Neo-liberalizmin saf şiddeti – Ali Akay

0
Yavaş yavaş yok edilmekte olan “dünyanın nefesi” Amazonlar’da yerleşmiş yerliler, bir seneden beri tekrar “şiddetin merkezinde” yaşamaya başladılar.


Neo-liberalizme ait otoriter rejimlerin en kuvvetlisi, bugün Brezilya’da yaşanan trajedide görünür haldedir. Jair Bolsonaro’nun asker nostaljisi dolu politikaları, Amazon ormanlarında yaşamakta olan yerlilere kabus yaşatmakta. İktidara geldiğinden beri Amazonlardaki yerlileri yerlerinden edeceğini ilan eden siyaset insanı, en son 1 Ağustos günü, Kinikinau yerlilerini arazilerinden güç kullanarak sürmeye başladı. Direnmeye devam ettiğinden dolayı kabile şefinin başından yaralanmış haldeki fotoğrafı sosyal medyada dolaşıma girmeye başladı.

Brezilya’da Amazon ormanları ve yerlileri, uzun zamandan beri antropolojinin, tarihin ve biyolojinin konusu olmuştu. Neredeyse modernlikle aynı zamanlarda, Amazon ormanları ki, bugün dünyanın “oksijen deposu” olarak adlandırılmakta, sosyal bilimlerin olduğu kadar insan ve doğa bilimlerinin de konusu olmaya devam etmekte. 19’uncu yüzyılda Amazonlarda bazı hayvan türlerinin, daha o zamandan, yok olmakta olduğuna dikkat çeken C. Darwin olmuştu. Amazonlardaki biyolojik çeşitliliğe dikkat çeken Darwin 1832 yılında Brezilya’ya gittiğinde, 5 sene boyunca orada incelemeler yaptığında, genç bir delikanlı olarak gittiği seyahatten bir bilim insanı olarak dönmüştü. Londra’ya döndüğünde, koleksiyonunun içinde bitkiler, kaya parçaları, hayvan fosilleri ve bunlarla ilgili yüzlerce kitap bulundurmaktaydı. 1939 yılında Bir Doğa Bilimcisinin Dünya Seyahati adlı kitabı büyük sükse yapmıştı.

Neo-liberalizmin saf şiddeti

1834’te kaptan FitzRoy tarafından “Ateş toprakları” olarak adlandırılan bu doğa harikasında kaybolan türlerin fosilleri incelenmeye başlanmıştı. Darwin, bu tropikal ormanlarda yüzlerce bitki üzerine çalıştı ve bunları koleksiyonuna kattı. Bunun yanında ormanlardaki hayvanlara ve jeolojiye de ilgi duymaktaydı. Bu ortamda kaybolan türlerin envanterini çıkarmaya başladı. Yeni bir türün araştırılması içinde kaybolan türlerin önemini vurgulamaktaydı. İlgi odağında, bilhassa, vahşi yırtıcı hayvanlar vardı: Akbabalar, kerkenezler, kartallar ve pumalar. Güney Amerika’nın büyük bir yüz ölçümüne sahip ormanlarında, tarihi olarak, insanların yerleşmeye başlamasıyla birlikte bazı türler yok olmaya başlamıştı. Antroposen konusunun ilk örneklerini belki de bu kadar erken bir dönemde kayda alan Darwin’di. Böylece biyolojik çeşitliliğin, insan eliyle, yok edilmeye başlandığının altını çizmekteydi; ve bunu dünyanın dikkatine sunmaya başlamıştı. Falkland adlarındaki anlatıları okuyucuya okumaya değer antropolojik veriler sunmaktadır. Ve mesela, Galapagos ispinozlarına bugün “Darwin ispinozları” adı verilmektedir. Bugün nesli tükenmiş geyikler üzerine yazılanlar acı vermekte insana. Daha keşif ve sömürge zamanlarında, bazı sömürgeci Hıristiyan misyonerlerin (bilhassa Cizvitlerle, çikitanizasyon adı verilen kültür ve dil değişimi) Amazonlara gelmesiyle, yerlilerin adetlerinin nasıl değişmiş olduğunu ve hayvanları yok ettiği ortaya konulmaktadır. Yerlilerin avlanma yönetimlerinin değişmesiyle ve asıl misyonerlerden gelen at binme üzerine geliştirilmeye başlanan avlanmayla birlikte adetler değişmişti ve artık doğayla yaşayan değil, doğaya zarar vermeye başlayan yerliler ortaya çıkmaktaydı. 1884’te, Darwin’in ölümünden 2 yıl sonra yayınlanan kitabı “Güdü Üzerine Deneme” doğaya karşı işlenen kıyımın ve şiddetin incelemesiydi.

Darwin’den, aşağı yukarı yüz yıl sonra bu sefer bir antropolog Amazon ormanlarına gitti. Claude Lévi-Strauss, hayatın temellerini ortaya koyan ham maddelerin ve doğanın içindeki biyolojik çeşitliliği fark eden biri olarak “antropologların en Darwin’cisiydi”. Bu doğada yaşayan halkların, Avrupalı Batılıların gelmesinden evvel, etnik, dilsel ve kültürel çeşitliliği antropoloğun dikkatini çekmekteydi. Hıristiyan dualarının başlamasıyla birlikte burada yaşayan halkların “requiem”i başlamıştı. Çeşitlilik azalmaya başlamıştı. Trajedi, doğaya olduğu kadar insanların adetlerine ve yaşam biçimlerine de aitti. Yerlerinden edilen yerli kabileler, modernliğin en saf şiddetini ve felaketlerini yaşamaya başladılar. Bu dönemde bile 20.yüzyılın ortasında yerli halklar acıyla yaşamaya maruz kalmışlardı. Geniş topraklar onlara kısıtlanmaktaydı. Maden ve altın arayıcılarının zenginlik kaynağı olarak ormanlar talan edilmekteydi ve bugün bu devam ediyor.

Neo-liberalizmin saf şiddeti

Bu ay, 76 yaşındaki dünyanın en büyük Boso Nova sanatçısı Caetano Veloso, 1 Ağustostaki saldırıyı dünyaya haber etmek üzere, yaşanmakta olan durumu gösteren fotoğrafları sosyal medyada yayınladı. Sanatçılar bugün Darwin’in veya Claude Lévi-Strauss’un izinde giderek onların görevlerini üstlenmiş durumdalar. Dünyanın kalbi ve oksijen merkezi yok edilmekte. Kapitalizmin en otoriter yanlarını kullanan şirketler; hükümetlerin emrinde olan ordu ve polis güçleriyle, sadece bu topraklarda onca yüzyıl yaşayan yerlileri değil, aynı zamanda tüm insanlığın yaşam ve nefes alma imkânlarıyla oynamaktalar.

Jair Bolsonaro’nun “STK’ların ekmeğine yağ süren” biri olarak nitelendirdiği, “ormanların yok edilmekte olduğunu açıklamakta abartılı” konuştuğunu söylediği Milli Uzay Araştırmaları Enstitüsünün müdürü Ricardo Galvao’yu, Kinikinau yerlilerine yapılan bu saldırıdan hemen sonra, görevinden aldı. Yerliler, artık, tehlike içinde yaşamaktalar. 2019’un başından itibaren, illegal bir şekilde, özel güvenlik güçlerinin saldırılarına uğramaktalar. Hükümet buralara hidroelektrik santraller yapmayı amaçlamakta. Bolsonaro’nun iktidara geldiğinden bu yana Amazonlarda ormansızlaşmanın yüzde elli artmış olduğunu okumaktayız.

Yüzyıllarca süren bir zaman zarfında yavaş yavaş yok edilmekte olan “dünyanın nefesi” Amazonlar’da yerleşmiş yerliler, bir seneden beri tekrar “şiddetin merkezinde” yaşamaya başladılar. Yapraktan gelmekte olduğumuzu iddia eden filozof Emanuel Coccia’ya göre, “eğer yeşillik yoksa nefes alma imkanlarımız” yok demektir. Bu, dünyasal bir sorun olarak karşımızda durmaktadır ve biz bu durumun içinde yaşamaktayız, aslında. Yeni nesiller bunun farkındalar artık; onları izlemek zorundayız, eğer çocukların geleceğini düşünüyorsak. Hatta, insanlığın geleceğini düşünmek zorundayız!

“Benden sonra tufan” ancak “cinnet toplumlarına” özgü bir durumdur. Aklımızı başımıza almak zorunda olduğumuzun bilincine herkesin varması gerekmekte. Bu durum, sermaye ile veya kapitalizme özgü olarak düşünülmekten çok daha acil bir durumu arz etmekte. Ve bu anlamda, dünyasal olarak hepimizin kaderi bu bilincin edinilmesine bağlı olarak duruyor. Çok ince bir bağ… Kopması ise çok tehlikeli olacaktır!

Kaynak: T24

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın