Gezi ve Gıda Hareketinin Bağımsızlığı – Umut Kocagöz

0

Gıda krizi derinleştikçe yurttaş inisiyatifleri, meslek örgütleri, STK’lar, yerel yönetimler, siyasal partiler gıda alanında faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Farklı ihtiyaçlar, talepler ve çıkarlar üzerinden bu farklı aktörlerin gıda hareketini oluşturduğu söylenebilir. Özellikle yerel yönetimlerin, STK’ların ve siyasi partilerin gıda hareketi içerisinde rol oynaması, gıda hareketinin bir takım söz, talep ve etkinliklerinin görünürlük kazanmasına vesile oldu. Bu durum, hareketin bağımsızlığı ve taleplerin nasıl hayata geçtiği konusunda bir takım soru işaretleri doğurmakta.  

Burada, çok fazla eğilim olsa da, bu eğilimlerin iki ucunu gözlemleyebiliriz: bir yanda gıdaya ilişkin her şeyi (gıda hareketini) bütün olarak siyasi partilere ve anaakım siyasete teslim etmek; diğer yanda, anaakım siyasal dünya ile hiç angaje olmadan, bu siyasal alan yokmuş gibi hareket etmek… Yukarıda andığımız V for Vendetta filmindeki cümleyi değiştirecek olursak: “gıda hareketi mi siyasetten korkacak yoksa siyaset mi gıda hareketinden?”. Gıda hareketi “bağımsız” bir siyaset bulabilecek/kurabilecek mi? 

Örgütlenme özgürlüğü ve bağımsızlığı

Yıl dönümü veslesiyle, Gezi’yi referans alarak örgütlenme özgürlüğü ve bağımsızlığı üzerine düşünelim. Onlarca çeşitlilikteki örgütlü çabanın, bu çabayı aşacak şekilde bir araya gelerek milyonlarca insanı mobilize edebildiği ve sınırlı da olsa kendi kurumlarını inşa edebildiğine tanıklık ettik. Böylece, herkesi ilgilendiren sorunlarda, sorunları yaşayan insanlar gerçek özneler haline gelebildi, kendi söz ve karar haklarını inşa etmeyi deneyimledi. Yurttaşlar, kendi sorunları konusunda inisiyatif alabileceklerini, kendi yaşam ekonomilerini organize edebileceklerini sınadılar. Eskinin merkezi ve hiyerarşik bakış açısı karşısında, demokratik ve özgürlükçü bir bakış açısı böylece filizleniyordu. “Kitleler yapamaz” düşüncesi yerini bu düşünceye sahip olanların kitlelerden öğrendikleri bir yer değiştirmeye bırakıyordu. Birilerinin onlar adına karar aldığı seçkinci, elit, klik temsil siyasetinin ötesine geçilebildi. Tarih sahnesi perdelerini yapabilir olanların inançsızlara ve kendi mevki ve konumunu koruyanlara attığı önemli bir tokata açıyordu. Bir diğerini küçümseyen, yukarıdan bakan eski türde siyasi çabalar karşısında; işbirliklerine, dayanışmaya, birbirini özne olarak gören eşit bakış açılarına yer açıldı. Başka bir kamusal-siyasal alan ve tahayyül inşa edildi.

Bugünün siyasi konjonktürünü ve örgütlenme biçimlerini anlamak için Gezi’nin yapma-etme pratikleri içinde düşünmek elzem. Gezi, bugün gıda hareketi olarak ifade edebileceğimiz karmaşık ve çeşitli oluşumlar bütününün karakterinin oluşmasında ciddi bir rol üstlendi. Burada oluşan iyimserlik, umut, ekolojik duyarlılık, yurttaş inisiyatiflerinde ciddi bir örgütlenme enerjisi doğurdu. Elit bakış açısına sahip olan partiler ve siyasetçiler devletten uzaklaşmak ve topluma yakınlaşmak zorunda kaldılar. Bugünkü popülizmin sebebini değişen siyasal konjonktürde, bu konjonktürü belirleyen Gezi’de bulmak mümkün.

Ancak otokrasinin, hiyerarşik ve devletçi bakış açısının ve bunları şekillendiren çıkarların öylece bir anda ortadan kaybolacaklarını düşünmek yanlış. Bunların arkasında, hem ülkenin ve devletin kurucu ve yönetsel süreçleri, hem de siyaset yapma alışkanlıkları ve algıları belirleyicidir. Sosyal ve iktisadi çıkarlar, siyasal çıkarları yönetmekte bugün muktedir. Neoliberal dünyanın her örgütsel süreci ve siyasi yönelimi şirket modeline göre yapılandırdığını, her siyasi teşebbüsü bir şirkete dönüştürdüğünü akılda tutmalıyız. Dolayısıyla, anaakım siyasetteki yönelimlerin arkasında, bu bağımsız olmayan ve çıkarlarla bezenmiş dünyayı görmek, Gezi’nin bize en büyük kazanımlarından biri olabilir. 

İlişkileri çözümlemek için filtre

Gıda hareketi bugün çok kısıtlı ve dar bir çevrede, ama Gezi’nin çeşitliliğini ve canlılığını taşıyarak, çoğalıyor, filizleniyor. Bu filizlenme yerel yönetimlerin söylem ve politikalarına da etki ediyor. Ayrıca, şirket tarımını reform ve restore etmek isteyen unsurların gıda hareketinin söylem ve eylemlerini sahiplenerek çitlediği, absorbe ettiğini de gözlüyoruz (1). Bunun dışında, gıda hareketinin parçalı yapısı içerisinde herkesin kendi somut ihtiyaçlarına ve gündemlerine odaklandığı, bu sebeple daha geniş ve bütünlüklü bir gıda hareketi tahayyül etmekte zorlanıldığını söylemek mümkün. Önemli olan, buradan çıkışı hayal edebilmek.

Çıkışa yönelmek için biraz mevcudun kökenine bakmak doğru olacaktır. Politika nihayetinde çıkarların örgütlenmesi olarak düşünülebilir. Peki, bir takım söz ve eylemlerde kimler hangi çıkarlar ile hareket ediyorlar? Hangi ittifaklar ne tür bağlamlarda kuruluyor? Yerel yönetimler somut olarak kimleri destekliyor? Siyasetçiler kimlerin sözcülüğünü yapıyor? Kişiler karar verirken kendi maddi çıkarlarını mı yoksa toplumsal faydayı mı önceliyor? Sosyal ve siyasal süreçlerin kişilere kazandırdığı statü ve maddi imkanlar nasıl kullanılıyor? Bir kampanya için bir fon kullanıldığında, bu fon yapısı ile kampanyanın amaçladığı toplumsal fayda arasındaki ilişki açık, şeffaf ve doğrudan bir şekilde ifade edilebiliyor mu?  Kişisel çıkarlar mı yapılan çalışmaları belirliyor, yoksa daha genel başka toplumsal çıkarlar mı? Mevcut söylem ve edimler kimlerin avantajına ve kimlerin ayrıcalıklarını pekiştiriyor? 

Bu yazı serisinin en başında, şirket mantığının toplumun kılcallarına yayıldığını ve patronaj ilişkilerini güçlendirdiğine işaret etmiştim. Aslında söylemek istediklerim, bu yukarıdaki sorulara tekabül ediyor. Aslında Gezi, tam bu sorulara tekabül ediyor. Şirketlerden, patronlardan, cemaatçilikten, hemşehricilikten, ahbap-çavuş ilişkisinden, milliyetçilikten, kâr amacından, ranttan bağımsız bir gıda hareketi inşa edebilmek için, sanıyorum ki bu soruları sürekli ve sürekli sormak mecburiyetindeyiz. Güvensizlik ve inançsızlık çağında, güveni ve inancı inşa edebilmek için sahip olduğumuz şey eleştirellik ve şeffaflık. Bunlar bize, insanlarla aramızda bir mesafeyi değil, beraber yapmayı ve inşa etmeyi sağlayacak zeminleri takdim etmeli. 

Bağları ve ağları güçlendirmek

Bunun için, ilk yapılacak şeylerden biri mevcutta içinde bulunduğumuz toplumsallıklardaki bağlarımızı derinleştirmek ve güçlendirmek olabilir. Küçük kliklerden oluşan ve patronaj ilişkilerini odağına alan siyasal hareketlerdense, herkese açık, katılımcılığı zorlayan, kendini bir kamusal siyasal deneyim olarak örgütleyen kitle-taban hareketleri böylesi bağların güçlenmesi ve yayılması ile mümkün. Bunun için, kendi tekil-dar işlerimizin/faaliyetlerimizin ötesine geçme ufkunu geliştirmek, başkalarına temas etmeyi çoğaltmak zorunlu. Bağları güçlendirirken, ağları da güçlendirmek zaruri.

Bunu yapmanın sihirli bir formülü bulunmuyor. Bunu yapmak, klasik bir liderlik mekanizmasıyla da sağlanamaz. Klasik liderlik mekanizması, kendi suretinden bir topluluk oluşturmaya odaklanır. Halbuki, kendini kamusal-siyasal alan olarak örgütleyen ağların herhangi bir suretten bağımsız, hakiki insan ilişkilerine dayalı olması çok daha mümkündür. Gerçek gıda arayışının etrafında oluşan hareketin de gerçek insan ilişkilerine yönelmesi pek muhtemeldir.

Gıda hareketinin bağımsız bir şekilde kamusal alan kuran ve siyaset üreten uçlarının kurulması elbette ki otomatik bir şekilde olmayacak. Kendini gıda hareketinin içinde, parçası, öznesi hisseden kişiler, bu konuda inisiyatif alacak, düşünecek, tartışacak ve yollar arayacaklar. Patronaj ilişkilerini kıracak, piyasa ve şirket mantığını eleştirecek, rant kavgasına karşı ekmek kavgasını güçlendirecek, kendi yapma-etme yollarını inşa edecekler. Tüm bahsettiğimiz elit, hiyerarşik, kliksel ve kâr odaklı bakış açısını yırtıp atacaklar. Buna cesaret edebildiğimizde, kendi bağımsız, toplumu ve toplumu etkileyen siyasaları etkileme şansımız olacak. Böyle bir hareket, ancak Gezi’nin yolunda, Gezi’nin ruhuyla var olacak.

Kaynak: Karasaban

Paylaş.

Yazar Hakkında

Bir Yorum Bırakın