasi tercihin sonucudur. Devleti elinde tutan iktidarların siyasi tercihleri doğayı tahakküm altına almak, rant ve talan uğruna istedikleri  şekilde dönüştürme üzerine ise  ekoloji hareketi  tüm canlı varlıklar için iktidardan düzelmesini talep etmeyi bırakıp, iktidarı değiştirmeye ya da bu tahakküme dayalı anlayışa son vermeye odaklanmalıdır. Ekoloji hareketlerinin ısrarla statükocu bir yapı içinde eritilmeye çalışılması, sönümlendirilmesi, denetim altında tutulması tam da bu odaktan uzağa çekilmek içindir bunu da ayrıca düşünmek lazım.

Ören Kemerköy Termik Santrali önü yangından hemen sonra

Muğla Milas İkizköy’de yer alan Akbelen Ormanı’nın çevresindeki yerleşim birimlerinde, ormanlık alanlarda çıkan yangınlar, Akbelen’in kömür madeni için kesilecek olma gerçekliğini çok daha farklı bir gerçekliğe evriltmiş oldu. Ağaç kesilmesini önlemek için tutulan çadırlı nöbet, bir anda Akbelen Ormanı’nın etrafını çepeçevre saran yangınların yaklaşma ihtimaline, sabotaj olasılığı ile yakılmasına karşılık  beklenilen bir orman nöbetine de dönüştü.

Orman Genel Müdürlüğü’nden yetkililerin yangın ihbarlarına yetişemediği, yangınları söndürmede karadan ve havadan yetersiz kaldığı bir anda, ülkenin dört bir yanından yangınlara müdahale etmek, dayanışma göstermek, erzak taşımak için onlarca insan yollara düştü.. Ve Akbelen Ormanı’nda da bir avuç insan sabahlara kadar nöbet tutarak 740 dönümlük kızıl çam ormanını beklemeye başladı.

İçinde yaşayan çeşit çeşit hayvanların, organizmaların o muazzam eko sistemin zarar görmemesi için bir ormanla birlikte nefes alıp vermek.. O işleyen döngünün içinde olmak,  o döngünün bir  parçası olmayı deneyimlemek.. Bu deneyimi birbirini tanımayan ya da yeni tanımaya başlayan insanlar arasında yaşamak.. Köyden ve şehirlerden ortak niyetler ile bir araya gelen, kendiliğinden gelişen eylemliliklerde, karşılıklı yardımlaşma ile birlikte hareket eden insanlarla o bağı kurmak tarif edilemez bir deneyim oldu şüphesiz ilk başlarda..

Yangınların provakasyon amaçlı çıkarıldığı iddiaları ve bu iddialar üzerinden geliştirilen linç kültürü, sivil insiyatiflerin kendini çözüm unsuru olarak görüp sokaklarda silahlı nöbetlere çıkması, silahlı milisler gibi hareket etmesi ve buna göz yuman iktidar anlayışına karşılık, bir ormanı hem yangına hem de kesime karşı beklemek, ikisinin de kaynağının bir ve aralarında neden sonuç ilişkisi olduğunu  dile getirmek bu kaos ortamında ayrıca önemliydi kuşkusuz.

Akbelen Ormanı’nı Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan Yeniköy Termik Santrali’ne kömür sağlaması için satın alan YK Enerji (Limak ve IC Holding-İçtaş)  Milas ve çevresindeki yangınların soğutma işlemleri yapılırken güya tedbir amaçlı Yeniköy Termik Santrali’nin çevresindeki ağaçları kesmeye başladı. Ören yolu boyunca yapılan bu kesimle yangın önleme tedbirinden daha çok adeta duble yol için yeni alan açılmış oldu. Yangınları bile fırsata dönüştüren bu anlayış bununla da yetinmeyip, boşaltılmış İkizköy’ün dibinde Işıkderesi mevkisinde 8 ağustos Pazar günü sabah saatlerinde Akbelen Ormanı’nda kesim yapmaya kalkıştı üstüne. Yaklaşık bir, bir buçuk saatte 105 kızıl çamı kestiler. Nöbet tutanların ve köylülerin haber aldıkları an yetişmesi ile kesim durdurulabildi ancak. Sadece Milas’ta 8480 hektar alan yanmışken 740 dönümlük Akbelen Ormanı’nı kesmeyi kafasına koymuş YK Enerji devam etmekte olan hukuksal süreci de hiçe sayarak nasıl bu kadar sorumsuz ve keyfi hareket edebiliyor peki?! Aslında bu sorunun yanıtı iktidara yakın beş beleşçi şirket diye tanımlanan şirketlerden biri Limak ve ortağı IC Holding İçtaş’ın işin içinde olmasında saklı. 105 ağacın kesildiği son kesimin bir önceki kesimden farkı, YK Enerji’nin Denizli’den yangınlarda çalışmak için gelen bir ekipten tuttuğu adamlar ile kesimi gerçekleştirmiş olması. Şirket maden işletme hakkına sahip olunca ağaç kesme hakkına da sahip olduğunu düşünüyor olsa gerek! Halbuki  bu hak sadece Orman Genel Müdürlüğü’nde. OGM ise belki de bu kadar yangının olduğu bir dönemde toplumsal tepkileri üstüne çekmek istemedi ve kesime karışmadı.

Son kesimde kesilen 105 ağaçtan biri..

Kesimin önlenmesinde jandarma yer almaz iken, kesilen ağaçların tespiti  ve keşfi için ormana gelmeleri de 4 saat sürmüştür. Halbuki ertesi gün nöbet alanına gelip, güya jandarmanın da kesim ve yangınlar için nöbet tutacağını açıklaması çok da uzun sürmedi. Bölgede yangınlar için bulunan bakanlar ile Limak yetkililerinin de aynı günlerde görüştüğü haberleri dolaşırken, jandarmanın nöbete başlama kararı, tam da Limak’ın kesiminin engellendiği günün ertesinde aslında çok da şaşırtmadı. Aynı gün içerisinde Jandarma Komutanı Yarbay’ın ve Afet Bölgesi Kaymakamı’nın da nöbeti ziyaret etmesinden anlaşılacağı üzere belli ki YK Enerji kesimlerinin durdurulmasından epey rahatsızlık duymuş ve en üst düzeyde gereken talimatları iletmişti.

Jandarma çadırlı nöbet alanı girişinde başladığı nöbetten birkaç saat sonra,  yoldan görünecek şekilde duran 10 metrelik ‘Akbelen Ormanını Vermeyeceğiz’ pankartının indirilmesini istedi, bakan geçiyormuş o güzergahtan ve pankart rahatsızlık yaratırmış bahanesiyle! Tabii bu istekleri pankartın nöbetin simgesi haline gelmiş olması dolayısıyla kabul görmedi. Üstüne birkaç saat geçmeden esas niyetlerini çok net bir şekilde söylediler tabii; ‘biz nöbet tutuyoruz, sizin nöbet tutmanıza gerek yok artık boşaltın burayı’ diyerek. Ardından da nöbet alanını 4 ağustos cumhurbaşkanlığı kararına, ormanlık alanlara giriş yasağı maddesine istinaden boşaltmamızı istediler. Sözlü olarak bu isteğe uyulmayacağı ve valilikten yazılı bir boşaltma emri istenildiği gibi, nöbet tutulan alanın şahıs arazisi olduğu söylenerek, şahsın kendisinden alınmış izin de jandarmaya gösterildi. Ama tabii hiçbiri yeterli olmadı.  Aynı günün gecesi saat 00.00’dan sonra nöbette bulunan 12 kişi için sayıları iki yüzü aşkın bordo bereli, jandarma ve robokop ile müdahale gerçekleşti. Anayasal haklarımızı kullanarak beklediğimiz Akbelen’de, kişilerin anayasal hakkını umursamayan bir iktidar anlayışına, bu hakkımı kullanıyorum demenin bir karşılığı olmadığını gösterdi bu geceyarısı baskını. Ekoloji mücadelesi alanları toplumsal baskının yükseldiği, taştığı ve müdahale edilmesi gereken, sisteme karşı tehdit alanları olarak görülüyor olsa gerek ki bu denli orantısız güç ile bastırılmaya çalışılıyor. Yaşam alanı savunusu, yaşama hakkı savunusundan ayrı düşünülemez derken,  aslında yaşamımıza kast edenler ile mücadeleyi de canımız pahasına göze almak gerektiği de daha net ortadadır artık.

Akbelen Ormanı çadırlı nöbetinin ilk tutulduğu yer, ağaçtaki yazılama şimdi bu yeri bekleyen kolluk kuvvetlerine karşı durmakta

Gece yarısı gerçekleşen sert müdahale ile ormanın, 24 gündür çadırlı nöbet tutulan alanın dışına, anayol ile orman sapağına kadar nöbette bulunanlar sürüklenerek çıkarıldı. Baskın sonrası köylülerin de katılımı ile bekleyiş sabaha kadar ve ertesi gün de yol ağzında sürdü. Robocopların çektiği set ile ormana ve nöbet alanına giriş engellenmeye çalışıldı. Sabahtan itibaren müdahaleyi duyan ekoloji hareketleri destek için Akbelen’e geldiler. Sonrasında gün içinde Muğla Barosu’nun kendisini aracı ilan ettiği görüşmeler sonucunda, nöbet alanında sayı sınırlaması getirilerek nöbet tutulabileceği, geri kalanların ve dayanışma ziyaretine gelenlerin de ağırlanması için ormandan uzak, köyden bir başka yere geçilmesi istendi. Bu ilk günkü öneriler, ertesi günlerde yalanlanarak, nöbetin ilk olduğu yerde kimsenin nöbet tutmamasını söyledikleri iddiasına kadar gitti. Daha sonra da Milas – Ören ana yolunun kenarına yakın, şahsa ait boş bir tarlanın içi çadır alanı olarak kabul ettirildi.

Ormanda onlarca ağacın, içinde yaşayan organizmaların yaşam kaynağı dengeli bir eko sistemden geçer. Orman ekosistemi, ağaçların köklerinden, mantarların ağlarından kurdukları bağlardan, hayvan ve bitkilerin, tüm canlı organizmaların işbirliği ile yaşamaya devam eder. Özü gereği ormanlar bir var olma çabasının karşılıklı yardımlaşma ile kurulduğu etkin ağlardır..

Bir ekosistemin devamlılığı için gerekli olan bu ağlara ne kadar eklemlenirsek o ağın devamlılığı için gösterdiğimiz çaba da o kadar yerini bulur. İnsan ilişkilerinin de bir ekosistemi vardır ve doğadaki ekosistemden öğreneceğimiz çok şey var bu anlamda. Ormanın özü, insanın özü hepsi birdir keza. Bilişsel sezgilerimizin yetmediği, rasyonel delilerin  görmezden gelindiği bir çağda, ekolojik bilince evrilmemizin önemi ortada. Sezgisel delillerin doğada izini sürmek o öze dahil olmak belki de bu bilinci kurar. Tabii sadece dahil olarak, üstenci bir bilinç tahakkümü kurmadan doğaya..

Ortak etiğin kurulmasında zorlandığımız kendiliğinden bir araya geldiğimiz eylemliliklerde o yüzden belkide karşılıklı dayanışmayı değil karşılıklı yardımlaşmayı öncelemeliyiz. Dayanışma sosyal ve toplumsal tanımı gereği hareketlere eklemlenmeyi ve birlikte karar vermeyi görünürde mümkünmüş gibi gösteriyor. Ama sosyal demokrasi aldatmacasında olduğu gibi dayatmacı kararları, rasyonel çoğunluğun kararı kisvesinde kabul ettirmekten öteye gitmiyor. Yardımlaşma ise el ele yürütülen bir çabanın ortaklaşmasıyla kurulabilir ve emek hiyerarşisi de kurmaz bu haliyle.. Yardımlaşma içinde olmak kişisel bir tercihtir ve bu bir sosyal statü, iktidar alanı yarattığı için yapılmaz. Ayrıca eksiksiz bir temsiliyetin doğada da, insan ilişkilerinde de imkansızlığını bilmek, bir temsiliyet görevi üstlenmemek, temsilci ayrıcalığına sahip bir sözcü gibi davranmamak gerektiğini de kendiliğinden eylemliliğin geliştiği mücadele alanları için aklımızdan hiç çıkarmamalıyız.

Devlet orantısız bir güçle, ağaç kesiminin durdurulduğu andan itibaren ormanlık alanda daha fazla bulunulmasını, nöbet tutulmasını istemedi, daha doğrusu bunu hiç istemeyen şirketin isteklerini yerine getirdi. YK Enerjinin tahsis ettiği özel lüks araçlarla dolaşan, YK Enerji’den gelen yemek tedariği ile karnını doyuran kolluk kuvvetleri görevlerini layığıyla da yerine getirdiler kuşkusuz..

Akbelen çadırlı nöbete yapılan müdahalenin hemen ertesinde beklenilen yürütmeyi durdurma kararlarının çıkması hukuki açıdan süreci uzatacaktır. Keza kesimin ve Çed yapılmadan bölgede kömür madeni açılmasının önüne geçilmesi mümkün bu mahkeme kararları ile. Tabii bu kararların uygulanmasında bölgedeki karar vericilerin alacağı insiyatifler belirleyici olacak son kertede ne yazık ki.

Yürütmeyi durdurma kararı çıktığı gün

Kendiliğinden, doğrudan bir eylem olarak gelişen, toplumun yaralanan sosyal adalet talebine, eşitlikçi bir yerden tepkisini koyan hak mücadelelerinde hukuki süreç ile adalet talebinde bulunulması sadece olacak olanı geciktirmeye yarıyor, hukuk tanımaz bir diktanın işlediği bizim gibi ülkelerde sonuca ulaştırmıyor çoğu kez. Doğrudan eylemin eylendiği mücadele alanlarının yaratılması ve korunması işte tam da bu noktada önemli. Savunma hattı çektiğimiz bu alanlarda teorik sürecin pratik süreç üzerinde hiyerarşi kurmaması, farklı formların birlikte hareket ettiği pratiğin büyümesi ve ileriye taşınması adına da önemli. Ki bu savunma hattının nasıl örüldüğü üzerine de düşünmek gerek. Yaşam alanı savunusu aslında merkezine insanı  koyan bir savunu ve bu haliyle o merkeze yakın insanların bulunduğu alanı savunması diyebiliriz. Ama doğa savunusunun merkezi doğanın kendisidir ve doğa savunucuları yaşam alanı olarak dünyanın kendisini görürler hatta bütün galaksiyi. Bunun doğru aktarıldığı noktada, yerel hareketler ile beraber gelişen ve dönüşen ekoloji mücadelelerinin içindeki aktivistlerin, hareketlerin hep birlikte ileriye taşınması için ortaya attıkları fikirlerin, yerelden katılanlar tarafından da sahiplenilmesinde kolaylaştırıcı olacağı aşikar.

Yürütmeyi durdurma kararından sonra YK Enerji’nin basın açıklamasında Akbelen için OGM’nin gençleştirme planları arasında yer alan bölgelerden biri olduğu endüstriyel plantasyon alanına dönüştürüleceği ve maden falliyetleri için taraflarına teslim edileceği vurgusu yapılıp, bunun için gerekli olan bedellerin de gene OGM hesaplarına eksiksiz yatırıldığı söylenmiş.  Bir ormanı, içinde etrafında yaşayan insanların yaşam alanını, yüzlerce, binlerce ağacı, içindeki mikroorganizmaları, canlıları ile tüm ekosisteminin bir  karşılığı var ve bu eksiksiz olarak hesaplara yatırılmış! İnsanı merkeze koyan, doğayı metalaştıran anlayış için bir ormanın bedeli belli ve ödendiğinde ona sahip olunabiliyor. Doğayı tahakkümü altına almaya çalışan bu  rasyonel aklın, insan ve doğa ikiciliğine düşmeden doğaya ve dolayısıyla insana verdiği zararı ortadan kaldırmak için kullanılmasını mümkün kılacak bir dönüşüm, toplumsal bir değişim zamanı ne zaman gelecek acaba?

Yangınlar halen sürerken, yangınların söndürülememesi krizi ile bütün ülke meşgulken, iktidar tüm olanaklarını şirketlere sunmak için zaman kaybetmeden kararlarını yürürlüğe sokuyordu oysaki.. 28 temmuzda resmi gazetede yayınlanan 7334 sayılı turizm ve teşvik kanunu yasa değişikliğinde; ’Kültür ve turizm gelişme bölgeleri dışında kalsa bile’ orman arazilerinin kamu yararı kapsamına alınarak turizm yatırımcılarına açılabilmesini öngören değişikliği gündeme taşıyabiliyordu. Ormanların milli park adı altında orman ekosistemini yok eden yapılaşmaya açılması, yangınlarla ormansızlaştırılan, insansızlaştırılan alanların kimlere peşkeş çekileceğinin de ipucunu veriyor aslında.

İktidarın zaman kaybetmeden çıkardığı genelgeler, yangınlar sürerken kurguladığı talanlar ortada. Ekololjik perspektiften toplumsal, sosyal, siyasi ve kültürel dönüşümün gerekliliğinde, ekolojijk sorunların kaynağı ve çözümlenmesi için aradığımız çıkış yollarında ise ekoloji hareketleri içinde fikirsel olarak karşı karşıya geliyoruz çoğu kez. Teorisini ve pratiğini uzun uzun tartışmaya zamanımızın olmadığı bir yok oluşa giderken, bu karşı tezleri harmanlamak ve zaman kaybetmeden bu talan düzenine karşı duruşumuzu güçlendirmeliyiz oysa.

Bir ağaç tek başına orman olmadığını bilir. Karşılıklı yardımlaşmayla kurduğu bağ hem kendini hem ormanı var eder bunu da bilir. O yüzden epey sosyaldir ağaçlar. İklime bağlı aşırı sıcaklar ve aşırı soğuklara ve iklim değişikliklerine karşı dengede bir ekosistem oluşturmanın, her ağacın tek tek birbirini desteklemesiyle kurulabileceğini bilir çünkü.

Oysa insan zekası tahakküm ve hiyerarşi kurmak ile o kadar meşgulki, bunu sözde demokratik unsurları da kullanarak saklayabileceğini düşünüyor üstelik. Daha çok iktidar unsurlarının kullandığı bir yöntem bu. Ama toplumsal  muhalefette, hak aramaya dayalı mücadele alanlarında tek karar verici olma,  farklı formların sözünü bastırma ve kontrolü altında tutmada yaygın olduğuna göre, eşitlikçi yapılar içinde değil merkezi bir temsil iddiasının sahibi olanlar ve onların dışarıda bıraktıkları yapılar içindeyiz o zaman. Bu yapıların bir işlevi de; var olan muhalif oluşumların, hareketlerin iktidar baskısı ile nefessiz bırakıldığı anlarda dahi mücadele ivmesini kırmak, hareketleri küçültmek  ve güya güvenli kılmak adına sönümlendirmek görevi görmeleridir. Oysaki yaşam alanı savunularında, yaşam hakkı savunularında kaybedecek hiçbirşeyi olmayan insanlardan bahsederiz. Ayrıca bu insanların hareketleri ileriye taşıyacakları kararlılıkları da gene manipülatif  algılarla durdurulur. Oysaki bu insanlardan var oldukları yerlerden sökülmek, süpürülmek ve kendi başlarının çaresine bakmaları istenmektedir. Toplumsal kırılmaların yaşanacağı anlara gebedir bu savunu alanları o yüzden, tabii önlerine set çekilmezse..

Umutsuz bir teslimiyetin kaçınılmazlığına karşı ‘her ağacı tek tek savunacağız’ umudumuz olsun.

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın